25
Mayıs
2024
Cumartesi
SİYASET

AK PARTİ, BATI'YI BIRAKIP İRAN'A YAKLAŞIYOR

AKP yönetiminde Türkiye Batı'dan uzaklaşıp İran eksenine doğru yol alıyor. Bu değişimde AKP'yi 'ılımlı İslam'ın' örneği olarak kucaklarken laiklerin uyarılarını göz ardı eden ABD ve AB'nin de payı var. AKP liberal normların korunmasını sağlayan her kurumu ele geçirdi.

Bir zamanlar güvenilir bir Batı yanlısı Müslüman demokrasinin ideal örneği olan Türkiye bu hafta Batı ittifakını resmen terk etti ve İran ekseninin gerçek bir üyesi haline geldi. Aslında Ankara’nın davranışındaki temel değişiklik son günlerde meydana gelmedi. Türkiye’nin İsrail’e karşı düşmanlığının yanı sıra Suriye ve Hamas’a gösterdiği coşkulu özen yeni bir durum değil.

İslamcı AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana Türkler, eskiden Batı yanlısı olan Müslüman demokrasilerini aşamalı biçimde İran, Suriye, Hizbullah, Kaide ve Hamas’tan oluşan radikal İslamcı kampa taşıdı. Türkiye’nin bu haftaki davranışlarını son zamanlardaki tavrından farklı kılan şeyse, saldırılarının daha yoğun ve reddedilemez hale gelmesiydi. Bu haftaya dek hem İsrail hem de ABD Ankara için bahane uyduruyordu. AKP çoğunluğundaki Türkiye meclisi ABD’nin Irak’ı Kürdistan üzerinden işgal etmesine izin vermeyince Washington kendisini suçlamıştı. Bush yönetimi Türkiye’ye kızmak yerine üst düzey yöneticilerinin diplomatik oyunu kötü oynadığını savunmuştu.

TRT bardağı taşırdı
Şubat 2006’da Hamas’ın Filistin seçimini kazanmasının ardından Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan bu cihad yanlısı grubun liderlerini ağırlayan ilk uluslararası şahsiyet haline geldiğinde, Kudüs bu diplomatik saldırganlık için bahaneler uydurmaya çalıştı. İsrail liderleri, İsrail’in yıkımını isteyen bu katillerin Erdoğan tarafından kırmızı halıda ağırlanmasının AKP’nin İsrail düşmanlığından kaynaklanmadığını savundu. Ankara’nın demokrasiyi desteklediğini ve AKP’nin mazlum bir Müslüman grup olarak Hamas’a sempati duyduğunu iddia ettiler.
Türkiye İsrail’in Hizbullah’la 2006’daki savaşında İran’dan Lübnan’a silah taşıyan konvoyların topraklarından geçmesini görmezden geldiğinde, Dökme Kurşun Operasyonu’nda Hamas’ın tarafını tuttuğunda, İsrail’in BM’den ihraç edilmesi çağrısı yaptığında veya Erdoğan Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’i azarladığında da, Kudüs Ankara için benzer bahaneler uydurmuştu. Türkiye’nin İran’ın nükleer silah programına verdiği açık destek, Tahran ve Şam’la hızla artan ticareti veya Kaide finansörlerini kucaklaması da İsrail ve Amerika’dan mızmızlanmalar dışında bir tepki gelmesini sağlamadı.

İsrail aslında bu haftanın başında da, kendisine yönelik Türk saldırganlığı için bahaneler bulma politikasını sürdürmeye çalıştı. Türkiye’nin İsrail’i Anadolu Kartalı tatbikatından dışlamasının ardından, üst düzey yetkililer Türkiye’nin hâlâ İsrail’in stratejik müttefiki olduğunu savundu.

