2006 Mart'ında 'Güvenlik güçlerimiz, kadın da olsa, çocuk da olsa terörün maşası haline gelene ne gerekiyorsa yapacaktır' diyen Tayyip Erdoğan'ın bugün Demirel, İnönü ve Özal'dan daha demokratik ve barışçı olabileceğini düşünenlerin çok dikkatli olması gerekiyor...
Son döneme damgasını vuran AKP’nin Kürt açılımı kamuoyunda gittikçe artan bir heyecan ve beklentiye yol açtı. Şimdiye kadar hiç telaffuz edilmemiş kelimelerin konuşulduğu, hiç ortaya atılmamış projelerin gündeme geldiği, Kürt sorununun çözümüne hiç bu kadar yaklaşılmadığı görüşü kamuoyunda hızla alıcı bulmaya başladı. Halbuki devlet, bugün Tayyip Erdoğan ve AKP’nin söylemlerinin benzerlerini 1993 yılı baharında da ortaya atmış ve kamuoyunda yine bugüne çok benzer bir siyasi mobilizasyon yaratmıştı. 1993’teki “açılım” 1993-1994 sonrasında Çiller hükümeti döneminde yükselen askeri operasyon ve siyasi saldırı dalgaları ile kapandı. AKP’nin 2002’den beri izlediği Kürt politikası da bu yeni açılımın nasıl kapanacağı sorusunu akıllarda tutmayı gerektiriyor. Peki, 1993’te ne olmuştu?
1993’te Demirel başbakan, İnönü başbakan yardımcısı ve Özal da cumhurbaşkanıydı. 13 Mart 1993’te, Talabani Özal, Demirel ve İnönü’ye bir mektup göndererek Abdullah Öcalan’ın “Terörizmi araç olarak kullanmayacağız, TBMM’yi tanıyoruz, Kürt sorunu mecliste çözülmelidir” dediğini ve 15 Mart’ta bir basın açıklaması yapacağını iletti. (Cumhuriyet, 14 Mart 1993). Devlet cephesinden ilk elden tedbirli bir yanıt geldi: Demirel “Bekliyorum, vaziyeti izliyorum. Bu bir haberdir, adam bir defa çıksın, ne diyecekse desin görelim” derken, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin “Hele bir basın toplantısını yapsın. Ona göre ne gerekiyorsa yaparız. Apo’nun açıklamalarına göre Güneydoğu operasyonunda değişiklik yapabiliriz” açıklamasında bulunuyordu. Bu sırada Özal, “Öcalan’ın artık terörden yana olmayacağı söyleniyor. Sanıyorum parlamento kurma gibi gayretleri de vardı” diyordu. (Cumhuriyet, 16 Mart).
Heyecanla beklenen basın açıklamasında 15 Mart’ta Öcalan şunları söylüyordu: “20 Mart’tan 15 Nisan’a kadar tek taraflı ateşkes ilan ediyoruz. PKK’yi meşru bir siyasi partiye dönüştürmek istiyoruz. Güneydoğu’ya silahsız olarak dönüp siyaset yapma izni istiyorum.” (Cumhuriyet, 18 Mart). PKK’nin bu çağrısına devlet tepkisi “Apo’nun üzerine gitmemek ve gelişmeleri yakından takip etmekti”: İsmet Sezgin “Elimizin tersi ile de itmiyoruz, aman ne iyi ettin diye kucağımızı açtık da demiyoruz” diyordu. (Cumhuriyet, 20 Mart).
1992 Newroz’dan tam 10 gün sonra, Çankaya’da hükümet ve Genelkurmay’ın katılımıyla bir Kürt zirvesi gerçekleşti. Demirel zirve sonrası yaptığı açıklamada “Güneydoğu’da her şey çok sakin görülüyor, fevkalade memnuniyet verici bir durum” derken, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş de Güneydoğu halkının kucaklanması, Öcalan’ın önerisine dikkatli yaklaşılması görüşünde olduğunu belirtti (Cumhuriyet, 31 Mart). Nisan ayı başında hükümet OHAL’in kaldırılabileceğini ilan ediyor, terörün bitmesi halinde yalnızca Hakkari’ye yılda 1 trilyon yatırım yapma sözü veriyordu. Bugünün başbakanı Tayyip Erdoğan’ın sarf ettiği yürek parçalayıcı sözleri sanki önceden hatırlatırcasına Demirel, “Biz Güneydoğu’ya gönlümüzü vermişiz, devlet kin tutmaz, intikamcı değildir. Kürdüm diyen Kürttür” diyordu (Cumhuriyet, 8 Nisan).
Özal’ın ölümü
8 Nisan’da hükümetin açıkladığı plan şunları öngörüyordu: 1. Olağanüstü hal kalkacak, 2. Pişmanlık yasasının kapsamı genişletilecek, 3. Yatırımlara ağırlık verilerek işsizlik önlenecek, 4. PKK silah bırakırsa asker çekilecek. Türkiye Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri’nin kendi resmi hükümranlık alanından çekilmesi telaffuz edilirken, Kürt kültürünün geliştirilmesi, radyo ve televizyondan Kürtçe yayın yapılabilmesi de bunun hemen öncesinde SHP’nin yenilenen programına eklendi (Cumhuriyet, 9 Nisan).
