27
Mayıs
2024
Pazertesi
SAĞLIK

OLMALI MI, OLMAMALI MI?

Aşının yapılması halinde kişiyi bekleyen riskler neler? Aşı yapılmayan kişiler H1N1 virüsü ile hastalanırlarsa onları ne bekliyor? Aşının içerisinde bulunan civa ve adjuvanlar ne kadar güvenli?

 

Domuz gribi ilk olarak bu yılın Nisan ayında Meksika’da ortaya çıktı. İki ay sonra, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tüm dünya için salgın alarmını kırmızı olarak ilan etti. O günden bu yana resmi bildirimlere göre, 26.11.2009 itibarıyla Türkiye’de 161 kişi, dünyada yaklaşık altı bin kişi H1N1 nedeniyle hayatını kaybetti.

DSÖ, 20 Kasım tarihli bilgi notunda da, H1N1 virüsünün Ukrayna, Norveç, Japonya, Çin, Brezilya, Meksika ve ABD’de değişik oranlarda mutasyona (değişime) uğradığını kamuoyuna duyurdu. Dünya konuyu bilimsel perspektiften ele alıp incelemeye çalışırken Türkiye’de aşı üzerinden yapılan tartışmalar ne yazık ki, siyasi şova ve magazinel haberlere dönüştü. Hal böyle olunca da aşı konusunda hemen hemen herkesin kafası son derece karışık. Peki gerçekten aşı yaptırmak güvenli mi? Aşının yapılması halinde kişiyi bekleyen riskler neler? Aşı yapılmayan kişiler H1N1 virüsü ile hastalanırlarsa onları ne bekliyor? Aşının içerisinde bulunan civa ve adjuvanlar ne kadar güvenli?

Civa meselesi
Açıklıkla ifade etmek gerekir ki, H1N1 aşısı hakkında sürdürülen civa tartışmaları bilimsel olmaktan çok siyasi ve spekülatif tartışmalar. Çünkü aşıya konulan civa, etkiyi artırıcı olarak değil, antibakteriyel etkisinden yararlanmak için koruyucu olarak kullanılıyor. Üstelik aşılarda kullanılan civa formu, etil civadır. Etil civa, metil civanın aksine vücutta birikmez ve kolayca metabolize edilip vücuttan hızlı bir şekilde atılır. Şu ana kadar aşılarda kullanılan etil civa hakkında otizm başta olmak üzere pek çok iddia gündeme gelmiş olsa da sağlığa zararlı olduğu bugüne dek tam anlamıyla kanıtlanamadı.

Diğer bir tartışma konusu da aşının felce neden olacağı. Bu konunun ve kaygının üzerinde biraz durmak gerek. Söz edilen felç durumu Guilliain-Barré Sendromu denen bir klinik tablo. Guilliain-Barré Sendromu, bacaklarda başlayıp yukarıya doğru ilerleyen kas güçsüzlüğüyle devam eden bir felç halidir. Ancak bu sendrom sadece aşılardan sonra gelişmiyor, aksine grip dahil pek çok enfeksiyondan sonra da gözlenebiliyor. Dahası bu hastalığa yakalanan kişilerin üçte ikisi kendiliğinden, büyük bir kısmı ise ilaç tedavisiyle tamamen ve hiçbir sekel kalmadan iyileşebiliyor.

Çok az sayıdaki hastada hafif kas güçsüzlüğü ile giden sekeller kalıyor. DSÖ’nün 19 Kasım 2009 tarihli açıklamasına göre Çin’de 11 milyon kişi aşılanmış ve sadece 10 kişide Guilliain-Barré Sendromu gelişmiş. Aynı açıklama sendrom gelişen hastaların hepsinin tamamen iyileştiğini de bildiriyor. Bugüne kadar tüm dünyada H1N1 aşısı, 65 milyon kişiye yapıldı. 65 milyon kişinin verileri incelendiğinde aşıya bağlı Guilliain-Barré Sendromu görülme riskinin bir milyonda bir olduğu saptandı. Unutulmamalı ki, aşı olmayıp grip geçirildiğinde ise bu oran 100 binde 1-2’dir. Yani aşı olunmaz ve grip geçirilirse hastalığa yakalanma riski, yaklaşık 10-20 kat daha fazla.

