“Keşke herkes benim kadar şanslı olsa! Kör olduktan sonra özgürlüğüme kavuştum. Benim dünyam da annemin babamın dünyası kadar olacaktı yoksa”
Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde 'Eğitim Her Engeli Aşar' konulu toplantıda sahneye çıkıp başından geçen zorlukları, ilginç anıları anlattığı an, 'tanışmalı, konuşmalı bu adamla' diye karar vermiştim. Hikâyesini defalarca dinlemiş, okumuş olabilirsiniz, fark etmez... Bir daha yapın bence!
Hayata tutunması, umudunu kaybetmemesi, yılmaması, azmi, hele de kendisiyle, körlüğüyle bu kadar barışık olması, bir kez olsun isyan etmemesi yabana atılacak gibi değil çünkü. Herkese örnek olacak değerde. Bir sabah Yıldız Parkı'nda buluştuk... Lafı hiç dolaştırmadan, yan yollara sapmadan açık ve net döktü içindekileri. Gülerek, hatta kahkahalar atarak anlattı hikâyesini... Koluna girdim koruda yürürken, tüyolar verdi: "Benim sizin kolunuza girmem lazım, çünkü sizin hareketlerinize göre yürümeliyim. Siz benim koluma girerseniz, ben öne geçmiş olurum!" Üşüyünce anında hissetti. "Üzerinize bir şey alın isterseniz" diyerek, kahkahayı patlattı: "Kadınları böyle tavlardım, kollarına girince nasıl hissettiklerini anlayabiliyorsunuz!" Söyler misiniz; kör biri bu kadar mutlu ve iyi hissediyorsa, bizim derdimiz ne Allah aşkına?
DOĞUŞTAN KÖR OLAN BİRİ 'YEŞİL'İ NASIL ANLAR?
- Hiçbir görme engeliniz yokken, menenjit sonucu 11 yaşında gözlerinizi kaybediyorsunuz. Söyler misiniz, o an ne hissediyor insan?
- Şöyle bir şey söyleyeyim size... Ben, kendimi herkesin anladığı anlamda kör gibi görmüyorum!
- Ne demek o?
- Yani kör demek, 'dünyası karanlık' demek. Hani siz, gözünüzü kapatırsınız ve hiçbir şey göremezsiniz ya, körlük böyle bir şeydir ama ben kendimi öyle hissetmiyorum. Benim karşımda şu anda bir yüz var, ifadeleri olan bir yüz...
- Hayalinizde canlandırıyorsunuz yani?
- Evet, bir portre canlanıyor karşımda. Siz bir tül perdenin arkasındaymışsınız gibi geliyor bana. Mesela sizin saçlarınız omuzlarınızda, yüzünüz hafif dikdörtgen, konuşurken sağa sola bakan gözler...
- E süpermiş!
- Yani benim kafamda, dünyamda böyle bir ortam var. Muhtemelen bu benim doğuştan kör olmamamdan da kaynaklanan bir şey.
- Sonradan kör olmak, doğuştan kör olmaktan daha iyi bir durum mu? Hiç değilse cisimleri, renkleri tanıyorsunuz değil mi?
- Elbette. Perspektif yok, renk yok. Doğuştan kör birisi yeşili nasıl anlayacak mesela?
- Körlükle ilk tanışmanız nasıl oldu?
- Yeğenimle oyun oynuyorduk, oyuncağı bulamadım. Aradım elimle, yok! Ondan sonra yavaş yavaş komşular 'Aman çocuğunuzu dışarı bırakmayın araba çarpar, adamın başına bela olursunuz,' demeye başladı. O zaman dört duvar arasında kalmaya başlıyor, körlükle tanışıyorsunuz. İlk yüreğimi yakan şey de şuydu: Bir gün radyo dinliyorum, saat başı saat söylenir ya, saat 12 denilince birden fırladım okula geç kaldım diye. Önlüğümü bulup giyineceğim ama kör olduğumu hatırlayıp geri oturdum.
- Korkmuş muydunuz?
- Körlük, 11 yaş için ilginç, değişik bir şey aslında; çok korkutucu değil. Korkutucu olduğunu yıllar sonra öğreniyorsunuz. Başınıza geleceklerden dolayı sizi korkuttukları için kör olmaktan korkuyorsunuz. Yani çocuklar şartlanarak bunun kötü bir şey olduğunu öğreniyor. O ilginç gelen şey, yavaş yavaş kasvete, üzüntüye dönüşmeye başlıyor. Mesela mahalledeki kıza âşık oluyorsunuz, kör olduğunuz için sizinle ilgilenmiyor! Anneniz babanız dışarı çıkacak, 'Lokman'la kim kalacak?' konuşmaları başlıyor.
- Kendinizi yük gibi hissediyorsunuz...
