2
Mayıs
2025
Cuma
SİYASET

Mesut Yılmaz yeni parti kuracak

56. Hükümet'in Başbakan Yardımcısı ve Anavatan Partisi eski Genel Başkanı Mesut Yılmaz, kimsenin koltuğunda gözü olmadığını, sadece Türkiye'nin rotasının değişmesinden endişe duyduğunu belirtti. 

Mesut Yılmaz, özel bir televizyon kanalında yayınlanan Basın Kulübü programında soruları cevapladı. Kendisinin siyasete dönüş kararı ile ilgili olarak Başbakan Erdoğan'ın değerlendirmelerinin hatırlatılması üzerine Yılmaz, "Ben rolleri değişmek istiyorum. İlk soruyu ben size soruyorum. Böyle Başbakan olur mu? Bir Başbakan böyle konuşur mu? Bana 'çamura bulaşmış' falan demiş değil mi? Bir seçim oldu, biz iktidarı kaybettik. Tayyip Bey iktidar olur olmaz CHP ile anlaştı bizden hesap sormak için" diye konuştu. AK Parti ve CHP'nin beraber bir soruşturma komisyonu kurduğunu ve bütün dosyaları elden geçirdiklerini kaydeden Yılmaz, kendisiyle ilgili sadece Türkbank işinin bulunabildiğini söyledi. Yılmaz, "Kendilerinden önceki Meclis'i tanımadılar, 'biz yeniden soruşturma açacağız' dediler. Sonunda beni ihaleye fesat karıştırmak gibi yüz kızartıcı bir suçtan Yüce Divan'a göndermeyi kararlaştırdılar. Bana kötülük yapmak isterken iyilik yaptılar. Beni akladılar. Anayasa Mahkemesi Meclis'e hukuk dersi verdi. Bu, ihaleye fesat suçuna girmez. Olsa olsa görevi kötüye kullanmaya girer. Başbakan artık hesap soracak değil, hesap verecek konumdadır. Benim kadar sıkı denetimden geçmiş ve yeniden milletin önüne çıkabilen başka siyasetçi var mıdır? Ben onun söylediği gibi çamura bulaşmış olsam, bugün yeniden siyasete dönemezdim" şeklinde konuştu. 

'Siz nasıl bir yüreklilikle yeniden merkez sağı toplama girişimi yapacaksınız?' sorusuna Yılmaz şu karşılığı verdi:
"Bu meselenin, aslında daha derin bir analize ihtiyacı var. Meselenin özünde o koalisyonun yapısı var. Aslında uyumlu bir koalisyon olduğu halde yapısından gelen nedenlerle önemli zamanlarda önemli kararları alamadık. Ben tek başıma iktidarda olsaydım, performans çok farklı olurdu. 2000'de büyük bir ekonomik kriz patladı. Bu kriz çok daha önce, 90'lı yıllardan başlayan yanlışların sonucuydu. Bu dönemin sorumlularından biri de benim. Azınlık koalisyonu döneminde Başbakanlık yaptım. CHP destek vermediği için Sosyal Güvenlik Reformu'nu çıkaramadım, Bankacılık Yasası'nı çıkaramadım. Bunlar bankaların bilançolarında birikti ve 2000 yılında Türkiye bunları taşıyamadan büyük bir ekonomik krize girdi. Şu hesabı yaptım o zaman. Biz ağzımızla kuş tutsak, bu ekonomik krizle bir daha iktidar olmayız, barajı bile geçemeyiz. 'Gerekirse bir daha Meclis'e gelemeyelim, bu yasaları çıkarmamız lazım, AB ve ekonomiyi düzeltmemiz lazım' dedim. Sayın Bahçeli ile sorunlar yaşadık ki çok severim kendisini. Erken seçime gidelim dedi, 'gidelim ama AB yasalarını Meclis'ten çıkaracağız' dedim. Sayın Bahçeli de, 'ben bunları engellemeyeceğim ama aleyhte oyumu kullanacağım' dedi. Öyle de yaptı. Devrim niteliğinde yasaları çıkardık. Bazı hükümet kararnamelerinin çıkarılması lazımdı. Bahçeli itiraz etti, aramızda bir tatsızlık oluştu. O krizin sorumlusu sadece o koalisyon hükümeti değildi ama bedeli o koalisyon ödedi. Ben böyle olacağını da biliyordum. İntihar etmek pahasına Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu düzenlemeleri yaptık. Ekonomide Sayın Derviş'in büyük katkısıyla çok ciddi düzenlemeler yaptık. Erkan Mumcu'nun bir sözünü çok beğendim. Bunlar 3.5 sene otopilotla giden bir uçağın pilot kabininde oturdular, kendilerinin uçağı kullandıklarını zannettiler. Aslında rotaları belirleyen bir önceki hükümetti, bizdik. Şimdi elleri ayaklarına dolaştı. İlk ciddi icraatları Merkez Bankası Başkanı'nı değiştirmekti, onun da sonunda olanları görüyoruz."

