28
Mayıs
2024
Salı
SAĞLIK

Avrupa sansürlerdi, biz naklen yayınladık

Tüm dünya, özellikle de Türkiye son günlerde adına ‘kuş gribi’ denilen virüsle uğraşıyor. Göçmen kuşlardan kümes hayvanlarına, onlardan da insanlara bulaşan bu ölümcül hastalıkla ilgili haberlerin Türkiye’de abartıldığı iddia ediliyor.

Geçmişte de kuş gribi gibi toplumu felakete sürükleyen hastalıklarla ilgili basına sansür uygulanmış. Çünkü psikolojisi bozulan, paniğe kapılan halkın virüse karşı direncinin azaldığına inanılırmış. Tıpkı son 10 yıldır kuş gribiyle mücadele ettiği halde bunu hem kendi hem de dünya kamuoyundan saklayan Hollanda gibi. Tarihte de bu haberlerin hükümetlerce sansür edildiğini söyleyen Dr. Erhan Afyoncu, “I. Dünya Savaşı’nda grip virüsü 20 milyondan fazla insanın ölümüne yol açtı. Ancak, ülkeler kendi vatandaşları ile ilgili ölüm haberlerini yayınlatmadı. İspanya savaşta taraf olmadığı için grip salgını ile ilgili haberlere sansür uygulamadı. Bu yüzden de yüz binlerce insanın ölümüyle ilgili haberler gazetelerinde çıktı, böylece bu virüs ‘İspanyol gribi’ adını aldı.” diyor.

Tarih boyunca bugün adını bile bilmediğimiz birçok hastalıkla mücadele eden insanoğlunun mücadele gücü hep hastalıklara galip geldi. Günümüzde herkesin korkulu rüyası olan birçok hastalık, örneğin kanser gibi bulaşıcı değil. SARS ve kuş gribi olarak nitelendirilen hastalıklar ise geçmişteki salgın hastalıkları hatırlatıyor. Tarih boyunca “Mahşerin Dördüncü Atlısı” denilen kolera, çiçek, verem, cüzam, sıtma, difteri, tifo, tifüs, frengi, grip ve veba gibi bulaşıcı hastalıklarla mücadele eden insanoğlunun dramı, Doris Flexner, Andrew Nikiforok ve Zeynep Dramalı’nın kitaplarında genişçe anlatılıyor.

Veba, fare ve pirelerden yayıldı

Tarihçi Dr. Erhan Afyoncu, yeni hazırladığı kitabında, 20. yüzyılda hayvandan insana bulaşan salgın hastalıkların toplumda bıraktığı acılar üzerine çalışıyor. Afyoncu’ya göre insanoğlu geçmişte yaşadığı acıları unuttu. “19. ve 20. yüzyılda bulunan aşılar ve 20. yüzyılda keşfedilen antibiyotiklerle bulaşıcı hastalıklar dönemine son verildiği zannedildi.” diyen Afyoncu, insanlık tarihinin gördüğü en korkunç hastalığın veba olduğunu ve fareler ile pireler yoluyla yayıldığını söylüyor: Farelerin taşıyıcılık yaptığı veba, denizyollarını takip ederek Asya’nın bir ucundan Avrupa’nın bir ucuna her yerde etkisini gösterirdi. İlk büyük veba salgını 542’de Akdeniz kıyılarında görüldü. En korkunç veba salgını ise 1346 ile 1353 yılları arasında meydana geldi. Moğollarla Orta Asya’dan gelen ve Yersina basili taşıyan pireler, İpek Yolu boyunca dolaştılar. Asya’da başlayan salgın, Kırım’dan bütün Avrupa’ya yayıldı. “Kara ölüm” olarak anılan veba sonucunda nüfusunun üçte biri yok olan Avrupa’nın ekonomik ve kültürel yapısı değişti. Vebanın uğradığı yerler ölü birer şehir hâline gelirlerdi. Hiçbir iş, hiçbir dinî ayin yapılamazdı. Ortaçağda vebaya karşı hiçbir ilaç bulunamamış. Papazlar, veba salgınına karşı kiliselerde su içmeyi yasaklamış ve sadece şarap içilmesine izin vermiş. Papazlar, insanların İncil’in özellikle “Dördüncü Atlı” bölümünü tekrar tekrar okuyup, dua etmelerini istemiş. Günahları affettirerek hastalığın ortadan kalkması için kendilerini kamçı ve zincirlerle döven “Haç Kardeşliği” veya “Kamçıcılar tarikatı” adı verilen bir grup ortaya çıkmış.

