14
Haziran
2025
Cumartesi
SAĞLIK

KANSERLE DE PEK ALA YAŞANABİLİR

En ufak soğuk algınlığı olanlardan bile uzak durdum, direniş ve protestolara katılamadım, toplantılara gidemedim, yaşgünlerine teşrif buyuramadım; deniz-havuz-güneş yok

Tek belirtisi vardı: Yorgunluk. Ardından yaşamanın kıymetini anlamam gerekirdi belki; pek emin değilim. Geçen yıl kanser oldum; bir tür kemik iliği kanseri, bir protein aşırı çoğalıyor: Hematolog Reyhan Küçükkaya kan grafiğimde (protein elektroforezi) ince uzun sipsivri simsiyah bir tepe gösterdi. Tamamen yok edilemiyor. Dalağım da kocaman olmuş. Kemoterapi nedir böylece bilmek zorunda kaldım: Hematoloji bölümüne gidiyorsunuz. Ufak bir odada dokuz-on kişi ile birlikteyim. Hemşire Sevinç hanım devlet memurluğundan esinlenmemiş; kimseyi azarlamadan, gülücüğünü kaybetmeden dokuzumuz arasında sürekli koşturuyor. Birinin yanına koca bir serum askısı getiriyor; öbürünün damarını bulup; iğneyi batırıyor; bir başkasının Vinchristin ilacı tükenmiş, yeni bir karışım getiriyor. Bu sefer belki kortizon ile Endoxon. Bir başkasının kanser ilaçları fazla hızlı akıyor, kordondaki metali kısması gerek. En sonunda da bütün bu zehirlerden kanı-mideyi yıkamak için sade serum. Bir diğerine bir koca torba kan... Buna bakmaya hafif ürküyorum. Bakmak-görmek istemiyorum; ama alışacağım.
Can veriyor insanlara; bundan iyisi mi olur?

Hanımı ile kemoya gelen Çapa’nın emekli çaycısı mesela; benden genç. İlk gördüğümde, az da olsa, siyah saçları vardı. Dört ay sonra saçları çoğaldı ama şimdi hepsi bembeyaz. Öyle bir savaşıyor, o kadar umutlu ki, mutlaka iyileşecek diye düşünüyorum. Evdeki bütün plastik kutu ve torbaları çöpe atmışlar. Hanımı her gün ona yoğurt yapıyor. Kentten kırlık bir yere taşınmış. Sadece organik ürünler yiyor ve herkese savaşımını anlatıyor; bol bol nasihat veriyor; Sevinç hanım da ona torba torba kan...Yanıma 15-16 yaşlarında zayıf mı zayıf bir kız oturdu bir sefer. Bir yandan ağlıyor, diğer yandan kusuyor kemoterapi sırasında. O kadar zayıf ki herkese “kortizon alırken şeker kullanmayın” diyen doktorlar, ona, kemo sırasında şeker-çukulata vs. yemesini öneriyormuş; şaşıp kalıyorum. O da nispeten hafif hastalardan: Hodgkin’s miş. Arkadaşları gibi olamadığına ağlıyor, okula devam edemediğine, gezip oynayamadığına ağlıyor. Ağlıyor da ağlıyor. Oysa şimdi Hodgkinsli hastalar iyileşiyor. Aklımca ona moral veriyorum. Yanımda bana yardım için gelen Bilgi Sosyoloji Bölümü’ndeki asistanlardan Fırat Kaya. O da, genç kızı sevindirecek, hayatını sürdürmesi için bin türlü hoş söz söylüyor; bence düzeyi fazla entelektüel ama kız hayretle, ilgiyle dinliyor. Kusması durdu. Ağlaması da şimdilik sona erdi. Altı kemoterapi sonrasında grafikteki simsiyah tepe aşındı: Yarıya indi.