Fakat Türkiye onları haksız çıkarmak için fazla beklemedi. Pazartesi günü 11 Türk bakan, İran’ın Arap uşağı Suriye’yle işbirliği anlaşması imzaladı. Suriye’nin Türkiye’yle askeri ittifaka girmekte olduğunu ve ortak tatbikat yapılacağını ilan ettiği sırada, Türk Dışişleri bu küstah hareketi açıklama fırsatını bile bulamamıştı. Türkiye’nin kendisiyle ortak tatbikatı iptal etmesinin üzerinden sadece iki gün geçmişken düşmanıyla tatbikat yapma adımı karşısında dili tutulan İsrail, bu kez yatıştırıcı bir açıklama getirmeyi başaramadı.

Salı günüyse Türkiye’nin Yahudi devletine sözlü saldırıları tırmandı. Erdoğan önce İsrail’in Gazze’de çocukları kasten öldürdüğüne dair iftira dolu suçlamalarını yineledi. Sonrasında Türkleri Yahudiler gibi para kazanmayı öğrenmeye çağırdı. Erdoğan’ın İsrail karşıtı ve anti-Semitik gürlemelerini salı akşamı hükümet kontrolündeki TRT1 kanalında yeni başlayan bir dizi izledi; dizi İsrail askerlerini bebek ve küçük kız katili, Filistinli kadınları kontrol noktalarında ölü bebekler doğurmaya zorlayan ve Filistinlileri kurşuna dizmek için sıraya sokan insanlar olarak resmediyor. Bu yayın İsrail’i birşey yapmaya zorladı. Dışişleri Türkiye elçiliğine resmi bir protesto sunacağını açıkladı.

Basını da kontrol etme peşinde
Türkiye’nin Batı ve İsrail’den kopuşuyla Irak ve İran konusunda ABD’ye muhalefet etmesi öngörülebilirdi. AKP’nin militan İslam’ı artan bir destekten besleniyor; laik liderlerin yaygın yolsuzluğu İslamcıların popülaritesini artırdı. Bu iç gerçeklik göz önüne alındığında, Erdoğan’ın ve diğer İslamcıların iktidara gelmesi zaten an meselesiydi. Fakat AKP’nin iktidara gelişi tahmin edilebilirken, bir zamanlar özgür olan basın dahil neredeyse her yönetim organının kontrolünü ele geçirmesi ve ülkenin duruşunu yedi yılda tamamen değiştirmesi engellenebilirdi. AKP bu başarıları için Bush ve Obama yönetimlerinin yanı sıra AB’ye de teşekkür borçlu. Bush yönetimi ülkenin medyası, ordusu ve diplomatik çevrelerindeki laikler tarafından Erdoğan’ın aslında göründüğü gibi olmadığına dair yapılan uyarıları gözardı etti.

Erdoğan’ın Türkiye’nin laik ve Batı yanlısı karakterinin altını oymaya yönelik önceki girişimlerine dikkat edip ona bir miktar şüpheyle yaklaşmak yerine, ABD seçim zaferinin ardından AKP’yle Erdoğan’ı, İslamcı ılımlılığın kusursuz örnekleri ve ABD’yle Batı’nın siyasal İslam’la sorunu bulunmadığının kanıtı olarak destekledi. Erdoğan’ın yumuşak biçimde sunduğu fakat acımasızca güçlendirdiği İslamcılığı, Amerikalı yetkililerce kucaklandı. Bu yetkililer, demokrasinin sadece liberal eşitlikçiliği tesis eden kanunlar ve pratikler sistemi olarak anlam taşıdığını teslim etmek yerine, demokrasiyi sadece seçimlere indirgeme niyetindeydi.

Mahkemeler İslamcılarla doldu
Bush yönetiminin AKP’yi hevesle kucaklaması, Erdoğan’ın basın özgürlüğüne son vermek, orduyu laik liderlerinden arındırmak, laik işadamlarını korkutmak ve mahkemeleri İslamcılarla doldurmak yönündeki adımlarına karşı Batılı muhalefetle karşılaşmaması anlamına geldi.