"SİYASET YAPANLARIN SEÇMENE BİR BORCU VAR"
Siyasette nasıl bir role hazırlandığı sorusu üzerine Yılmaz, Türkiye'deki seçim sisteminin yanlış olduğunu öne sürdü. AK Parti'nin 'Bu sistemi siz getirdiniz, niye değiştirmediniz?' dediğine işaret eden Yılmaz, "Haklı görünüyorlar ve direneceklerdir değiştirmemek için. Ama AB baskı yapacaktır, AB'de hiçbir yerde bu sistem yok. Bu sistem değişmeyeceğine göre, siyaset yapanların seçmene bir borcu var. Seçmeni kendi eğilimiyle Meclis'te temsil edebilecek bir partiye gönül rahatlığıyla oy vermesi lazım. Benim seçmenim, ya ANAP barajı aşamazsa diye başka bir partiye oy verir. Bu sadece ANAP seçmeni için geçerli değil. Türkiye'de merkez sağ ve merkez solu buluşturacak yeni bir oluşuma ihtiyaç var diye düşünüyorum. Ben siyasete yüzde 10'u aşmaya çalışan bir partinin başına geçerek girmeyeceğim. Kimsenin koltuğunda, hiçbir makamda gözüm yok. Yargılanmama rağmen hayatımın en güzel 3 yılını geçirdim, kitap okuyorum, Avrupa'da ders veriyorum. Ben o protokollerden falan bıktım. Ben sadece Türkiye'nin rotasının değişmesinden endişe ediyorum. Bunun için de siyasetin içinde olmak gerekiyor. Neleri aşmam gerektiğini de biliyorum. Vatandaş bunu istemezse gider gene AKP'yi iktidar yapar. Ama seçmen baraj endişesiyle oy vermemeli. Ben CHP'nin bunun için uygun parti olduğunu düşünmüyorum. Kendi çalışma arkadaşlarına güven vermeyen, millete bu güveni veremez. Türkiye'de böyle bir birliktelik için bütün şartlar hazırdır. Bu 3 şekilde yapılabilir. Birincisi, Fransa'da olduğu gibi benzer partiler seçim ittifakları kurarlar. İki, 1991 ve 1999 seçimlerinde yapıldığı gibi hülle yoluna gidilmelidir. Mevcut bir partiden aday olup seçildikten sonra kendi partinize dönüyorsunuz. Bu siyasi ahlak açısından tartışmalı, kalıcı bir çözüm de değil. Üçüncü bir yol var; yeni bir çatıda mevcut siyasi partilerin birleşmesi. Yeni bir parti kurulur. Ben bunun olabilirliğini araştırmak gerekir diye düşünüyorum. Bunun başında olmayı da düşünmüyorum. Kendim için bir şey istemiyorum, Türkiye için endişem var. Beni çok sevmeyen de var, 2 gündür davul çalıyorlar, 'ne yüzle geliyorsun' diyorlar. Ben, merkezde akıl yolunda millete yeni bir alternatif sunulması için konumum gereği bunu yapabileceğimi zannediyorum. AK Parti'nin bu daha ilk hükümet dönemidir. 1983'le karşılaştırıyorum. Biz 3 se lar yaşadık ki çok severine sonra bu kadar yıpranmamıştık. Ben AKP'nin tek başına tekrar iktidar olamayacağını zannediyorum. Yeni bir parti kurmayacağım. Liderlerle görüşeceğim, Türkiye için endişe eden herkes gibi" değerlendirmesini yaptı. 

