27
Mayıs
2024
Pazertesi
SAĞLIK

Yılbaşında içkiye dikkat

“Az az içiyorum, bir şey olmaz” demek büyük bir risk. Günde bir şişe bira ya da bir kadeh rakı bile karaciğerde yağlanmaya sebep olabiliyor. Bu, içen kişinin genetik yapısıyla ilgili. Alkolizm başlı başına bir hastalık. Üstelik birçok hastalığa yol açıyor.

Alkolün şişedeki gibi durmadığını en iyi içenler biliyor şüphesiz. Ama sonuçları ortada. Hem bireyde hem de toplumda onulmaz yaralar açıyor içki. Müptelaların “İçtiğim bir bira, az az içiyorum zararı yok, sosyal içiciyim, içince kendimi daha cesur hissediyorum” gibi ifadeler kullanması aldanmışlıktan başka bir şey değil. Zira alkol, beyindeki kontrol mekanizmasını devre dışı bırakarak kişide geçici rahatlama, gevşeme ve keyif duygusu sağlıyor. Etkisi bittiğinde kişi uzaklaşmak istediği sıkıntıları daha derinden yaşıyor. Yeniden alkole başvurduğunda ise ‘çakırkeyif’ moduna girebilmesi için dozu artırması gerekiyor. Kısa bir sürede oluşan kısır döngünün girdabına kapılarak ağır içiciliğe ya da alkolikliğe terfi ediyor. Sonuç ya koma ya da ölüm.

25 yıldır çeşitli madde bağımlılarının tedavisiyle uğraşan Balıklı Rum Hastanesi Anatolia Klinikleri Şefi Prof. Dr. Mansur Beyazyürek, “Bugüne kadar alkolle problemi olan yaklaşık 50 binin üzerinde insanla karşılaştım. Birbirinin aynısı iki hastam olmadı. Hepsi birbirinden faklı.” diyor. Her insanın vücut yapısının farklılık arz ettiğini vurgulayarak, “Kiminin vücut yapısı alkole dayanıksızdır. Bir şişe bira içse de karaciğerinde yağlanma oluyor. Ya da birden sarhoş reaksiyonu gösteriyor.” diye konuşuyor. Bunun tersi de söz konusu elbette. Bazıları günde bir büyük şişe rakı içse de karaciğeri hasar görmeyebiliyor. Tabii ki bu durum istisna. Daha çok genetik yapıyla ilgili.

Hem alkolün tek zararı karaciğere değil. Bu yüzden, alkol kullanan herkes bu içeceğin kendini nasıl etkilediğini çok iyi öğrenmeli. Karaciğer kadar beyne de zarar veriyor alkol. Mide, bağırsak ülserine, gastrite yol açıyor. Vücuttaki bütün sistemlerde hasar oluşturabiliyor. Prof. Beyazyürek’e, “Alzheimer’le de ilgisi var mı?” diye soruyoruz: “Böyle bir bulgu yok. Ancak uzun süre alkol kullanın kişi Alzheimer olacak kadar da yaşlanmaz zaten.”

ALKOL, PANİK ATAK HASTALARI İÇİN BÜYÜK RİSK

Alkol paranoyası diye isimlendirilen beyin hasarına bağlı akıl hastalığı da sürekli bu maddeyi tüketenlerin karşılaşabilecekleri kötü sonuçlardan sadece biri. Alkol müptelalığı başlı başına bir depresyon sebebi. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Çelikkol, alkolün psikotik harici ruhsal bozukluklara zemin hazırladığına da dikkati çekiyor: “İntihar davranışlarında, depresyondan sonra, ikinci sırayı alkolle bağıntılı bozukluklar alıyor.” 1988’den bu yana yurt içi ve dışında alkolizm üzerine çalışmalar yürüten İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan Yargıç’a göre alkol bağımlılığı kendi başına bir hastalık: “Bağımlılarda birtakım psikiyatrik rahatsızlıklar diğer insanlara nazaran daha fazla görülür. Normalde 100 kişinin 5’inde depresyon görülüyorsa, bunların aktif içme döneminde yarısında, bırakmada ise yüzde 20’sinde tedavi gerektiren depresyon söz konusudur.” Alkolün panik atakla ilişkisinden de söz eden Prof. Yargıç, “Panik atak hastaları da ayrı bir tehditle yüz yüze. Bu hastalığın sebebi beyindeki nor adrenalinler, alkolle bastırılabilir. Panik atak birisi alkol alınca rahatlar bu yüzden. Ama alkolün etkisinin geçmesiyle panik ataklar daha şiddetli olur. Çünkü bastırılan nor adrenalinler daha büyük etki yapar. Bunlar dışında alkolizmle şu hastalıklar arasında da bağlantı var: sosyal fobi, travma sonra stres bozukluğu, manikdepresiflik.” diyor.

