13
Haziran
2024
Perşembe
SAĞLIK

HASTANEDEN ZORUNLU GÖÇ

Sağlığın ticari bir meta, hastanın müşteri, sağlık çalışanı emeğinin de bir tür performans olarak yeniden tarif edildiği, her şeyin paraya göre yeniden ayarlandığı bir yeni düzen

Yolunuz Bakırköy Akıl Hastanesi’ne düşmüşse önce onlar karşılar sizi. Ufacık, kara kuru avuçlarını uzatıp bir liranız olup olmadığını sorarlar, çay ya da kola için. Bazen tek bir sigara ister, yakıp hemen içmeye başlarlar. Nadiren şu olur: “Ama çay bir lira, niye beş lira istiyorsun ki?” sorusuna, dosdoğru “beş lira bir liradan daha iyi” deyiverirler. Her birimizin bütün alışverişlerini kıskıvrak yakalamış toplumsal kurnazlık ağı denen şeyin büsbütün dışındadırlar. Sırf şakadan “Sen bana para ver” diyecek olsanız, ceplerindeki tüm parayı -iki lirayı topu topu- ellerinize boşaltırlar. Hız, gürültü ve gösterişten mürekkep bir dünyada derin sessizlikleri, eylemsizlikleri ve sadeliklerinin hangi dünya bilgisiyle mümkün olduğunu bilemezsiniz.

Duvar diplerinde küçük radyolarını dinlerken, çimlere uzanmışken, avluda güneşlenirken, yürürken daima usulca yapışları hepsini, olağanüstü uyum bozulmasın diye sanki ayak uçlarında yaşayışları, nasıl çarpıcıdır. Gölge gibidirler.
Ağır kaygı ve korkularla, bir türlü yoluna koyamadıkları düzensizliklerle, dehşetle kaç kere altüst olmuş iç dünyalarını taşımanın yorgunluğu hemen fark edilir yüzlerinde. Kâr zarar hesaplarına, çıkar oyunlarına, güç/iktidar savaşlarına, içten pazarlıklı oluşa, ikiyüzlülüğe, sahtekârlığa hiç tenezzül etmeyişleri belki de bu yüzdendir. Yalan söyledikleri görülmemiştir. Şizofrengi ve Aura dergilerinin en has yazar ve şairleri. Hayatın ebedi öksüz ve yetimleri..

*****

Bakırköy Akıl Hastanesi’nin yerlilerinden söz ediyorum. Hastane dosyalarına “kronik şizofreni” kaydı düşülmüş asıl sahiplerinden. Bakırköy’ün güzel/kahraman hemşirelerinin kimsesiz çocuklarından. Hep oradaydılar. Onlar oradayken kaç başhekim, kaç psikiyatrist kuşağı gelip geçmiştir kim bilir! Ne kadar çok psikiyatri araştırması için öylece, sabırla oturmuş, irili ufaklı onca ölçeğin o ‘acayip’ sorularına hiç itirazsız katlanmışlardır. Hastanede çalışanlar her sabah yeniden tazelenen o aşinalık duygularını onlara borçludurlar büyük ölçüde. Onlar oradayken bilirsiniz, küçük işaretler vardır hayatta yine de bir sürekliliğin bulunduğuna bizi inandıracak. Üstelik, başka nedir ki içimizdeki gelecek özlemini besleyip duran o aşinalık ve süreklilik duygularından başka?
Onlar sayesinde aralıksız bir şefkat pratiği gibidir kocaman bir akıl hastanesinde çalışmak. Bir süredir küçük kafileler halinde çeşitli illerdeki birtakım bakımevlerine gönderiliyorlar. Evden/yuvadan ikinci kez “sürülüyorlar”. Buna dayanamayacaklardır.

*****

Bazı zamanlar toplumun bünyesinde ortaya çıkan bir şey, marjinal bir işleyiş bozukluğu gibi algılama eğiliminde olduğumuz bir değişiklik, özünde çürümüş olan sistemin yapısını birden görünür/anlaşılır kılar. Kendi başına sistemin bütün anormalliğini, sermayenin hükmettiği temel yapısını ifşa eden örnek-olay statüsü edinir. Bir süredir “sağlıkta dönüşüm” adı altında gerçekleştirilen bir dizi uygulamanın yerleşeceği çerçeve tam da budur, bana göre. Sağlığın ticari bir meta, hastanın müşteri, sağlık çalışanı emeğinin de bir tür performans olarak yeniden tarif edildiği, her şeyin sermayeye/paraya ve onun ihtiyaçlarına göre yeniden ayarlandığı bu yeni düzenin gösteriş/imaj takıntısını da unutmamak lazım.
Bilgisayar ekranlarındaki kâr/zarar hesaplarına, maliyet cetvellerine, istatistik tablolarına, performans çizelgelerine uygun olmayan her şeyin; özverinin, ekip çalışması ruhunun, yardımlaşmanın, ötekini gözetmenin, diğerkâmlığın hesaptan düşüldüğü, dahası insanın ayırt edici vasıfları olarak var bile sayılmadığı bir cangıldan söz ediyoruz. “Bencil hesabın buzlu sularının” tümünü dondurduğu.. Birazcık zorlayarak söylersek, performans adı altında “bıçak parası” denilen şeyin veri alınması ve sağlık sisteminin her düzeyine yaygınlaştırılarak yasal kılıfa sokulması bile var burada. Herhangi bir kamu hastanesinde çalışanlar arasında bazen 20 katı bulan ücret farklarını da ekleyelim.

Amacım insanlar arasındaki temel eşitsizlikleri, vahşi kapitalist sömürüyü mesele eden; burada, bu dünyada sadece insan haysiyetini gözeten bir adaletin tesisi için dertlenen sol politik ufka göndermede bulunmak değil. Çok daha beri bir düzeye merhamet etmeye, şefkat duymaya, vefalı olmaya, garibanın ahını almaktan çok korkmaya, suçluluğu ve utancı hissedip taşıma cesaretine işaret etmeye çalışıyorum. Kendimizi o duygulara bırakmanın ayrıcalığına.

Pazarlama stratejileri için imaj esastır. Kendimizi birden “belki de depo hastanesi görüntüsünden kurtulmak iyidir” derken buluruz. Hayata kayıtsız şartsız sermayenin mantığı hükmedince sadece para konuşur, başka bütün sesler yok olur, toplumun içi boşalır, için için çürür. Kimsesizler iyice erken ölür.

ERDOĞAN ÖZMEN:Psikiyatrist

 

Radikal
Yayın Tarihi : 15 Eylül 2009 Salı 21:17:05


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?