Yılmaz, 'Bir siyasi parti kursanız Tayyip Erdoğan'ı yenebilir misiniz?' sorusu üzerine, 1999 yılında CHP'nin yüzde 10 barajını aşamadığı için parlamento dışında kaldığını hatırlattı. CHP'nin en uygun konjonktürde bile alabildiği oyun yüzde 18-19 olduğunu hatırlatan Yılmaz, "Artık siyasi kısır çekişmelerin üzerine çıkan bir siyasi çatı oluşursa CHP 99'daki akıbetiyle karşı karşıya kalır. Artık merkez sağ ve solun programları birbiriyle örtüşebilecek programlardır. Uzlaşmazlık dönemi artık geride kalmıştır. Programlar bu kadar birbirine yakınsa engel egolardır" dedi. 

'Kuracağınız çizginin türbana, meslek liselerine bakışı nasıl olacak?' sorusuna Yılmaz, "Henüz oluşmamış bir yapının programını açıklayamam. Türkiye'de Cumhuriyet, rejim tehlikede değil. Kimsenin gücünün bunları tehlikeye atmaya yeterli olduğunu düşünmüyorum. Türkiye'de kimsenin yeniden mollalar dönemi yaşamak istediğini düşünmüyorum. AB ile yeni bir uluslararası oluşum çıkıyor ortaya. Çin yılların uykusundan uyandı, hesaplara göre 2050'de ABD'yi geçecek. Bu kadar hızla değişen dünyada Türkiye ne olacak? En uygunu AB, oradan da giderek uzaklaştığımızı düşünüyorum. Türkiye'de eğer hukuk devleti, insan hakları istiyorsak ilk korumamız gereken laikliktir. 'Demokrasi bizim için araçtır' diyen insanların bunu böyle gördüklerinden ciddi kuşkum var. Türkiye'ye karşı tuzaklar kurulduğunu düşünüyorum. Bu tuzaklar netice vermez ama bizi geciktirir. Rejim tartışmasıyla senelerimiz kaybolur" karşılığını verdi. 

Kıbrıs konusundaki görüşlerinin sorulması üzerine Yılmaz, Türkiye'nin bu konuda kopmaya doğru gittiğini ifade etti.
Yılmaz, tarikatlara zemin hazırlayanların geçmiş hükümetler olmasına rağmen AK Parti'nin suçlandığı şeklindeki iddia üzerine şunları söyledi: 

"Ben dahil tüm geçmiş iktidarların sorumluğu olduğuna inanıyorum. 1940'lara kadar yapıldığı gibi engellemek yerine, dini görevlerini yerine getirmeyi engellemek yerine, işleri kolaylaştıran ama laikliği koruyan bir çizgi oluşturmaya çalıştık. Bu yaptıklarımızı dini siyasete alet etme çabasını teşvik eden adımlar olarak yorumlayanlar olabilir. Asıl sorunuzun muhatabı 'imam hatipler arka bahçemizdir' diyenlerdir. Ne ben, ne Özal, ne Menderes, ne Bayar, ne Demirel laikliğin sizden az savunucusuyduk. Bu konu hep kavga konusu olsun, bu kozumuzu kaybetmeyelim istiyorlar."

"BÜTÜN ZORLUKLARINI BİLİYORUM"
Yılmaz, bir soru üzerine, kendisini DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar'ın yanısıra Tansu Çiller'in de aradığını kaydetti. Başbakan Erdoğan ile hemşehrilik bağları bulunduğunun hatırlatılması üzerine Yılmaz, "Benim bildiğim Sayın Başbakan Siirt mebusu" dedi. 

İttifak çalışmaları hakkındaki bir soru üzerine Yılmaz, "Böyle yeni bir parti oluşturulabilir mi, onu araştırmak lazım, denemeye değer diye diyorum. Bütün zorluklarını biliyorum, konjonktür uygun diye düşünüyorum" diye konuştu. 

Türkiye gelişirken orta sınıfın küçüldüğünün doğru olduğunu öne süren Yılmaz, "Benim söylediğim oluşum, sadece orta sınıfın talebi değildir. Çok geniş tabanlar, oyumuz heba olmasın diye 'filan partiye oy vereceğiz' diyor. Siyasiler kendi aralarında birleşirler, tabanlarını da orta yola çekerler, benim formülüm budur. Kemal Derviş çok değerli bir uluslararası teknokrattır. Siyaseti bilmiyor, zorluklarına da katlanmak istemiyor. Onun için bıraktı, gitti. Yaşadığı tecrübeden sonra mizaç itibariyle yararlı olabilecek biri değildir" dedi. 