Türkiye’de aşılarda kullanılan adjuvanların olası yan etkileri ve sağlığa zararları hakkında da oldukça medyatik bir tartışma var. Aslında adjuvanlar sadece H1N1 aşısına özgü değil. Aksine pek çok aşıda kullanılıyor. Çünkü adjuvanlar, aşının vücuttaki bağışıklık etkisini kuvvetlendirmek için kullanılan maddelerdir. H1N1 salgınına karşı geliştirilen aşıların bazılarında “squalene” bazlı adjuvanlar kullanıldı. Squalene, insandaki kolesterol metabolizmasının bir ürünü olup, insan hücre duvarında ve kanında bulunan bir maddedir. H1N1 virüsüne karşı geliştirilen aşılarda kullanılan squalene ise köpekbalığının karaciğerinden elde ediliyor. Ayrıca squalene, 70 yıldan beri kozmetik sektöründe kullanılıyor.

Türkiye’de squalene ile ilgili tartışmalar sıklıkla Birinci Körfez Savaşı ile gündeme getirildi. Gerçekten de 1991-1993 yıllarında Birinci Körfez Savaşı’na gidecek olan Amerikalı, İngiliz, Avustralyalı ve Alman askerlere pek çok aşı yanında squalene içeren şarbon aşısı da yapıldı. Ülkelerine döndükten kısa süre sonra askerlerin bir kısmında nedeni bulunamayan süreğen kusmalar, depresyon, travma sonrası stres bozukluğu gibi nöropsikiyatrik bazı bozukluklar görüldü. Elbette bu klinik durumun nedenleri sorgulanırken pek çok madde yanında squalene de suçlandı. Ancak bugüne kadar yapılan hiçbir çalışmada squalene’in Körfez Savaşı Sendromu adı verilen klinik duruma neden olduğu tespit edilemedi. Aksine squalene içeren aşılar üzerinde yapılan 70’ten fazla çalışmada squalene’in sağlık riski taşıdığına dair anlamlı veriler bulunamadı.

DSÖ, 19 Kasım 2009 tarihli bilgi notunda domuz gribine karşı geliştirilen aşıların akut dönem yan etkilerinin 60 yıldır kullanılan mevsimsel grip aşısıyla benzer olduğunu ve mevsimsel grip aşısı kadar güvenilir olduğunu belirtti. Ancak aşının 10-20 yıllık uzun dönem yan etkileri konusunda elimizde yeterli bilgi olduğunu söylemek olanaklı değil. Buna karşın Ocak ayı ile birlikte bizi ciddi bir salgının beklediğini, son dönemde H1N1 virüsünün mutasyona uğradığını ve daha ağır hastalığa neden olduğunu, bugün itibarıyla net olarak biliyoruz.

Yapılan hesaplamalara göre salgını kontrol altında tutmak için nüfusun yaklaşık yüzde 40 ila 50’sinin bağışık olması gerektiği ortaya çıktı. Kişiler ya söz konusu hastalığı geçirerek ya da aşı olarak bağışıklık kazanır. Açıktır ki, ülkemizde yaşanan kafa karışıklığı aşılama hedefine ulaşmayı engelliyor.

Öte yandan kuşkusuz, her ilaç gibi aşıların da yan etkileri olabilir. Ancak yapılması gereken, aşının yan etkileri ve olası risklerini, aşı olunmazsa ve hastalık geçirilirse karşılaşılacak yan etkiler ve olası risklerle kıyaslamak. Bu açıdan bakıldığında, H1N1 aşısını yaptırmak sağlık açısından daha güvenilir ve mantıklı görünüyor. Ancak siz, ben ve ailem aşı olduğu için veya Başbakan ve ailesi aşı yaptırmadığı için değil, bilimsel verilerin ışığında karar verin.

ŞADİ İDEM: Dr., Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı

 

Radikal
Yayın Tarihi : 30 Kasım 2009 Pazartesi 19:39:03


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?