26
Mayıs
2024
Pazar
SİYASET

İÇERİĞİ OLMAYAN ADLAR

PKK'ya hakim olan söylem ve eylem tutarsızlığına, kullanılan kavramların sadece bir addan başka bir şey ifade etmemelerine bakarak, DTP gibi bir siyasal partinin işinin ne kadar zor olduğunu anlayabiliriz

Geçen hafta Radikal İki’de, PKK ile ilişki içinde oldukları iddiasıyla Demokratik Toplum Partisi üyesi bazı yöneticilerin, partinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması için bir gerekçe hazırlamak amacıyla mı tutuklandığını sormuştuk. DTP’nin kapatılması için mücadele verenlerin, Kürt sorununu ısrarla parlamentoya taşıyarak, siyasal alanın merkezi olması gereken TBMM’de bu sorunun çözülmesinin yollarını açık tutmaya çalışan bir siyasal partiyi hedef aldıklarını hatırlatmıştık. DTP’nin yasal varlığını meşru kabul etmek için onun “terör örgütünü lanetlemesini” bir önkoşul olarak sunmanın, PKK’nın silahlı mücadeleye devam etmesini dolaylı biçimde destekleme olarak değerlendirilebileceğine işaret etmiştik. Genelkurmay Başkanı’nın basınla yaptığı sohbet, askeri tarafın bu soruna yaklaşımında bir değişiklik olmadığını gösterdi.

PKK tarafında da yaklaşımın değişebileceği yönünde herhangi bir işaretin olmadığını görmekte gecikmedik. Geçen hafta Lice’de PKK’ya bağlı silahlı mücadele örgütü HPG’nin kurduğu mayın tuzağında dokuz asker öldürüldü. Bunu izleyen günde, basında, HPG Anakarargâh Komutanlığı’nın açıklaması yayımlandı. Bildiride, “Lice kırsalında gerçekleşen misilleme eylemi yerel güçlerimizin inisiyatifi ile operasyon hazırlığındaki TC ordu güçlerine karşı savunma amaçlı gerçekleştirilen bir misilleme eylemidir. Türk devleti operasyonlar yapmakta, Kürt siyasetçilerini tutuklamakta, Halfeti ve Hakkari’de Kürt gençlerini öldürmektedir. Buna rağmen biz HPG olarak KCK’nin ilan ettiği 1 Haziran’a kadarki eylemsizlik kararına olan bağlılığımız devam etmektedir” deniyordu.

Eylemsizlik mi?

Siyasal alanda çözümleme yapmak, aktörlerin asgari bir tutarlılığa sahip olması varsayımı üzerine dayanır. Bu tutarlılığın söylenenle yapılanlar arasında olması beklenir. Bu olmazsa, iş siyasal çözümlemenin değil, patolojik vakaların incelenmesinde başvurulan yöntemlerin ilgi alanına girer.

Yukarıdaki bildiride, operasyon hazırlığında olduğu iddia edilen bir askeri birliğe karşı kurulan mayınlı tuzağın, savunma amaçlı bir misilleme eylemi olduğunu önce öğreniyoruz. Ardından, pusu kurarak misilleme yaptığını iftiharla ilan eden örgütün, 1 Haziran’a kadar sürecek eylemsizlik kararına bağlılığının devam ettiğini okuyoruz. Eylemsizlik kararına bağlı kalınarak, mayınlı tuzak yoluyla dokuz asker nasıl öldürülür? Mayınlı tuzağı yol üzerine yerleştirmek, bunu uzaktan patlatmak eylem değil midir? Eylem değilse, nedir? Misilleme ne demektir?

Eylemsizlik kararına bağlı kalındığı ifade edilerek, askerlerin ölmesi için kasıtlı biçimde işlenen mayınlı tuzak eylemi “savunma amaçlı misilleme” olarak adlandırılıyor. Misillemenin, son tutuklamalara, polis şiddeti nedeniyle ölen gençlere, TSK’nın PKK’ya yönelik operasyonlarına karşılık yapılmış olduğu iddia ediliyor. Ama “savunma amaçlı” bir misilleme. Üstelik eylemsizlik kararına bağlı kalarak yapılmış. Eylemsizlik, savunma, misilleme kelimeleri yan yana getirilerek, sanki bir tür kan davası politikasının sürdürüldüğü ima ediliyor. Siyasal aklın devreden çıktığının, başka tür akılların, reflekslerin egemen olduğunun önemli işaretlerinden biri zaten bu. Sanırız bazı çevreler, güçsüz durumda olanın başvurduğu kurnazlık olarak da bu tutarsızlığı yorumlayıp anlayışla karşılıyor, hatta bu tavrı destekliyordur.