'Hüsamettin Özkan ve Süleyman Demirel bu oluşumda yer alabilir mi?' sorusu üzerine Yılmaz, isimler üzerinde konuşmak istemediğini kaydetti. Yılmaz, bu isimlere Hüsamettin Cindoruk'un da dahil edilebileceğini bildirerek, şöyle devam etti: 

"Özgürlükler konusunda benim de endişem var. Terörle mücadeleyi daimi bir düzenleme olarak düşünmemek lazım. Devletin eline yetkiyi verirsiniz, gider oradaki insanlara eziyet etmek için kullanır. Mevcut partiler yükselen milliyetçilikten yer almak için bunu yapabilir. Ben özgürlüklerden yanayım, böyle bir oluşum arayışındayım. Gençler bilgili olsa, yaşlılar yapabilse diye bir laf var. Maalesef Türkiye siyasetine en çok katkı sağlayabilecek olanlar. Bu ateşin içinde ne kadar yanarlarsa, o kadar sağlıklı bakabilme özellikleri gelişiyor. Ben bunu kendimde gördüm. Bildiğim gördüğüm bazı şeyler var. Türkiye'nin yanlış yere gittiğini seziyorum. Sayın Demirel'de de bunu görüyorum. Saydığınız diğer isimler için de bunlar geçerli. İşin bir de siyasi ego tarafı var. Bunun için çok uğraşacağız. Genelkurmay Başkanı geçen gün bir şey söyledi. Çok akıllı bir sözdü. Başbakan nedense bunu üzerine aldı ve cevap verdi. Vatandaşı duyarlılık göstermeye çağırmak herkesin görevi olmalı. Başbakan'ın bunu söylemesi gerekmez mi? Nerede böyle bir fevri tepki gösterse, orada ruh halini açıkça yansıtıyor. Text yazarları da buna dikkat ediyor. O cam levhaların dışına çıkıp konuştuğunda, fevri tepki gösterdiğinde böyle konuşuyor. Aynı tehlikeyi şimdi görüyorum. Ekonominin çok ciddi bir geçiş döneminde başbakana düşen, insanlara hakaret edip abuk sabuk şeyler söylemek yerine sakin olmaktır. Tam tersini yapıyor. 'Biz IMF'siz de yaparız' dediler. Aynı başbakan, yabancılar için ertesi gün stopajı sıfıra indirirse blöf yaptıkları anlaşılır. Faizi artırıyorlar, döviz satıyorlar. Bunlar yetmez. Önce güven vermek gerekir. Yabancılar da bunu yutmaz. Bunun bedelini ödetirler, ödetiyorlar da zaten. Önceki krizde borçlu olan bankalardı, şimdi vatandaşlar borçlu, kredi alanlar borçlu."

"SUSURLUK HADİSESİ BELKİ GÜNEYDOĞU'DA BİN DEFA YAŞANMIŞTIR"
Şemdinli olayları ile ilgili değerlendirmelerinin sorulması üzerine ise Yılmaz, "Tam kendilerine yakışanı yapmışlardır" dedi. Savcının üzerine olayın yıkıldığını ileri süren Yılmaz, başından beri hükümetin bu işin içinde olduğunu düşündüğünü söyledi. Yılmaz, olayın siyasi hesapları olan bir komplo olduğunu da öne sürdü. Bütün meselenin özetinin hukuk devleti olduğunu kaydeden Yılmaz, "Siz terörle mücadeleyi bile hukuk devleti içinde yürütebilecek bir devletseniz, hiçbir zaman Susurluk olmaz, Şemdinli olmaz" diye konuştu. 