- Evet! 14-15 yaşına doğru 'çalışamayacağım, okuyamayacağım, hiç kimseye bir faydam olmayacak' diye düşünüyorsunuz. Komşunun oğlu beni berbere götürüyor saç tıraşı için, abuk subuk, hiç onaylamayacağım laflar ediyor. Karşı çıksan eve götürmeyecek belki de. O zaman ne oluyor? Kişiliğinizden taviz vermeler başlıyor, onurunuz inciniyor. Bütün bunlardan sonra da şunu düşünüyorsun; ben niye yaşıyorum ki?
- Ölmeyi düşündünüz mü hiç?
- Tabii ki! 'Olsam mı, olmasam mı' diye düşünüyorsunuz ister istemez.
- Anne babanız hayata tutunmanız için çaba göstermiyor mu peki?
- Babam odacıydı Devlet Su İşleri'nde. Dolayısıyla benim için bir imkan da hazırlayamıyordu. Taşra insanlarıydı; eğitim imkanı, okul araştırmak akıllarına gelmiyordu. Ben de bilmiyordum ki bundan daha iyi yaşam olup olmadığını... Komşular da şöyle akıllar veriyordu: "Kur'an kursuna yollayın, orada üç beş sure ezberlesin, ramazan aylarında camilerde müezzinlik yapar, çıkışta da para toplar. Biz de fitre zekat veririz, bir de sakat kız bulursunuz, evlendirirsiniz, oğlu olur, o da kahveye götürür getirir..."
- Hem kör, hem maddi imkanları yetersiz bir çocuk olarak, tam da size uygun görülen bu hayatı yaşayabilirdiniz. Bütün bu senaryoları nasıl ittiniz elinizin tersiyle, nasıl başardınız?
- Ben buna şans diyorum! Radyoda Mehpare Çelik'i dinliyorum, ona bir arkadaşımla mektup yazıp yolluyorum, okumak istediğimi söylüyorum. 16 yaşındayım, ortaokula başlamak için tam sınır! Bir sene sonra olsa, başlayamam. Tesadüfler denk geldi. İşte Ankara körler okulu, sonra Boğaziçi'nde işletme okudum.
- İşletmeyi bitirdikten sonra hemen işe girebildiniz mi?
- Çok iş yaptım. Yaz tatilinde Eminönü'nde işportacılık bile yaptım. Önce oyuncakla başladım, sonra kadın ayakkabısı sattım. Çok güzel anılarım vardır, o işi yapmış olmaktan o kadar mutluyum ki. Acayip özgüven kazandım.
- Dolandırılmaktan, kandırılmaktan korkmadınız mı hiç?
- İşte bu benim aklıma gelen korkunç bir şeydi. Sahte para verebilirlerdi, 100 lira yerine 10 lira verebilirlerdi ama kimse bunlara tenezzül etmiyor işportadan alışveriş yaparken.
- İşportacılıktan sonra?
Radyoculuk, dergicilik yaptım, İngilizce ve bilgisayar dersleri verdim. İlk resmi işim de Tayyip Bey'in (Erdoğan) yanında özürlülerden sorumlu danışmanlıktı.
- Nasıl buldunuz birbirinizi?
- Boğaziçi'nde öğrenciyken, bir konuşmasını dinledik Tayyip Bey'in. Özürlüler konusunda bizim hayal ettiğimizden bile daha iyi şeyler söyledi. Gidip tanıştık; il başkanıydı o zaman, çok iyi anlaştık. Körler laboratuvarı kurmak istediğimizde anında para verdi. O cezaevinden çıktıktan sonra da belediyenin özürlüler merkezine geçtim. Parti kurmaya karar verdiğinde de çağırdı, 'Başüstüne başkanım,' dedim. Parti kurucularındanım.
BAĞIMSIZ HAREKET!
- Yalnız dolaşmak nasıl öğreniliyor?
- Buna bağımsız hareket deniyor. Bastonun nasıl kullanılacağı öğrenilince mesele kalmıyor. Çeşitli işaretler var; çöp kutusunun kokusu, pastane kokusu, berber dükkânının kokusu vs. Bunları takip ederek nerede olduğunu anlıyor, ona göre yol haritanı çiziyorsun.
- Otobüse, taksiye filan binmek peki?
- Sorma yöntemleri var. Mesela 'Etiler durağı mı burası?' diye sorulmaz. Önce 'Affedersiniz,' demeniz gerekiyor, karşınızdakinin dikkatini çekmeniz, sizi görmesini sağlamanız lazım.
- Kör olmadan öncesine ait ne var hatırladığınız?
- Gülün görüntüsünü çok özlüyorum. Sonra Konya'daki haşhaş tarlalarını... Tarlanın çevresi yeşildir fakat o yeşilliklerin arasında kırmızı gelincikler olur. Çok güzel manzaradır, Anadolu'dayken, görmesem de görmüş gibi oluyorum sürekli..
ÇOCUKLARIMIN BAKIŞLARINI GÖRMEYİ HER ŞEYDEN ÇOK İSTERİM!