Yani ABD sulandırılmış bir demokrasi tanımı çerçevesinde verdiği destekle, Erdoğan’ın liberal normların korunmasını sağlayan ve Türkiye’yi Batılı ittifakın içinde tutan bütün kurumları altüst etmesine yardımcı oldu. Obama yönetimiyse müttefikleri kaybetme pahasına ABD’nin düşmanlarına ödün verme siyaseti izleyerek, Washington’ın demokrasi eylemcilerine verdiği destekten vazgeçti. Bu politika doğrultusunda Barack Obama Ankara’yı ziyaret edip, bu NATO ülkesini Tahran’daki mollaların kollarına atan Türk dış politikasının İslamileşmesini destekledi. Bush ve Obama yönetimlerinin davranışları, artık ülkelerinin İslamcı aşırılıkçılığın derinliklerine gömüleceğine inanan Batılılaşmış Türklerin moralini bozdu.

Brüksel’se Türkiye’yi oyalıyor, insan hakları alanında yeterli reform yaparsa bu Müslüman ülkenin Avrupa’ya katılmasına izin verileceğini vaat ediyor. Fakat bu sözde aydınlıkçı reformlar Türkiye’de daha liberal davranışları teşvik edeceğine İslamcılığın yükselişinin önünü açtı. Laikliğinin garantörü olarak ordunun rolünü azaltmakla AB, laikleri AKP dalgasına karşı son savunma hatlarından mahrum bıraktı. Brüksel Türkiye’nin üyeliğini sürekli reddederek, laiklerinin itibarına daha da çok zarar verdi. Avrupa’nın bütün küçük düşürücü reformlara rağmen onları hâlâ reddetmesi karşısında Türklerin yaralanan gururlarını onarmanın bir yolunu bulması gerekiyordu. Bunu yapmanın en doğal yolu, basitçe Avrupa’ya sırt çevirip Müslüman dindaşlarına yönelmekti.

Laik dostlarımızı destekleyelim
Hiçbir ittifaka ait olmayan İsrail Türkiye’deki iç gelişmeleri şekillendirme yeteneğine sahip değildi. Fakat Türkiye’nin Batı’ya ihanet etme kararı İsrail ve özgür dünya için dersler içeriyor. Bu dersler öğrenilmeli ve sadece Türkiye’ye değil, bölge ve dünyadaki bir dizi rejime ve ulusal gruplara da uygulanmalı. Politika yapıcılar öncelikle, insan yapısının tek daimi özelliğinin değişim olduğunu teslim etmeli. Bir ülkenin bugün Batılı kampta yer alması, gelecekte de orada kalacağı anlamına gelmiyor. Türkiye’nin kaybedilmesi ülkelerin değişebileceğini gösteriyor. Bu değişimi etkilemenin en iyi yolu, mükemmel olmasalar da dostlarımıza sadık kalmaktan geçiyor. Hükümetlerin diğer devletler ve toplumlardaki iç değişimler üzerinde yapıcı etki yaratmasının tek yolu, kendileriyle aynı normları ve çıkarları paylaşanları desteklemektir.

İslamcıları siyasi güçten uzak tutan ordu kontrolündeki bir Türk demokrasisi, Türkiye’yi İran eksenine taşıyan, seçilmiş bir AKP rejiminden daha arzu edilir.
Afganistan’da da Batı’ya dayanan, yolsuz bir rejim, Taliban-Kaide terör devletinden daha arzu edilir. İran’daysa liberal bir muhalefetin meydan okunan okuduğu, zayıflamış bir ‘mollakrosi’, tecrit edilmiş liberal düşmanlarını başarıyla bastıran güçlü ve istikrarlı bir ‘mollakrosi’ye tercih edilir.

Türkiye kaybedildi ve bu yıkıcı gerçeğe alışsak iyi ederiz. Fakat ders çıkarırsak, Türkiye’nin oluşturabileceği tehlikeleri engelleyen politikalar oluşturabiliriz.

CarolIne GlIck (İsrail gazetesi, yazı işleri müdürü yardımcısı, 18 Ekim 2009)

Radikal
Yayın Tarihi : 19 Ekim 2009 Pazartesi 23:28:38


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?