13 Nisan günü ise “Özal’ın PKK’ya Af Formulü” ilan edildi: 1. Oluşturulacak tarafsız bir birim, dağdan inen PKK’lilerin yazılı ifadelerini alacak, 2. Eyleme katılmayanlar silahlarını bırakarak normal yaşama dönecek, 3. Eyleme katılanlar seçme ve seçilme hakkı dahil her türlü vatandaşlık hakkından faydalanacak, 4. Beş yıl süre ile herhangi bir eyleme katılmazlarsa verdikleri ifadelerin belgeleri imha edilecekti. Özal’ın ilk olarak danıştığı HEP’lilere göre bu formulün geçerlilik kazanması halinde ise Öcalan’ın “Türkiye’ye dönüp politikaya atılma istemi kendiliğinden gerçekleşmiş oluyor” idi. (Cumhuriyet, 14 Nisan). Ertesi gün, yani 15 Nisan tarihinde yaptığı ikinci basın toplantısındaysa Öcalan Türk hükümetinden olumlu yanıt aldıkları için ateşkesi süresiz olarak uzattıklarını açıkladı. Cumhuriyet gazetesi, “Demirel’den Apo’ya” sürmanşeti ile verdiği haberde Başbakan Demirel’in, “PKK liderinin süresiz ateşkes ilanını ‘Biz buna “hayır, hayır sen yine öldürmeye devam et” demeyiz’” sözleriyle değerlendirdiğini bildiriyordu. (Cumhuriyet, 15 Nisan).
Öcalan’ın basın açıklaması yaptığı günün ertesi günü Cumhuriyet gazetesi manşetine şu satırı taşıdı: “Özal Yaşamını Yitirdi”. Kürt meselesinin gündemden düştüğü sonraki bir ayın ardından gelen ilk haber, 18 Mayıs’ta “Kulp’ta 13 PKK’lı öldürüldü” başlığıyla çıkıyordu. Özal’ın ölümünden yaklaşık bir buçuk ay sonraysa, bu süreçte operasyonların sürmesine rağmen, 24 Mayıs’ta hükümet, MGK’nın önerisini kabul ederek PKK’ye af getirecek kanun hükmünde bir kararname yayımlayacağını duyurdu. Ancak kararnamenin imzalanmasının hemen evvelinde, Bingöl’de 35 asker olayı gerçekleşti ve kararname iptal edildi. Provokasyon olduğu sıklıkla iddia edilen bu olayın ardından TSK 2. ve 3. ordu birlikleri ile büyük bir Bahar Operasyonu başlattı ve böylece 90’ların ortasına damga vuran süreç başladı.
1993’teki süreçten görüldüğü gibi Kürt kelimesinin politikacılar tarafından sıklıkla ve kamuoyuna yönelik kullanılması, Kürtçe eğitimden ve yayından bahsedilmesi, aftan ve Kürt sorununun “demokratik ve barışçı çözümünden” dem vurulması hiç de “yepyeni açılımlar” değil. Tam tersine bu tarih ardı arkasına gelen açılım ve kapanımlarla dolu. Daha birkaç yıl önce, Cumhuriyet tarihinin en büyük ikinci operasyon dalgasını gerçekleştiren AKP’nin, 2006 Mart’ında “Güvenlik güçlerimiz, kadın da olsa çocuk da olsa terörün maşası haline gelirse ne gerekiyorsa yapacaktır” diyen Tayyip Erdoğan’ın bugün Demirel, İnönü ve Özal’dan daha demokratik ve barışçı olabileceğini düşünenlerin çok dikkatli olması gerekiyor.
Bu durumda toplumsal muhalefet güçleri açısından Kürt açılımına getirilmesi gereken yaklaşım ne “sonunda demokrasi geliyor” tarzı bir teslimiyetçilik ne de “bu işten bir iş çıkmaz” tarzı apolitik bir kayıtsızlık olmalıdır. AKP’nin bu açılımı, toplumsal muhalefet açısından, hem emekçiler ve ezilenler arasındaki kitle çalışmalarını güçlendirmek, hem muhalefetin toplumsal etkisini arttırmak açısından çatlaklar, yani imkanlar yaratacaktır. Bu tür çatlakların değerlendirilmesi ve AKP’nin neyi yapacağının değil, neyi yapmayacağının propagandasını gerçekleştirmek ise temel haklar ve özgürlükler mücadelesinde elde edilecek kazanımların kalıcı olmasının yegane garantisi olacaktır.
AKP’nin yapmak durumunda kaldığı açılımın “yepyeni” olmadığını, ancak Kürt hareketinin 30 yıllık mücadelesinin ürünü olduğunu unutmak, devleti demokratik kazanımların temel aktörü olarak görmeye ve yersiz beklentilere girmeye yol açacaktır.
ERDEM YÖRÜK:Johns Hopkins Üni., Sosyoloji