KALBE İYİ GELEN ŞARAP DEĞİL ÜZÜMÜN ÇEKİRDEĞİNDEKİ MADDE

İçki cinsellik ve üreme yeteneğine de darbe indiriyor. Prof. Beyazyürek, alkolün 30 yaşındaki bir kişinin cinsel ilişki sıklığını haftada iki üç günden bire düşürdüğünü söylüyor. Bağımlılığın derecesiyle sıklık arasında ters orantı söz konusu. Öte yandan alkol kısırlık sebeplerinin ilk sıralarında yer alıyor. Sperm hücrelerini çok hızlı bir şekilde öldürüyor. Erkeğin doğurtkanlığı azalıyor.

Alkolün sosyal zararları fizyolojik ve psikiyatrik tahribatı aratmıyor. İş, okul ve aile hayatı adeta felce uğruyor. Konsantrasyonun ön plana çıktığı işlerde verim sıfıra yaklaşıyor. Trafikte insanları canavarlaştıran ana unsurlardan biri aynı zamanda.

Alkol ve diğer uyuşturucular birer (toksik madde) zehir. Yine de bunların kullanımı insanlık tarihi kadar eski. Prof. Çelikkol’a göre günlük dilde ‘sarhoşluk’ dediğimiz olay tıp dilinde akut alkol intoksikasyonu, daha açık deyişle zehirlenmesi. “Ben sadece bira içiyorum.” demenin bir yanılgı olduğunu vurgulan Çelikkol, “Hâlbuki konuya birim alkol açısından bakıldığında arada bir fark bulunmuyor. Bir şişe bira, yaklaşık bir kadeh rakı, viski gibi sert içkiye, bir bardak şaraba eşdeğerdir. Önemli olan, alınan alkol miktarıdır.” diyor.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Recep Akdur, Türkiye’de alkol kullanımının alarm derecesinde artma eğilimi gösterdiğini belirtiyor. Aileden başlayarak topluma yayılan bağımlılığın, salgın haline dönüşmesinden korktuğuna dikkati çekerek, yeni başlayanların ve bağımlıların artışını Tekel’in özelleştirilip dış piyasaya açılmasıyla bira ve düşük alkollü içeceklerin yaygınlaşmasına bağlıyor: “İçimi kolay olan ve zararsız zannedilen bu içeceklerin gençler ve çocuklar tarafından alınması ve dozunun giderek arttırılması alkol bağımlılığına neden oluyor.”

Çelikkol’un şu söyledikleri ise oldukça önemli: “Alkolizmin nerede başladığı, hangi durumda alkolizm deneceği açık değildir. Her düzeyde alkol kullanımının, kullanan her kişi için bir üst basamağa çıkma riskini artırdığı bilinmelidir. Bugünün masum bira içicisi yarın alkolik olmaya adaydır.”

Gelelim, “günde bir kadeh şarap kalbe faydalı” efsanesine… Prof. Dr. İlhan Yargıç, efsaneyi onaylıyor, ama nasıl? “Doğru, günde bir kadeh şarap kalbe iyi gelir, kolesterolü düşürür. Etkiyi yapan şaraptaki alkol değil, şarabın üretildiği üzümün çekirdeğindeki antioksidanlar. Kuru üzüm de yesen aynı faydayı elde edebilirsin. Sağlık adına şarap içmek zorunda değiliz.” Yargıç’ın ironik yaklaşımının arka planını unutmamak lazım. Bir an için sağlık adına kuru üzüm yerine bir bardak şarap tüketmenin yeğlendiğini kabul edelim. Ya, şaraptaki alkolün bütün vücut sistemlerine yaptığı tahribat ne olacak? Şarabın, kişiyi alkolik aşamasına götürmeyeceğinin garantisi var mı?

