25
Mayıs
2024
Cumartesi
SİYASET

GELDİ O RUH MECLİS'E

Okul kantininde, kahvehanede, mahallede yaşanabilecek sahneleri Genel Kurul salonunda temsil etmelerinden anlıyoruz ki, onlar bizim temsilcilerimiz, bu bizim Meclisimiz...

Meclis, bu milletin temsilcilerinden
oluştuğunu tescil etti
geçen haftaki kavgada...
Seyredince emin olduk:
Evet! Onlar bizim vekillerimiz.
Herhangi bir okul kantininde, kahvehanede, mahalle arsasında yaşanabilecek sahneleri Genel Kurul salonunda aynen temsil etmelerinden anlıyoruz ki, onlar bizim temsilcilerimiz.
Ve evet, bu, bizim Meclisimiz...

Küfür ve el hareketi
Erkek çocuklar 3 yaşından itibaren öğrenir:
Kavgaların çoğu, anaya ya da eşe dokunduran bir lafla alevlenir.
Meclis’teki de öyle başladı.
Ardından karşı laf atma gelir.
Meclis’te de eşine laf edilen Başbakan söz alıp muhatabına “Edepsizsin, izansızsın” dedi.
Sonraki aşama “el hareketi”dir.
Hayır, tahmin ettiğiniz hareket değil. Kavgada sağ elin tokat mesafesinde rakibin yüzüne doğru diklenmesi “kusurlu el hareketi” sayılır ve “El hareketi yapma bana” uyarısıyla karşılanır. Tıpkı o gün MHP’li Oktay Vural’ın karşı sıralara dediği gibi...

Fiili müdahale ve ceket çıkarma
Sonra hakaret dozu adım adım artırılır ve bu kez babaların adı anılır. Durmuş-Akdağ atışmasında olduğu gibi:
“-Otur yerine terbiyesiz...”
“-Terbiyesiz senin babandır!”
Sözün bittiği nokta budur. Bundan sonrası kafa kafaya gelip “kafayı gömme”yi gerektirir.
Nitekim Sağlık Bakanı Recep Akdağ da “Gel ulan, gel bakiym” çağrısıyla hazırlık ritüellerini tamamlamış, gözlüğü çıkarmış, ceketi sıvamış ve rakibine bodoslama dalmıştır.
Erkek kavgalarının seyrine doyulmaz sahnesi ise, kavgayı ateşleyenin (bu örnekte Başbakan’ın) sessizce ortamdan uzaklaşırken, araya girip tarafları ayırmaya çalışan iyi niyetlilerin (bu örnekte CHP’liler ile BDP’lilerin) dayağı yemesidir.
Meclis’te de ayniyle böyle olmuştur.

Savaşta olmaz
Yine de “racona uymayan” birkaç örnek vardı:
Bir tanesi, 400 küsur erkeğin oluşturduğu bir kalabalıktaki kavganın, bir sarılı el, bir morarmış göz bilançosuyla son bulması ki bu, tarafların hayli kaçak güreştiklerini gösterir ve Türklerin efsanevi savaşçı imajına zarar verir.
Yakın temasın sağlandığı bir kavganın itiş kakış düzeyini aşamaması, bu konuda dünyaya örnek olmuş Tayland, Kore parlamentoları karşısında itibarımızı düşürmüştür.
Bir başka raconsuzluk örneği ise, yanına adam toplayıp tartışmada taraf olmayan bir kadının mekanını basmaktır ki bu da “savaşta yapılmaz” denilecek türde bir kural ihlalidir.
Arınç, belli ki eski koltuğunun yeni sahibine yönelik hiddetine mani olamadan yaptığı bu yakışıksızlığı toparlamaya çalışırken ilk gafının da üzerine çıkmış, “Bayan Mumcu Meclis’te bize emanet” gibi bir laf etmiştir.
Böylece eş yüzünden çıkmış bir kavgayı yine bir eşe gönderme yaparak yatıştırmaya çalışmak garabetine düştüğü gibi, “Emanete hıyanet mi etti yani” sorusunu da akla getirmiştir.

Savaşçı zihin
Meclis’in bütün erkeklerinin bir anda ayaklanıp katıldığı kavgayı izlerken Doç. Dr. Erol Göka’nın “Türklerin Psikolojisi” kitabında (Timaş, 2008) okuduğum “koç anekdotu” geldi aklıma...
Koşullar, devirler, coğrafya değiştiği halde “Türklerin savaşçı zihni”nin değişmediğine dikkat çeken Doç. Göka bunun çocuk yetiştirme pratikleriyle ilgisi olduğunu söylüyor.
Orta Asya Türklerinden örnek veriyor:
Yörükler, tohumluk hayvanlara gözü gibi bakar, onları besler, dövüştürür, “Koçum benim” diye severlermiş.
Hayvan tohumluk değilse, sürünün genetiği bozulmasın diye “haya çekimi” denilen vahşi bir işlemle onları hadım ederlermiş.
Doç. Göka, bu veterinerlik anlayışıyla Türklerin toplumsal cinsiyet algıları arasında bağlantı kuruyor:
Erkekseniz ya “koç” olacaksınız, çalımınıza, dayılanmanıza, kavgacılığınıza övgüler düzülecek, her türlü cinsel iltimasa mazhar olacaksınız.
Ya da “Bu ödlek soyumuzu bozuyor” diye hayalarınızın burulmasına razı olacaksınız.

Erkeklik öleceğine...
Çoğumuz bu iki seçenek karşısında “koç” olmayı tercih ederiz.
Kasları yerine aklını kullananları da aşağılarız.
DP’liler bir dönem cihan savaşına girmedi diye İnönü’yü eleştirirken ne demişlerdi?
“Milletin erkekliğini öldürdü.”
“Erkekliğimiz öleceğine, evlatlarımız ölsün”ü tercih edebilen bir milletiz biz...
İşte bu yüzden, sorun gördüğümüz her yerde Meclis’te, partide, trafikte, ofiste, diplomaside akıl değil, güç kullanmayı yegane sorun çözme yöntemi olarak benimser “savaşçı zihnimiz”...
Geçen hafta nihayet geldi o ruh Meclis’e...
Artık eminiz:
Bu meclis, bizim meclisimiz.
 

Can Dündar - Milliyet
Yayın Tarihi : 7 Şubat 2010 Pazar 23:02:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?