Hükümetleri döneminde Grtüneydoğu'da ne gibi hatalar yaptıklarının sorulması üzerine Yılmaz, şu ifadeleri kullandı:
"Terörün en azgınlaştığı dönemde hükümet, yetkilerini silahlı kuvvetlere devretmiştir, o dönemde bazı hatalar yapılmıştır. Bunlar toplumu çok ürkütmüştür. İstanbul'dan baktığınız zaman Susurluk'a, herkes çok ürktü. Işık kapatma eylemi falan yaptılar. Ama o tepkiyi veren vatandaşlar, o sıkıntıyı her zaman yaşadı. Onları kimse düşünmüyor. Susurluk hadisesi belki Güneydoğu'da bin defa yaşanmıştır."
'Kasım ayında AB ile Kıbrıs yüzünden ciddi bir çatışmaya gidiyoruz. Bu hükümet bu uçağı indirebilecek mi?' sorusu üzerine Yılmaz, "Daha önce Basın Kulübü'nde söylediğim kaygılar doğrulandı. Ben her türlü gündelik politikaya karşıyım. Belki iç politikada, ekonomide belki katlanılabilir ama dış politika günübirlik politika kabul etmez. Dış politikayı iç politika için yapmak daha büyük hatadır. Ben bu hükümetin AB tavrında bunların ikisini de gördüm. 'Kıbrıs'ta büyük kapana giriyorsunuz, çıkamazsınız' dedim. Bana o zaman başta kardeşim olmak üzere iş adamları kızdı. 'Pişmiş aşa su katıyorsun' dediler. Benim masadan kalktığım şartları, bunlar Brüksel'de kabul etti. Ben Annan Planı'na destek verdim bu hükümetin. Kıbrıs sorunu bütün dış politikamızda en önemli engel olarak ortaya çıkmaya başladı. KKTC halkı da, Türkiye de Annan Planı'na destek verdi. O referandumdan hemen sonra Brüksel'de zirve yapıldı. Hükümet en güçlü konumundaydı o zaman. Rumlar çözümü reddetmiş, Türkler kabul etmiş, arkalarında büyük kamuoyu desteği var. 3 büyük ülke Türkiye taraftarı. Bir de ellerinde kapı gibi mektup var. Finlandiya Başbakanı'nın Ecevit'e verdiği 'Kıbrıs meselesi AB sürecini etkilemez' diye. Gidiyorsunuz Brüksel'e, bizim Başbakan da kabul ediyor, Kıbrıs şartı olan raporu kabul ediyor. Altına da 'müzakereler başlamadan limanları açacağım' diye not düştünüz. Adamlar haklı olarak bu sözü bize verdin, geçir bakalım protokolü diyor. Meclis'ten geçirmeyi bırakın kendi gruplarından geçiremezler. Rumlar'a limanları açmak, Türkiye'nin 30 yıllık Kıbrıs politikasından vazgeçmektir. Türkiye bu politikadan vazgeçebilir mi? 'Geçebilir' karşılığında verilen havuç, 'bilinmeyen bir tarihte sizi üye yaparız', üye olsa bile farklı bir statüde. Karşılığında Kıbrıs, karşılığında bütün haklarımızdan vazgeçmemizi istiyorlar. Rum zaten üye olmuş, daha bilim dosyasında bile bu meseleyi gündeme getirmeye cesaret ediyor, yarın kesin veto edecek. Türkiye bu oyunu nasıl göremez, nasıl bunları kabul eder? Adamlar bize kesin garanti vermiyor. Helsinki'de 'eşit statüde üye olacaksınız' demişlerdi, Brüksel'de değiştirdiler. Hadi tüm engelleri atladınız, Kıbrıs tavizini de verdiniz. Ondan sonra adamlar diyor ki 'ben gidip halkıma soracağım, referandum yapacağım'. Araştırmalar ortada. Böyle bir metodunuz vardı da, niye daha önce uygulamadınız? Polonya için Almanya'ya sordunuz mu? Evvela Türkiye, AB'ye alternatif aramaktan vazgeçmelidir. Doğru yol AB'dir. Hiçbir üye sorunsuz üye olmamıştır. Bu bir sabır işidir, değişim işidir, müzakere işidir. Başbakan 2-3 defa rest çekti. Bunlar yanlış şeylerdir. Yapılması gereken, AB'de Türkiye'yi samimi şekilde isteyenler var, istemeyenler bile tamamen dışlanmamıza karşı çıkıyorlar, sakıncalı görüyorlar" ifadelerini kullandı.
.
Yayın Tarihi : 25 Haziran 2006 Pazar 23:52:38


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Hüseyin KARATAŞ IP: 88.241.209.xxx Tarih : 26.06.2006 11:37:50
öncelikle mesut beye saygılarımı sunarım insallah kendisini tekrar siyaset catısı altında görecegiz cünkü türkiyenin onun gibi siyasetcilere ihtiyacı vardır kendisine simdiden basarılar merak etme arkandayız insallah en kısa zamanda tekrar basbakan olacaksınız