Sıkıntı ve keder anından uzaklaşmak için içenlerin halini ‘içiyorsa bir sebebi var’ özdeyişiyle anlamak mümkün belki. Mutlu günlerinde, neşeliyken ya da güzel bir gelişmeyi kutlamak mantığıyla içilmesinin sebebi ne ola ki? “Bir kutlamada neşelenmek, hareketlerine serbesti getirmek adına içiliyor. Kontrol mekanizması ortadan kalkıyor. Kontrol mekanizması olmadan bir davranış içine girişi arıyorlar. Dolayısıyla kutlamalarında alkol tüketiyor bazıları.” diye cevaplıyor bu soruyu, Prof. Beyazyürek. Ardından gelen “Alkol neşe verir mi gerçekten?” sorusunu şöyle cevaplıyor: “Bir süre için. İnsan hep hareketlerini ve davranışlarını kontrol eden bir varlıktır. Cemiyet içinde yaşamanın kuralı da bu zaten. Kontrolsüzlüğü arıyor. Bulunca da neşelendiğini zannediyor.” Zevk arayışı aynı zamanda alkolü bırakamamanın da temel sebeplerinden. Prof. Yargıç, “Beyindeki zevk merkezi bağımlılık yapan madde tarafından etkileniyor. Zamanla söz konusu madde sırf keyif verdiği için kullanılıyor. Ardından bağımlılık oluşuyor. Mesele dürtünün tatmini peşinde koşmayı bırakma. Eğer irade gösterilirse altı ay-bir sene aralığında beynin zevk merkezindeki aşırı uyarılmışlık ve buna bağlı dürtü azalıyor.” diyor.

Alkol kullanma yaşı giderek düşüyor. Bu durup dururken olmasa gerek. Prof. Beyazyürek Türkiye’deki sosyal yapının alkol almayı özendirdiği görüşünde: “Okulların etrafına bakınız. Yasa ile uygulama birbiriyle çelişiyor. Yasa diyor ki, devlet vatandaşını her türlü bağımlılık yapıcı maddeden korur. Bir meyhane en az 200 metre mesafede olacak deniyor. Galatasaray Lisesi karşısında Çiçek Pasajı var. Çıkan öğrenci orada eğlenen, içki içen insanları görüyor. Bu çelişki ortadan kalkmadıkça alkol sorunuyla gerçekçi bir mücadele yapılamaz.”

Prof. Recep Akdur’a göre alkol kullanımının önüne geçilmesinin ilk şartı etkin denetim. Okul, dershane, kurslar ve spor alanları gibi gençlerin sıklıkla gittiği yerlerin çevresinde alkol satışı mutlaka yasaklanmalı. Ayrıca 18 yaşın altındakilere satışa da kesinlikle izin verilmemeli.

ALKOL TÜKETİMİNDE TÜRKİYE OECD SONUNCUSU

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2005 verilerine göre Türkiye’de 4 milyon alkolik, 13 milyon da alkole meyilli kişi var. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) üyeleri arasında en az alkol tüketen ülkeyiz. Kişi başına alkol tüketimimiz yaklaşık 1,5 litre. Yıllık toplam tüketim ise 7,5 milyon litre. Türkiye’yi kişi başına 4,6 litre ile Meksika izliyor. Norveç, OECD ülkeleri arasında alkol tüketimi en düşük üçüncü ülke. Şaraplarıyla ünlü Fransa ise alkol tüketiminin lideri.

2006’da Yeşilay tarafından yapılan araştırma, şiddet olaylarının yüzde 50’sinin alkolden kaynaklandığını gösteriyor. Türkiye dahil 30 ülkeyi kapsayan araştırmaya göre intiharların yüzde 90’ı, cinayetlerin yüzde 85’i, boşanmaların yüzde 80’i, tutuklanmaların yüzde 78’i, hırsızlık ve yankesiciliğin yüzde 71’i, trafik kazalarının yüzde 70’i, işe gitmemelerin yüzde 60’ı alkolden kaynaklanıyor.

