Tarih: 8 Haziran, Pazartesi.
Yer: İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi, 122 nolu sınıf.
Ders: Siyasal İletişim.
Ve bu mühim dersin hocası, “kendi halinde” bir akademisyen değil, birçok siyasi yorumcuya göre “Milli Görüş’ü küllerinden yeniden doğuracak isim”: Saadet Partisi’nin sekiz aylık genel başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş.
Bu kez siyasi kimliğinin değil, profesörlük unvanının peşinden giderek İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin Üsküdar’daki kampüsünde buluyoruz Kurtulmuş’u. Karşımızda bu ders dönemine 29 Mart yerel seçimlerini, yani sayısız miting, konuşma, toplantı, TV programı ve ziyaretleri sığdırmış ama okulda tek dersini aksatmamış bir “genel başkan” duruyor.
Yılların akademisyeni, İletişim Fakültesi hocalarına ayrılan odanın bir köşesinde oturmuş, birazdan yapacağı sınavın sorularını hazırlıyor. Aslında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi kökenli. 1998’de Fazilet Partisi’nin İstanbul İl Başkanı olunca, doçentliğe kadar yükseldiği akademik hayatından ayrıldı, parti işleri nedeniyle beş yıl akademisyenliğe ara verdi. Hem de profesörlüğüne beş ay gibi kısa bir süre kala. Daha sonra İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde yeniden göreve başladı, profesörlük unvanını aldığı bu okulun İletişim Fakültesi’nde siyasal iletişim, insan kaynakları yönetimi, sosyal politika, liderlik, stratejik yönetim dersleri verdi. Aynı zamanda Halkla İlişkiler Bölümü’nün başkanı ve tam zamanlı öğretim üyesiydi. Saadet Partisi’nin başına geçince ilk işi idari görevlerinden ayrılmak oldu ama öğrencilerinden kopamadı. Haftada bir gün okulda öğrencileriyle bir araya gelmeye devam etti. Genel başkan olduktan sonra da üçüncü sınıf öğrencilerine Siyasal İletişim ve İnsan Kaynakları Yönetimi derslerini vermeye devam etti.
“Hoca Numan Kurtulmuş” mu daha demokrattır, “Genel Başkan Numan Kurtulmuş” mu?
Fark etmiyor herhalde. Demokratlık bir tavırdır, bir yönetim şekli, bir algılamadır. Ben bu anlamda aktif siyasete girmeden önce de hep aynı tavrı sergiledim. Bunları birbirinden ayırmanın, bu nedenle, çok doğru olmadığı kanaatindeyim.
“Derste Demokrat Parti’nin, Refah’ın ve AKP’nin kampanyalarını anlatıyorum”
Okul hayatı mı zor, siyaset sahnesi mi?
Siyasetin daha zor tarafları var; yoğun, kendinizin dışında olan işlerle de ilgilenmek zorundasınız. Akademisyenlik öyle değil, ilişkilerinizi, hükümlerinizi, yapacağınız işleri kendinize göre seçiyorsunuz. Siyasette vakti yaratmak imkanı daha zor. Birçok şey sizin dışınızda gelişiyor, bir anda yoğun bir kampanya içerisine giriyorsunuz, eve gelmeden, bir yere uğramadan yaşıyorsunuz. Ama ikisini çelişir görmüyorum. Akademik hayatta öğrendiklerim bana siyasette de çok büyük destek verdi. Oradaki altyapının bana siyasette önemli bir tecrübe sağladığını düşünüyorum. İkisi birbirini destekliyor, çelişmiyor.
Okul hayatından öğrendiğiniz hangi bilgi siyasette en çok fayda sağladı?
Olaylara farklı alanlardan bakıyorsunuz, karşınızdakilerin açısından bakmayı biliyorsunuz.
Öğrenciler, işin doğası gereği, muhaliftir, siyasetçileri sevmez, mütemadiyen yalan söylediğinizi düşünürler. Derste bunları dile getiriyorlar mı, siyaset tartışıyor musunuz?
Benim ders konularım da siyasetin çok içinde. Sosyal politika konuşuyorsunuz, siyasetin çok içinde, insan kaynakları yönetimi, ekonomide yeniden yapılanma dersleri veriyorsunuz, bunlar siyasetle ilişkili konular. Siyasal İletişim dersinde seçim kampanyaları anlatıyorum. Mesela 1950 Demokrat Parti, 1970 Ecevit, 1983 Anavatan, 1991 Refah, Genç Parti, AKP kampanyalarını anlatıyorum. Ama şuna çok büyük özen gösteriyorum, bu dersler kapsamında siyaseti tartıştık ama asla gündelik siyaseti, bizim partiyi gündeme getirdiği zaman, özellikle öğrencilerin dersi kaynatmak amaçlı sorduğu sorular oluyor, yok bunları derste konuşmuyoruz. Ders dışında, teneffüste konuşuyoruz. Yani kendi siyasal kimliğimi, asla hocalık kimliğimle karıştırmıyorum. Burada özellikle çok dikkatli davranıyorum.
Güncel siyaset konuşmadan ders oluyor mu?
Ders sosyal politikaların çeşitli uygulamaları olunca, bir şeyler söylüyorsunuz güncel politika konularında. Tırnak içerisinde, politize etmeden bunları söylüyorum. Ama asla kendi politik kimliğimi bu ders muhtevasına karıştırmıyorum.
Bu çok zor olmuyor mu?
Yıllar içerisinde çok doğal bir şekilde oluyor, zorlanmıyorum, dikkat ediyorum.
Öğrencilerinizin aranızda siyasal kimliği veya tavrı çok belli olanlar var mı? Mesela koyu CHP’li, koyu AKP’li öğrencilerle aranız nasıl?