Çan kulelerine siyah bayrak asılırdı

Ortaçağda alınan önlemler de insanlık dışı. Gemilerde ve hastalığın görüldüğü yerlere karantina uygulanırdı. Veba görülen şehirlerde çan kulelerine siyah bayrak asılarak, oraya gelecek olan yolcular da uyarılırdı. Vebalılar açlıktan, hastalıktan ölsünler diye evlerine hapsedilir veya şehir dışına sürülürlerdi. Panayırlar, fuarlar, dinî ayinler gibi insanların toplu olarak bir araya geldiği toplantılar yasaklanırdı. Halka açık tuvalet ve hamamlarda günah işlendiği ve bu yüzden de Tanrı’nın burada bulunan insanları cezalandırmak için vebayı gönderdiği yaygın bir inanıştı. Kilise baskısı sonucunda halka açık hamamlar ve tuvaletler kapatılmıştı. Veba salgınından dolayı 1664-1665 yıllarında Londra’da yaşayanların altıda biri ölmüş. Bu veba salgınının hemen ardından, 1666 yangınında Londra’daki ahşap evlerin çoğu yanmış ya da yakılmış; böylece farelerin barınakları ortadan kaldırılmış. Avrupa’daki son büyük veba salgını 1720’de Marsilya’da görülmüş. Veba, bu tarihten sonra Avrupa’nın yakasını bırakarak, Ortadoğu’ya ve Asya’ya yerleşmiş.

Napolyon’un ordusunu tifüs bitirmişti

1892’de Hindistan’da ortaya çıkan salgın, Çin’e yayıldıktan sonra, okyanusu aşarak bir yandan Amerika’ya, diğer yandan ise Afrika’ya kadar yayıldı. Bu salgın sonucunda 1912’ye kadar 11 milyon insan öldü. En son veba salgını 1950’lerde Madagaskar’da görüldü. Erhan Afyoncu, savaş sırasında salgın hastalıklara yakalanan orduların mağlup olduğunu belirtiyor: “Napolyon’un Rusya seferinin başarısızlığında kış şartlarının etkili olduğu söylenir. Ancak Napolyon’un büyük ordusunu asıl yok eden tifüs salgınıydı. İspanyollar, Meksika ve Orta Amerika’da, İngilizler de Kuzey Amerika’da yerlileri silahtan çok, taşıdıkları çiçek mikrobuyla yok etmişlerdi. Çiçek hastalığına dayanıklı olmayan Amerika’nın yerli halkından milyonlarca kişi salgın sonucunda ölmüştü.”

Gribin dünya tarihine damgasını vurması Birinci Dünya Savaşı sırasında oldu. Afyoncu, 1918 baharında Kansas’ta bulunan kışlalarda ortaya çıkan grip virüsünün 20 milyondan fazla insanın ölümüne yol açtığını söylüyor: Bu hastalığa “yıldırım nezlesi”, “flanders gribi” “İspanyol gribi”, “İspanyol kadını” gibi adlar verildi. İspanya savaşta taraf olmadığı için grip salgını ile ilgili haberlere sansür uygulamamış, bu yüzden de yüz binlerce insanın ölümüyle ilgili haberler gazetelerde çıkmıştı. Bu yüzden grip “İspanyol gribi” adını almıştı. Hastalık, Amerika’dan Hindistan’a, Anadolu’dan Avrupa’ya birçok ülkeyi etkilemiş. Türkiye’de de on binlerce insanın ölümüne sebep olan salgını hiçbir ilaç durduramamış. Hastalık yaşlı genç demeden çok kısa sürede bulaştığı insanı öldürmüş. Bu yüzden epidemiyologlar, yani salgın uzmanları İspanyol gribi virüsüne öldürücü etkisinden dolayı ‘’süper virüs’’ adını vermişler. Daha sonra yok olan bu virüsün bugünlerde kuş gribi araştırmalarına yardımcı olması için laboratuvar şartlarında ABD’de tekrar canlandırıldığı söyleniyor.







Zaman/Abdullah Kılıç
Yayın Tarihi : 29 Ocak 2006 Pazar 14:29:04


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?