MEDYA ALKOLE ÖZENDİRİYOR

‘Alkol bütün kötülüklerin anasıdır’ söylemi artık eskisi gibi iz bırakamıyor belleklerde. Yeşilay Cemiyeti, yıllardır toplumu uyarma vazifesini eda edemiyor hakkıyla. ‘Neden?’ sorusunda cemiyeti bağlayan sebepleri ve yeni yönetime gelen genç ekibin ışık saçan projelerini biraz sonra okuyacaksınız. Ama öncesinde cemiyeti ve bağımlı maddelere karşı diğer uyarıcı propaganda faaliyetlerinde bulunan kuruluşları gölgeleyen gerçeğe ayna tutmak gerekiyor biraz.

Aynada, medyada ve sinemada yer alan boy boy alkol reklâmlarını ve özendirici haberleri görüyoruz ilk bakışta. Bağbozumunda alevlenen şarap kültürü haberleri her yılbaşı öncesinde diğer içkilerle ittifak halinde kaplayıveriyor ülkenin çok satan gazetelerinin sayfalarını. Özel ekler bile çıkarılıyor. İçki hakkındaki istatistikler öylesine masumane dile getiriliyor ki sanki çok güzel bir gelişmenin sevinci paylaşılıyor kamuoyuyla. 16 Aralık 2006 tarihli Hürriyet gazetesinde bir içki firmasının yetkilisi Uzakdoğu için yeşil çaylı rakıyı deneyeceklerini müjdeliyor! Haberde rakı içen kadın oranının yüzde 15’e çıktığı; bu oranın eskiden yüzde 10 olduğu; yüzde 5’lik bir başarı elde edildiği dile getiriliyor. Firmanın bir başka müjdesi ise Yeni Rakı’yı, eski Türk filmlerinde görünen şişe etiketleriyle piyasaya sürecek olması.

Haberde yer alan bir ara başlık şöyle: En çok satış bakkalda. Firma yetkilisi ‘bakkallar kral’ diyor. Toplam içki satışının yüzde 48’i bakkallarda, yüzde 28’i kuruyemişçi-tekel bayilerinde ve yüzde 20’si de marketlerde gerçekleşiyormuş. Aynı gazetede iki gün sonra yayımlanan bir haber, kimse kızmasın, iç burkucu. Başlık aynen şöyle: Oğlumun ‘Biracı anne’si oldum / Türkiye’yi ihracat üssü yaparım. Bu sözler Carlsberg isimli dünyanın en büyük 5 bira şirketinden birinin ilk kadın CEO’su Damla Birol’a ait. 1 Ocak 2007’te Türk Tuborg’da CEO’luk koltuğuna oturmaya hazırlanan Birol’a 5,5 yaşındaki oğlu Kerem ‘anne’ yerine ‘biracı anne’ diye sesleniyormuş. Habere göre Türkiye’de kişi başı bira tüketimi 12 litreymiş. 1970’lerde 1,5 litrelerde dolanıyormuş. ABD’deki rakam 80 litre. Bira kültürünün hüküm sürdüğü ülkelerde ise 150 litre. Türkiye bira ihracatının önemli bir bölümünü Irak’a yapıyor. Hürriyet 19 Aralık’ta içki reklâmlarıyla bezenmiş ‘Hadi Eğlenceye’ manşetli özel bir ek verdi okurlarına. Aynı gün Radikal’in ‘İçki Keyfi’ eki de içmeye davet ediyordu insanları. Hürriyet’in ekindeki Kanat Atkaya’nın yazısında bir ayrıntıya takılıyor insan ister istemez: “Bir bira diye bir kavram yoktur! En güzel bira ikinci biradır. Üçüncüde frene basmak, dördüncü biraya pek bulaşmamak gerekir.” Acaba ikinci birayı içenlerin ne kadarı dördüncü biraya bulaşmadan edebiliyor?