Öpmek yasak
Şişkoyum çok; ama dalağım küçüldü. Doç. Reyhan (şimdi Prof.) hanım, dalağımı her seferinde muayene ediyor ve ufaldıkça benden çok seviniyor. Geçen yazı yatarak kitap okumakla geçirdim; bir dolu roman. Sonunda romanlardan da sıkıldım, hayat epey daha ilginç. Ama çok az insan görebildim. En ufak soğuk algınlığı olanlardan bile uzak durdum, direniş ve protestolara katılamadım, toplantılara gidemedim, yaşgünlerine teşrif buyuramadım; deniz-havuz-güneş yok. Okul başlayınca, öpmek isteyenlere, “benden uzak durmalarını” tembihleyerek derslere devam ettim, hemen hiç kaçırmadan, ama eve gelince yine yatak. Bu yaz ise acaip canlıyım. Her şey serbest. Ordan oraya sürtmek-gezmek-gitmek-sulara dalmak istiyorum; yataktan kalkamazken enerji patlaması yaşıyorum nerdeyse. Bağışıklık sistemim tam düzelmedi, düzelmeyecek; en zararsız enfeksiyondan uzak durmam gerekecek hep. Ama hiç hastalanmadan koca bir sonbahar-kış-bahar geçirdim. Bu yıl yine grip aşımı yaptırıp uslu durmaya çalışacağım. Çabuk yorulmak ve her üç ayda bir kahreden endişe, kontrol, hariç çok iyiyim.
***
Haziran başında arkadaşım bir tür ağız kanseri oldu; dilinin kökündeki kanserli hücreler çenesinin hemen altında kocaman bir beze olarak kendini gösterdi... Aldırmadı. Ocak ayından beri her hafta telefon edip, “doktora git” dedikçe benimle alay ediyor; Haziranda aklı başına geldi ve koşturdu. Ameliyatı 12 saat sürdü. Bir ay hastanede kalır sanıyorduk. Üç gün sonra çıktı. Sapasağlam nerdeyse; birkaç gün sulu gıdalarla beslendi. Ardından tatile gitti. Şimdi radyoterapi yaptırıyor. Sonra, o da süper iyi olacak sanırım. Kanseri yavaş ilerleyen ve kolay metastas yapmayan bir tip. Hep kontrolde olacak ama normal hayatını sürdürecek. Ne zamandır görmediğim bir başka arkadaşım ise akciğer kanseri imiş; hem de yıllardır. Ama o da gezip tozuyor, dilediği gibi yaşıyormuş. Hatta, bugünlerde çok ayıptır söylemesi, fosur fosur sigara içiyormuş. İnanamadım.
***
Kuşkucuydum çok. Doktorlara güvenmez, kendimi emanet edemezdim. Oysa müthiş araştırmalar yapılıyor son yılarda, hem burada hem de yurtdışında. Türkiye’deki akademisyen doktorlar yurtdışını çok yakından izliyor; uluslararası kongreler, konferanslar ve araştırmacılık hiçbirinden eksik kalmıyorlar ve ne kadar çalışkanlar. Hayat oralarda sabah altılarda-yedilerde başlıyor, diğer akademisyenler, memurlarınki gibi 9’da, 10 da değil. Kendimi çok çok çalışıyor sanırdım; oysa, karşılaştırdığımda bir hiç sayılır. Evet çabuk öldüren, hızla ordan oraya atlayan, yeterince keşfedilmemiş kimi korkunç kanserler hâlâ var; ama genel olarak, eskisi gibi, kanserden kolay ölünmüyor. Pek âlâ da yaşanıyor. Bu kanser hikâyesi de Farah Fawcett’ınki gibi ölümle değil, hayranlıkla bitiyor; tıp mesleğine, Reyhan ve Sevinç hanımlara, doktorlara, hemşirelere, altyapısı hükümetler tarafından çöktürülmekte, ama olağanüstü insan yapısı, bilgi birikimi ile varolan olan Çapa’ya... Ve içimin en derinliklerinden bir koca teşekkürle: “Kanserim kanser” diye bütün dünyaya ilan etmeme rağmen, desteğinin, iyileşmemde moralimi acaip yükseklere taşınmasına neden olan arkadaşlarıma, kardeşim Zehra’ya, ikinci (ihtisası farklı bir tıp alanında olduğu için) derecede doktorum Prof. Feza’ya, Sosyolojide asistan Fırat Kaya’ya ve mensubu olduğum Bilgi Üniversitesi’ne...
 

SEMRA SOMERSAN-radikal
Yayın Tarihi : 5 Ağustos 2009 Çarşamba 20:12:50


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?