Aslında bu durumun kurnazlığı da aşan, kullanılan kavramların içeriğinin boş olmasıyla ilgili boyutu var. HPG’nin sitesinde yer almaya devam eden başka bir haberde biraz dolaşmak yararlı olacak. Bu haberde, geçtiğimiz günlerde yapılan bir törenle HPG’nin komutanlığını beş yıl boyunca yürüten Bahoz Erdal’ın, bu görevini Nurettin Sofi’ye devrettiği bildiriliyor. Törende PKK’nın şu an önde gelen yöneticilerinden biri olan Duran Kalkan da konuşmuş. Konuşmasında, geçen beş yılın değerlendirmesini yaparken, amacın, “Kürt sorununun demokratik barış süreci diye tanımladığımız, demokratik siyasi süreç olarak da ifadelendirdiğimiz sürecin başarıyla gerçekleştirilmesini sağlamak” olduğunu iddia etmiş. Ardından, “geçen beş yıllık sürecinde HPG sistemi yeni bir direniş süreci içerisine yeniden kendini örgütledi. Modern gerilla dediğimiz gerillalaşma sürecine girdik. Yani meşru savunma çizgisini, gerilla bilincini, örgütlüğünü, taktiğini, tarzını önemli ölçüde yarattı” demiş. Bu vesileyle, demokratik siyasi sürecin gerillalaşma süreci olarak da anlaşılabileceğini öğreniyoruz. Demokratik siyasi süreçle gerillalaşmayı yan yana getiren söylem, eylemsizlik kararına bağlı kalındığı ilan edilerek yapılan mayınlı tuzak eylemiyle aynı düzeyde yer alıyor.

Adlandırma

Ardından Duran Kalkan’ın şöyle bir ifadesiyle karşılaşıyoruz: “Yeni yönetimimizin komutasında HPG, Önder Apo’nun Demokratik Ekolojik Cinsiyet Özgürlükçü Toplum Paradigması temelinde özgürlük, eşitlik ideallerine bağlı kalarak bunların toplumda gerçekleşmesi için üzerine düşen bütün görevleri başarıyla yerine getirmek için çalışacaktır”.

Karşımızda bir tür nominalizm (adcılık) var. Nominalizm, genel kavramların birtakım sesler olduğunu kabul eder. Bunlar, düşünce biçimlerine yakıştırılmış birer addır. Nominalizmin aşırı biçimi, bir kişinin düşünce bütününün her durumda kendi içinde tutarlı olduğunu, bu tutarlılığı kendi içinde sınamanın mümkün olamayacağını iddia eder. “Gerillalaşma süreci” içinde, “Demokratik Ekolojik Cinsiyet Özgürlükçü Toplum Paradigması temelinde”, “insanlık davasının özgürlük, eşitlik, demokrasi ilkelerinin en yılmaz savunucusu olunacağını” söylemek, nominalist bir yaklaşımla mümkündür. Çünkü burada kullanılan bütün adlar, demokrasi, eşitlik, özgürlük, ekoloji, vb. sadece birer addırlar. Herhangi bir içeriğe tekabül etmezler. Orada bulunmaları gerektiği için yer almışlardır. Adlarının telaffuz edilmesi gerektiği için yan yana dizilmişlerdir.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Elbette bu nominalist gelenek PKK söylemine özel değildir. Türkiye’de ulusal hassasiyetlerin hakim olduğu kabul edilen birçok konuda nominalizm egemendir. Bunların bazıları yukarıdaki örneklerdeki nominalist performansla çok rahat boy ölçüşebilir. Gerilla demenin suç, terörist demenin ise makbul olması gibi. Türk milleti sözcüğünün herhangi bir etnik referans içermediğini iddia etmek gibi. Askeri müdahaleyi militan demokrasinin tezahürü olarak tanımlamak gibi. PKK söyleminin, karşısında mücadele ettiği zihniyetin nominalizminden etkilendiğini de düşünebiliriz. Ayrıca değerlendirilmesi gereken son derece önemli bir sorundur bu.

PKK’ya hakim olan söylem ve eylem tutarsızlığına, kullanılan kavramların sadece bir addan başka bir şey ifade etmemelerine bakarak, DTP gibi bir siyasal partinin işinin ne kadar zor olduğunu anlayabiliriz. Üstelik böyle bir ortamda, DTP yöneticilerine de nominalizm bulaşıyor. Durum vahimdir. Çünkü kullanılan kavramların ortak kabul gören içeriklere sahip olmadan sadece bir adlandırmaya dönüştüğünü tespit ediyorsak, o zaman tutarlılık temelinde akılcı siyasal çözümleme yapma olanağının da bu ortamda kalmayacağını teslim etmemiz gerekiyor.

Eğer Kürt sorununun siyasal alanda çözülecek bir soruna dönüşmesini istiyorsak, bol bol dile getirilen barış, demokrasi, çözüm, eşitlik, adalet ve benzeri birçok kavramın içi boş sözcükler olmaktan çıkmasını sağlamak zorundayız.

***

Ahmet İnsel’in geçen haftaki yazısında, aşağıdaki cümlede geçen “Türkiye halkları”nın “Türkiye halkı” olması gerekiyordu. Düzeltiriz.

“İlker Başbuğ’un ‘Türkiye halkı’ tabirini kullanması, münhasıran büyük bir açılım değildi ama Kürt sorunu konusunda kadim devlet politikasının yılmaz bekçisi olan bir kurumun başından gelmesi, Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’da dile getirdiği alt kimik-üst kimlik tanımına verilen gecikmiş bir destekti.”

 

Ahmet İnsel - Radikal
Yayın Tarihi : 5 Mayıs 2009 Salı 16:46:40
Güncelleme :5 Mayıs 2009 Salı 16:52:36


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?