İÇKİ REKLÂMLARI DAVA EDİLEBİLİR

Prof. Mansur Beyazyürek birçok gazetede tam sayfa yayımlanan içki reklâmlarına hayli tepkili: “İçkinin reklâmı bütün medeni ülkelerde yapılırken altında, ‘belli bir dozun üzerinde alındığında zarar verir’ diye yazar. Türkiye’de bu bile yok. Böyle bir şey var mı? Zarar verici bir maddenin içersen ancak hayatı bulursun diye reklâmı olur mu? Hem de tam sayfa!” Beyazyürek, medyaya şöyle sesleniyor: “Gazetelerin hassas olması lazım. Çoluk çocuğun eline verilen bir gazeteyim deyip, Hürriyet gibi Sabah gibi gazetelerin bu reklâmları almaması lazım. Alındığında şimdikinden daha küçük olmalı. Mutlaka zararı vurgulanmalı haberlerde. Bir konserve kutusunda son kullanma tarihi, içindeki maddeler belirtilmese dava edersiniz. İçki reklâmı veren zararlı olduğunu niçin yazdırmıyor. Vatandaş dava edebilir.”

Merak edilen konulardan biri de, sigaraya karşı oluşan tepki ve bilinçlenmenin alkolde niçin meydana gelmediği. Oysa toplum, sigara gibi alkolün zararında da hemfikir. Nice ocağın alkol yüzünden söndüğünün yakın şahidi. Kapalı yerde sigara içen biri ikaz edildiğinde derhal mahcup bir edayla gereğini yerine getirirken, alkolde neden bu noktaya varılamıyor? Prof. Beyazyürek’e göre, sigaradaki bilinçlenmede maddenin üzerine ‘sağlığa zararlıdır’, ‘erkekliği öldürür’, ‘kansere yol açar’ ve benzeri ifadelerin yazılması son derece etkili oldu. Bütün dünyada sigara tüketimi yüzde 5 oranında azaldı.

YEŞİLAY ATAĞA GEÇİYOR

Diğer yandan sigaranın içmeyenlere de zararı var. Hatta pasif içicilerdeki zarar, içenden daha fazla. Bu bilgiler içmeyenleri harekete geçirdi. Alkolün zararının göz ardı edilmesinde ‘sosyal statü’ymüş gibi algılanmasının etkisi de var mı sorusuna Beyazyürek’in cevabı çok net: “Bağımlılık yapıcı maddeyi kullanmak sosyal statü değildir. Böyle bir sosyal statü yok dünyanın hiçbir yerinde. Bu bir kandırmaca.”

5 Mart 1920’de kurulan Yeşilay’ın (Hilali Ahdar), 1980’lerde çok etkin bir performans ortaya koyduğunu görüyoruz. Mektup pulu geliri ve okullarda dağıtılan zarflarla desteklenen cemiyet, son 10-15 yıldır geri planda. Yeşilay Genel Sekreteri Ahmet Sırrı Arvas, devletten acilen fon ayırması ve mekân tahsis etmesini istediklerini belirtiyor. Bunun için siyasi ve bürokratlarla temas halindeler. Yazar ve avukat Mustafa Necati Özfatura’nın iki dönemdir başkanlığını yaptığı cemiyetin görevdeki genç yöneticilerinin birçok projesi var; ama zamanlarının yüzde 70’ini projelere sponsor desteği için harcamak zorunda kaldıklarından işler biraz yavaş ilerliyor.

Tüm imkânsızlıklara rağmen okullara 1,5 milyon adet doküman göndermişler. Konferans, seminer, tiyatro ve akademik yazı çalışmaları da devam ediyor. Mayıs 2007’de Türkiye’deki ilk uluslararası bağımlılık sempozyumunu organize edecek Yeşilay. Hedef, dünya çapında uzmanları bir araya getirmek. Şu an 76 proje üzerinde çalıştıklarını söylüyor Arvas. Yine onun verdiği bilgilere göre Yeşilay’ın birkaç binanın kira geliri haricinde maddi akarı yok. Çalışanların hepsi gönüllü.

1996’dan bu yana Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne bağlı AMATEM’de görev yapan Doç. Dr. Duran Çakmak, son 10 yılda madde bağımlılığında artış gözlemlediklerini söylüyor. 100 yatak kapasiteli merkezde halen 85 hasta yatarak tedavi görüyor. Bunların 5’te 3’ü alkol bağımlısı.