- Gerçekten hiç isyan duygusu yaşamadınız mı? 'Niye ben' diye sormuyor mu insan yukarılara doğru bakıp?
- Benim yaşadığım olumlu şeyleri düşünürseniz, keşke herkes ben gibi olsa dersiniz. Düşünün, kör olmasaydım ne yapardım? Benim dünyam da annemin, babamın dünyası kadar olabilecekti. Dükkânda usta olacaktım en fazla. Ben kör olarak özgürlüğüme kavuştum! Ankara'ya körler okuluna giderek kendi hayallerimi, kendi vizyonumu kendim belirlemeye başladım. En okuyan arkadaşım liseye kadar okumuş. Benim sülalemde ise üniversite okuyan tek kişi benim. Master yapıyorum, doktora planları yapıyorum. Keşke herkes benim kadar şanslı olsa! Gözüm açılsa ne yapacağım? Gene Yıldız Parkı'na geleceğim. Görsem milletvekilliğinden daha iyi bir iş mi bulacağım yani!
- Nasıl oluyor da insan bu halini karikatürize ediyor, bu haliyle eğleniyor peki?
- Bir yerde adres soruyorsunuz mesela. Adam diyor ki, 'Abi sarı binadan sağa döneceksin!' (kahkahalar atıyor) Komik bir şey bu. Bir kız arkadaşımla da Aşiyan'dan Bebek'e doğru yürüyoruz sahilden. Denize doğru dönmüşüz meğer, ben de dalgınlıktan fark etmedim. 'Lokman su' dedi, ben de atlayayım da geçeyim derken bir baktım Boğaz'ın içindeyim. (kahkahalar atıyor) Çok güzel bir hatıra bence.
- Kör denmesi sizi rahatsız ediyor mu?
- Bilakis, daha çok rahat ediyorum. Niye rahat hissetmeyelim ki?
- En acı duyduğunuz, kendinizi en yardıma muhtaç hissettiğiniz an hangisidir peki?
- Birkaç hafta önce bizim büyük çocuğun öğretmeni, 'Babanıza mektup yazın,' demiş. Büyük oğlum şöyle yazmış; 'Baba sen benim yıldızımsın, ben ölürsem sen de kendini öldür, benimle olmanı istiyorum cennette, bir de beni görmeni çok istiyorum...' Kendimi en çaresiz hissettiğim zamanlar bunlardır. Deseler ki, şu anda dünyayı mı yönetmek istersin, çocuklarının bakışını mı görmek? Çocuklarımın bakışlarını görmeyi her şeyden çok isterim elbette.
- Kaç yaşında çocuklarınız?
- Biri 7, biri 9 yaşında.
- Sizin körlüğünüzle barışıklar mı peki?
- Çocukken zaten sorun olmuyor, ileri yaşlarda ise 'diğerlerinin babası bizim babamızdan farklı şeyler yapıyor' diye sorguluyorlar. Kafaları karışıyor ama sonra bunu anlamaya başlıyorlar. Bir de benim rahat olmam, insanların bana saygı duyması, ilişkilerimin iyi olması falan çocuklarda bir güven oluşturuyor.
- Bu durumu nasıl anlattınız onlara?
- Bu durumu evde çok rahat konuşabiliyoruz. Mesela biz evde 'kör' kelimesini çok kullanırız, doğal olarak. Çocukken bastonla oynamak istediklerinde 'Bırakın o benim bastonum, siz kör müsünüz?' derdim. Kelimelere olumlu anlam yüklersek çocuklar da rahat ediyor. Başka arkadaşlarımın çocukları babalarından utanıyordu, bunu gördüm ben. Bu çok acı bir şey. Bunun utanılacak bir şey olmadığını anlattım çocuklarıma.
Özürlülerle ilgili bakanlık gerekmez
- Özürlülerin en büyük problemi nedir?
- Üç temel sorun var. Birincisi, ortalama insana göre dizayn edilen yaşam şartlarını kör, ortopedik özürlü, sağır dilsiz, zihinsel özürlü insanlara göre de ayarlamak. Solaklara göre seminer sandalyeleri, körlere göre eğitim sistemi, ortopedik özürlülere göre kaldırımlar ve bina girişleri gibi. İkincisi, özürlülerle ilgili algının değişmesi. Üçüncüsü de, özürlü arkadaşların özgüvenlerini güçlendirmek. Öğrenilmiş çaresizlik vardır ya, ondan vazgeçmek.
- Peki, özürlülerle ilgili bir bakanlık gerekiyor mu Türkiye'ye?
- Bence gerekmiyor. Olmasa iyi olur!
- Neden?
- Sadece bir yerde işimiz yok ki bizim. Milli Eğitim, Çalışma Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ile var. Bunlarla ilgili bir bakanlık olursa 'Siz kendi müdürlüğünüze gidin,' diyecekler. Ya bu ayrı bir cumhuriyet değil ki!