19
Mayıs
2024
Pazar
SİYASET

Altan: Erdoğan hain olmaktan korkuyor

Ahmet AltanSanırım devleti “baba” olarak görmekten kaynaklanan tuhaf bir çocukluğu var bizim toplumun.

Bir türlü büyüyüp olgunlaşmıyor.

Her türlü haytalığı yaptıktan sonra “babasını” görünce babasının hoşuna gidecek yalanları söyleyen hınzır bir çocuk sanki.

Bizim toplumun en sıkıldığı konuların başında Kıbrıs gelir.

Kimse Kıbrıs’la ilgilenmez, ilgilenmek de istemez.

Buna inanmayan varsa istediği televizyon kanalında primetime’da Kıbrıs konulu bir program yayınlasın. Eğer reytingi yüzde ikiyi geçerse ben halkımı hiç tanıyamadığım için özür dileyeceğim.

Ama kimsenin izlemeyeceğini biliyorum, televizyoncular da biliyor, gazeteciler de biliyor. Onun için de kimse Kıbrıs sorununu dört başı mamur anlatacak bir program yayınlamaz herkesin televizyon başında olduğu saatlerde. Yayınlarsa da “kavgalı dövüşlü” bir program yayınlar ki halk kavgayı izlesin.

Kıbrıs sorununu ağırbaşlı bir şekilde anlatacak her program çöker.

Halkımız kendisini böylesine sıkıp bunaltan bir konuyu asla izlemez ama “devletten” biri “Kıbrıs satılıyor” dedi mi herkes ayaklanır “Kıbrıs’ı sattırmayız” diye.

“Babasının” hoşuna gidecek narayı atar.

Kıbrıs konusu bütün dramatik bağırışlara, iç kıyıcı haykırışlara karşın Türkiye için talihsiz bir şaka gibidir.

Bu minik adanın nüfusu 750 bin Rum’u ve 260 bin Türk’üyle bir milyon civarındadır.

Hepsini toplayıp getirseniz İstanbul’da bir mahalleye yerleştirirsiniz.

Ama bu milyon insanı temsil eden politikacılar yıllardan beri yetmiş milyonluk Türkiye’yi parmağında oynatır.

Şimdi gene Avrupa’yla yetmiş milyonluk Türkiye arasına Kıbrıs girdi.

Konu aslında teknik bir konu.

Türkiye’nin, imzaladığı Gümrük Birliği protokolüne göre limanlarını Rum mallarına açması gerekiyor.

Avrupa Birliği de KKTC’ye konulan ekonomik ambargoyu kaldıracak.

Rum tarafının “Denktaşları” garip bir şovenlikle her türlü anlaşmayı engellemeye çalışıyor.

Avrupalıların bir kısmı da ekonomik ambargoyu kaldırmakta ayak sürüyor. Onun yerine Türkiye’ye “önce sen verdiğin sözü tut” diyorlar.

Bu noktada bizim hükümet sıkışıyor.

Avrupalılar KKTC’ye konulan ambargoyu kaldırmadan hükümet limanları Rumlara açarsa “devlet” ve “devlete bağlı muhalefet” ayaklanacak.

“Kıbrıs satılıyor” diyecekler.

Başbakan Erdoğan, iktidara ilk geldiğinde halkı temsil ettiğine çok inançlıydı, bu inançla en radikal kararları aldı, tarihi bir lider gibi davranarak birçok anlamsız sorunu çözdü.

Ama şimdi korkuyor.

Son zamanlarda pek de anlamlı olmayan hamleler yüzünden desteğini kaybetmeye başlaması sanırım içindeki “halkı ben temsil ediyorum” inancını ciddi bir biçimde pörsüttü; bu inanç olmayınca da bir politikacı ciddi bir karar almakta zorlanır.

Hain olmaktan korkmaya başlar.

Bu son krizde Türkiye’nin çok haklı olduğu yanlar var.

Peki, bir toplum “haklı olduğu” için kendi aleyhine bir sonuçla karşılaşacağı adımlar atarsa bunu zekice bulur musunuz?

Türkiye için Rumlar yaptığı bu tuhaf didişmede galip gelmek mi önemli yoksa Avrupa’nın parçası olmak mı?

Şu çok övündüğümüz, üstüne titrediğimiz “onurumuz,” yetmiş milyonluk bir toplumun kaderini Rum politikacılarının kaprislerine bağladığımızda daha mı parlıyor?

Bence, onurlu olmak insanın ya da toplumun kendi kaderini belirleme gücünü başkasına vermemesidir.

Soru basit bence.

Limanlarımızı, imzaladığımız anlaşma gereği Rum mallarına açarsak Türkiye toplumunun mutluluğundan, özgürlüğünden ve zenginliğinden ne eksilir?

Eğer bu tuhaf sorunların üstünden atlar ve Avrupa üyesi olursak bu toplum ne kazanır?

İkisini bir kıyaslayın.

Her ülke gibi Türkiye’nin stratejik hedefi mutlu, özgür, zengin bir toplum olmaktır.

Bu hedef , taktik itişmelerdeki küçük galibiyetlerden daha önemlidir.

Ama bu büyük amaçların peşinden gidebilmek için büyük lider olmak, güvenli olmak, inançlı olmak gerekiyor, korkmamak gerekiyor ve içtenlikle politikasını anlatacak bir samimiyet gerekiyor.

Ne yazık ki Başbakan Erdoğan güvenini yitirdi.

O kadar yitirdi ki, 750 bin nüfuslu bir toplumun politikacılarıyla çekişme uğruna Avrupa Birliği üyeliğinden vazgeçecek hale geldi.

Bundan çok sevinip övünenler var.

Bana da, yetmiş milyonluk bir toplumun “kaderini” minicik Rum topluluğun artık iyice şovenleşmiş politikacılarının kaprislerine bağlamak utanılacak bir iş gibi gözüküyor.

Türkiye’nin geleceğini Papadopulos’un belirlemesi size çok onurlu gözüküyorsa sevinin.

“Kıbrıs’ı sattırmayız” diye de bağırın sevinirken ve asla Kıbrıs’la ilgili programları izlemeyin.

“Satılanın” Türkiye’nin geleceği olduğunu anladığınızda, “biz niye bağırıp duruyorduk” diye çok şaşıracaksınız.
gazetem.net
Yayın Tarihi : 19 Haziran 2006 Pazartesi 09:57:37
Güncelleme :19 Haziran 2006 Pazartesi 10:02:58


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?