AMATEM’E HER GÜN 100 BAŞVURU

Ankara Numune Hastanesi Psikiyatri ve Alkol ve Madde Bağımlıları Tedavi Eğitim Merkezi (AMATEM) Klinik Şefi Doç. Dr. Nesrin Dilbaz, merkezde tedavi gören madde bağımlılarının çoğunun, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’dan geldiğini belirtiyor. Listenin başında Gaziantep var. Onu Van izliyor. Hâkkari ve Kilis’teki oran da yüksek. Dilbaz bunun sebebini şöyle açıklıyor: “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da eroin, esrar, alkol gibi maddelere kolay ulaşılıyor, kullanımı sosyal kabul görüyor ve kaçak geldiği için ucuza satılıyor. Bu da bu bölgelerde bağımlı sayısının yüksek olduğunu gösteriyor.” 2004’te 572 hasta tedavi için merkeze yatırılmış, bu sayı 2005’te yüzde 25’lik artışla 784’e çıkmış.

Duran Çakmak’a göre hayat boyu devam etme eğilimi taşıyan hastalığın tedavi sonrası nüksetmemesi için azami dikkat şart. Kesin bırakmasına rağmen ‘bir kadehten bir şey olmaz.’ diyen alkoliğin eski haline dönmesi işten bile değil. ‘Kayma’ diye tanımlanan bu sürecin başarıyla atlatılmasında kişiye, ailesine ve yakınlarına büyük iş düşüyor. Çakmak, zaten alkoliklerin hastalıklarını kabul etmede 3-5 yıl zaman kaybettiklerini hatırlatarak, tedavi sonrasındaki hassasiyete bir defa daha vurgu yapıyor: “Herkes bağımlı olabilir. Bu asla unutulmamalı.”

Çakmak, alkol bağımlığında genetik ve sosyal sebepler kadar öğrenme ve karakter gibi boyutları da önemsiyor. Tedavi aşamasındaki hastaların hepsi aynı oranda umutla dolu değil. Kimi tedaviden olumlu sonuç alınacağına inanırken kimi de daha baştan ‘geliyoruz ama neticesiz kalacak.’ görüşünde. Çakmak bu noktada iradenin ehemmiyetine işaret ediyor. AMATEM’e her gün 100 kişi başvuruyor. 2005’te 8 bini alkol yüzünden 17 bin kişi kapısını çaldı merkezin. Bunların 1400’ü yatılı tedavi gördü. Ekim 2006 sonunda geçen yılkı başvuru miktarı çoktan yakalanmıştı.

İstanbul’daki merkeze gelen bir hastanın ilk aşamada alkol veya madde kullanımının kesilmesine bağlı yoksunluk bulguları ilaçla tedavi ediliyor. Sonrasında alkol veya maddeye tekrar başlamamaya yönelik psikoterapi programı uygulanıyor. 28 günlük bu program hastanede tamamlanıyor. Hastaların yakınlarına yönelik aile toplantılarıyla tedavi süreci destekleniyor. 1983’ten beri hasta kabul eden merkezde 1 klinik şefi, 6 psikiyatri uzmanı, 1 aile hekimi, 7 asistan doktor, 5 psikolog, 35 hemşire, 5 sağlık memuru hizmet veriyor. Polikliniklerden eğitim salonuna, yoğun bakımdan kütüphaneye kuvvetli teknik alt yapısı var. 1996-2003 yılları arasında alkol kullanımı sebebiyle AMATEM’e başvuranların sayısı 62 bin 81 kişi. Bunlardan 2 bin 974’ü kadın, 59 bin 107’si erkek. Aynı dönemde yatılı tedavi görenlerin sayısı 174’ü kadın, 6 bin 613 kişi. Erkeklerde en çok başvuru 8 bin 475 ile 1999’da, kadınlarda 631 ile 1998’de gerçekleşiyor. Yatılı tedavi rekoru, erkek ve kadınlarda da 1988’de kırılıyor. Bu yıl 955 erkeğe ve 36 kadına yatılı tedavi tatbik ediliyor. Merkezde yoğun bakım, alkol-madde yoksunluk tedavisi (detoksifikasyon), alkol-madde kullanımına bağlı psikoz ve 28 günlük psikoterapi tedavisi üniteleri bulunuyor. 2006’nın ilk 9 ayında 17 bin 81 kişi poliklinikte çare aradı.