Pek tabii var. Bu partileri destekleyen arkadaşlarımız, farklı kanaatte olan arkadaşlarımız var. Ama hepsiyle iyi bir iletişim kurduğumuzu zannediyorum.
“Lakabım var mı bilmem, varsa da ‘sıfırcı’ değildir”
Ders dışında kapınızı çalıyorlar mı?
Bir kere kapım bütün öğrenci arkadaşlara açık. Özel sorunları olan arkadaşlar oldu, herkese yardımcı olmaya çalıştım. Konuşmalarımı takip edip, soru soruyorlar. Hakkımızda çıkan haberler oluyor, onları kesip getiriyorlar. “Annemin size çok selamı var” diyenler oluyor, bunlar çok güzel şeyler. İmaj konusunda öğretim üyesi arkadaşların yardımları oluyor. Seçim kampanyası sırasında da herkes bir gönüllü danışman oldu. “Hocam bu renk olmamış, kravatı şöyle tak, şöyle konuş” diyenler oldu.
29 Mart seçim kampanyası döneminde derslere devam ettiniz mi?
Ettim, hatta 29 Mart seçiminin ertesi sabahı dersim vardı, ben geldim, öğrenciler yoktu, kantine gidip buldum. Şaşırdılar, “Gelmeyeceksiniz zannettik” dediler. İki tane öğrencim de Antep ya da Maraş mitingine gelmiş, orada görünce şaşırdım. Hatta havalimanında karşıladılar, hoşuma gitti.
Bir lakabınız var mı?
Vallahi bilmiyorum.
Sıfırcı olmasın?
Yok “titiz” olur da, “sıfırcı” olmaz. Genelde kimseyi bırakmam, kalma durumu olanı 10 puan yükseltirim. Ama sonra tüm kağıtları baştan alıp tüm sınıfın notlarını 10 puan yükseltirim, haksızlık olmasın diye.
Size seslenirken “Hocam” mı, “Başkanım” mı demeleri hoşunuza gider?
Elbette hocam denilmesi daha sıcak, daha içselleştirilmiş bir şey. Anadolu’da şimdi derslerine girdiğim öğrenciler, profesör olmuşlar, bu çok güzel bir duygu. Hiç ummadığınız yerde öğrenciniz karşınıza çıkıyor.
İşte sınav salonu...
Kurtulmuş’un elindeki dört sınav sorusundan üçü şöyle: “Siyasal kampanya döneminde önemli olan hususlar”, “İdeal bir demokrasi nasıl olmalıdır?”, “Seçmenlerin oy kararını neler etkiler?”...
Kendisi hem akademisyen hem de siyasi kimliğiyle yanıtlara hakim. Sınav salonu ise alışıldık öğrenci karmaşasında. “Nereden sorar?” tahminleri yapanlar, harıl harıl ders çalışanlar...
“Yine son ana bıraktım, hocaya ayıp olacak” diyenler de var. Belli ki Kurtulmuş’un farklı bir etkisi var öğrenciler üzerinde.
Bazı öğrenciler ise sıralara kopya yazmakla meşgul. “Kopyacı” sorulara da yanıt vermiyor, ancak “Nasıldır hocan, iyi midir?” sorusunu, “Sınavda sorduklarına göre değişir” diye cevaplıyor.
“Hocam çok heyecanlıyız”
Kurtulmuş salona girince sessizlik hakim oluyor. Kurtulmuş önce ağır ağır sıraların aralarını dolaşıyor, öğrencileriyle selamlaşıyor. Bu arada, arka sıralarda oturan bir öğrenciyi yerinden kaldırıp en ön sıraya gönderince, beklemediği bir tepkiyle karşılaşıyor: “Hocam bu çok aşağılayıcı oldu ama...” Ve öğrenciler
o anda daha bir öğrenci, hoca daha bir hoca oluyor, diyaloglar başlıyor:
- Tükenmez kalem kullanabilir miyim?
- Nasıl istiyorsan öyle yaz.
- Hocam bu sorular çok genel olmuş, biraz açar mısınız?
- Onu sen açacaksın. Uzun uzun değil, bildiğini yaz. Masal anlatmayacaksın.
- Hocam çok heyecanlıyız.
- Neden? Çalışmadın di mi?
- Hocam dört soru var burada, biri seçmeli mi?
- Hayır, hepsi yanıtlanacak.
Öğrencileri ne diyor?
Melike Gallenkuş:
kolay bir hoca, TV’de gördüğümüz o sert adam değil. Derste siyaset konuşmuyor ama entelektüelliği, tavırları nedeniyle Milli Görüş’e, SP’ye olan bakışımızda değişme oldu. Ama derslerde partisi hakkında hiç konuşmuyor.”
Emin Mert Şenyer: “Tam bir demokrat, Türkiye’nin ihtiyacı olan bir hoca ve siyasetçi. Dinliyor, çok iyi kalpli, çok dürüst, çok farklı bir hoca. Çok seviyorum. İnşallah tabanı da onun kadar temiz olur.”
Talha Baltaoğlu:
Kesinlikle siyaset konuşmuyor. Sorsak bile yanıtlamıyor. Genel başkanlığı ile hocalığını asla birbirine karıştırmıyor. Sorunca nesnel yanıtlar veriyor. Ders işleyişi bakımından birçok hocadan çok çok daha iyi.”
Nazlıhan Vanlı:
“Siyasetçi kimliğini okula taşımıyor, parti ismi bile vermiyor, kendi görüşlerini söylemiyor. Gayet esprili, dersleri çok zevkli geçiyor.”