ADSIZ ALKOLİKLER DAYANIŞMASI

Hastalıkları sebebiyle mecburen ‘yalnızlık’ sendromu içine giren alkolikler çıkış yolunu, 1935’te kendi aralarında kurdukları dayanışmada aramışlar. Başlangıç yeri ABD. Prof. Ahmet Çelikkol’un verdiği bilgiler ‘Neden ABD?’ sorusuna açıklık kazandırıyor: ABD halkının üçte ikisi alkol kullanıyor, yarısı da düzenli içici. Bu ülkede bir ara yasayla alkol yasaklanıyor ama nafile. Kendilerini Adsız Alkolikler (A.A.) olarak adlandıranlar da hızla bütün dünyada örgütleniyor. 1980’lerde Türkiye’de de A.A. grupları oluşuyor.

Ankara merkezli gruplardan şu anda Antalya, Çankaya, Fethiye, Karşıyaka, Mersin, Körfez Ören, Tekirdağ, Beyoğlu, Çapa, Fethiye Vaatler, KKTC, Moda, Pamukkale, Harbiye Turkuaz, Bodrum, Datça, İzmir, Kuşadası, Nazilli, Sıhhiye, Yeşil Niksar, Bursa Uludağ, Denizli, Kadıköy Birlik, Marmaris, Nişantaşı ve Tarsus adlı gruplar faal halde. Grupların hepsi tıbbi tedavi merkezleriyle temas halinde. Bir yandan tedavileri sürüyor, diğer yandan birbirleriyle kurdukları dayanışma.

A.A.ya göre alkoliğin en büyük problemi hastalığını kabul etmemesi ya da yeterince farkında olmaması. Bu sebeple irtibat kurdukları kişilere önce 12 soruluk testi samimiyetle cevaplamalarını öneriyorlar. Dört ya da daha fazla soruya evet cevabını verenler, alkolle ciddi problem yaşıyor demek. Sorular şöyle: 1) Bir hafta boyunca içki içmemeye karar verdiğiniz halde, dayanamayıp birkaç gün sonra yeniden içmeye başladığınız oldu mu? 2) Çevredeki insanlar içki içmenizle ilgilendiklerinde; ‘Bunlara da ne oluyor, içki içmemden onlara ne?’ diyor musunuz? 3) Her zaman içtiğiniz içkiyi, baş ağrısı yapmaması, ağzınızın kokmaması ya da sarhoş etmemesi için değiştirdiğiniz oluyor mu? 4) Son bir yılda sabahları da içtiniz mi? 5) İçki içtiği halde herhangi bir sorunu bulunmayan kimselere gıpta ediyor musunuz? 6) Son bir yıldır, alkol, sağlığınızla ilgili problemler oluşturmaya başladı mı? 7) Alkole düşkünlüğünüz evinizde probleme yol açıyor mu? 8) Davet edildiğiniz toplantıda sunulan içkiyi yeterli görmeyip daha fazlasını arar mısınız? 9) İstemediğiniz halde sarhoş olduğunuzda hiç “Dilediğim an içkiyi bırakırım” diyor musunuz? 10) Son yıllarda gece alkol aldığınız için ertesi gün işe gidemediğiniz veya gitmediğiniz oldu mu? 11) Ayıldığınızda sarhoş geçirdiğiniz günlerin gecelerin hatırlamadığınız anları var mı hiç? 12) “İçmeseydim hayatım çok daha iyi olurdu” diye düşünür müsünüz bazen?

A.A.ların tedavi sürecinde uyguladıkları 12 basamaklık bir süreç tabloları da mevcut. 12 aşamanın kuralları beynelmilel. Ülkelere göre uyarlama konusuna dair ayrıntıları ilgili gruplar veriyor. Gruplar hiçbir şartta medyaya çıkarak deşifre olmuyor. Bir sivil toplum kuruluşu değiller. Kapalı devre terapi grubu niteliği taşıyorlar. Deşifrenin dayanışmayı ve oluşumu etkisiz kılacağına inanıyorlar.

Prof. Dr. Mansur Beyazyürek, alkoliklerin alkol alarak yoksunluk krizini sonlandırdıklarında normale döndüklerini zannettiklerini söylüyor. Oysa bu büyük bir yanılgı. Durumları gerçekte sarhoşluk belirtileri gösteren kişiden daha da vahim. Yoksunluk krizinin bitmesiyle konsantrasyonlarının arttığını hissetmeleri anormal bir hadise. O sırada kanlarında sıradan bir sarhoşun belki iki katı alkol var. Yani bir adım sonrası giriş paragrafında yazdığımız gibi koma ya da ölüm…


GAZİANTEP’TE BAĞIMLILIK ARAŞTIRMASI

Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Psikiyatri Anabilim Dalı Alkol ve Madde Kullanım Bozuklukları Birimi (GAMAB), son 5 yılda (1 Ocak 2001-31 Aralık 2005) kendilerine başvuranların sosyodemografik özelliklerini inceledi. Bu sürede GAMAB’a 126 hasta başvuruyor. Yüzde 96,8’i erkek. Ortalama rakamlar ise yaşta 36,2; madde kullanma süresinde 13,19 yıl. Kullanılan madde oranları da sırasıyla yüzde 46,8 alkol, yüzde 42,1 eroin ve yüzde 7,1 esrar. Alkol bağımlılarının başlama yaşı ortalaması 24,3. Alkol dışı madde ortalaması ise 22,44. Alkol bağımlılarının yaş ortalaması diğerlerine nazaran daha yüksek. Suça karışmada tam tersi bir durum söz konusu. Eğitim seviyesi yükseldikçe suç öyküsünün azaldığı gözlendi. Güneydoğu’da bu konuya dair ilk araştırmanın sonuçları, Türkiye’nin diğer yörelerindeki sonuçlarla genelde benzeşiyor. Ama başlama yaşı daha yüksek. Kadın oranları daha düşük. Bu da sosyokültürel özelliklerin bağımlılıkta farklılık doğurabildiğini ortaya koyuyor.


DİNLER VE ALKOL

İlkçağ dinleri alkolü yasaklamamış, hatta dinî törenlerin kutsal bir simgesi saymış. Bağ, üzüm ve şarap kutsal sayılmış. Yunan ve Roma’da alkolün kazandığı bu nitelik, Hıristiyanlıkta da devam etmiş. Şarap “Hz. İsa’nın Kanı” gibi kutsanarak dinî törenlerde özel bir yer almış. Musevilikte de sarhoşluğa gitmeyecek oranda içilmesi dinsel tören kabul edilmiş. Hıristiyanlık sarhoşluğu yasaklarken alkol alımını serbest bırakmış.

İslâmiyet’te ise alkol kullanımı tamamen yasak. Mâide suresinin 90 ve 91. ayetinde “Ey iman edenler! Şarap, kumar, tapınmak için dikilmiş taşlar ve fal için kullanılan oklar şeytanın murdar işlerindendir. O halde onlardan kaçının ki felah bulasınız. Şüphesiz ki şeytan, içki ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan alıkoymak ister. Artık vazgeçmez misiniz?” diye buyruluyor. Yine Hz. Muhammed (S.A.V) birçok hadisinde alkollü içkileri men ediyor.


ALKOL TÜKETİMİNİN KANSER RİSKİNE ORANI

Tüketim miktarı Kanser riski
0-30 gr. 1,2
30-60 gr. 3,2
60 gr.üstü 9,2

aksiyon
Yayın Tarihi : 26 Aralık 2006 Salı 15:26:55


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
ismail demirkol IP: 81.214.182.xxx Tarih : 26.12.2006 18:51:08
içki severler için çok mubarek günler geçireceğiz sanırım...kurbanlar kesiliyo hayde akşamına topla akrabaları kur masayı al rakıyı yılbaşı kutla..iki dua bile etme ne güzel....ayrıca bekletilmiş üzüm suyu sarhoş eder adamı benim bildiğim üzüm suyu pekmez valla ne sakliyim...hz ali bir üzümü paylaştırmış bekletmeden yapmış bu işi şarap haline gelmedennn...dikkat mubarek günlerdeyiz...