Ergenekon soruşturması ve AK Parti’nin kapatılması talebiyle gerginleşen ortamdan çıkmak için sivil toplum kuruluşlarının gündeme getirdiği çözüm önerisiyle, siyasette bu dönemin moda kavramı da “Sağduyu” oldu. Gerginliğe yol açan davanın muhatabı Anayasa Mahkemesi Başkanı bile “Sağ duyu mu, sol duyu mu bilmem ama...” diyerek durumu bu kavramla açıklamaya çalıştı. Söz milletin, ortak akıl, milli irade, müzakere, milli mutabakat, sine-i millet, birlik ve beraberlik, eşgüdüm, çoğulculuk, katılımcılık, globalizm, küreselleşme, modernizm, post modern, kamusal alan, sivil toplum, balans ayarı, toplum mühendisliği, niyet okuyuculuğu, kamusal alan, vizyon, innovasyon, pozitif ayrımcılık, mahalle baskısı, konsensus, uzlaşma ve sağduyu... Bunlar dönem dönem her kesimden siyasetçinin, siyaset bilimcinin, sosyoloğun, gazeteci-yazarın kendine göre kullandığı moda kavramlardan bazıları...
Peki, siyaset neden bu kavramların arkasında yürütülüyor? Bu kavramlara neden ihtiyaç duyuluyor? Siyasetçi ve halk bu kavramlardan ne bekliyor? Bu kavramlar herkese aynı şeyi mi ifade ediyor ve her kullanan bu kavramlarla aynı şeyleri mi kastediyor? NTVMSNBC bu soruları, popüler kültür deyince ilk akla gelen iki akademisyenle; Beykent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ünsal Oskay ve Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi, Gazeteci-Yazar Prof. Murat Belge ile konuştu. Oskay ve Belge’nin görüşleri şöyle:
OSKAY: EN ESKİ ZAMANLARDAN BERİ VAR
Siyaset, yaşadığımız gerçekliği özgür bir akılla düşünüp anlamlandırmak yerine adam akıllı, bilinçle yaşayan insanları uzaklaştırmak için zaman zaman yüceltilmiş, dokunulmazlığı olan sözcükleri ve kavramları biraraya getirmeye çalışır. Kim kullanır? Firavunlar, imparatorlar, krallar, hükümetler bunları kullanır. Tarihin en eski kahramanlarının toplulukları biraraya getirmek için uydurduğu bu tür kavramlar vardır. Bunlar yaşanan gerçekliği değiştiremediği için, böyle sözcüklerle kabul ediyormuş gibi görüldüğü, geleceğe doğru uzatılmış bir beklenti, bir ufuk vaat ederler. Bu, en eski zamanlardan günümüze kadar geliyor.
Toplum örgütlenmemişse kavramlarla sürüklenir
Devlet toplumun bir ve kardeş olduğu gibi sözler...Bunlar ne zaman söylenir? Dünya coğrafyasının her yerinde yeni patriarklar, yeni Odiseuslar çıktığında. Kavimleri oluşturanlar bir ve berabermiş gibi imaja sahip olmaları için önlerine çeşitli idoller, amaçlar konulur. Günümüzde farklılaşmanın kurumsallaşmasıyla insan ilişkileri alabildiğine acımasızlaştı. Bu acımasız insan ilişkileri her alandan olanın bitenin puslu görünmesine yol açabilecek bir acı yarattı. O acıyı dengelemek için cennet, gelecek, 5 yıllık plan, 10 yıllık plan gibi yollar hazırlandı. Tüm bunlara rağmen yaşadığı yerde o çektiği acıyı fark edenler eğer örgütlenmemişse ve akıllanmamışsa işte bu yüceltilmiş kavramların arkasından sürüklenmeye başlar.
İtilafın çözülebilmesi için demokratik ortam lazım
Bu yüceltilmiş, bir dokunulmazlık atfedilmiş kavramları herkes kendi sosyal, kültürel ve politik tutumuna göre yorumlar. Ve yorumlarken de kullandığı sözcüğün karşı tarafta aynı anlamsal içerikle anlaşılacağına vehmeder. Ancak her iki taraf da bu şekilde aralarındaki itilafı gideremedikleri zaman, karşı tarafın suçlu olduğunu düşünür. Ve itilaf devam eder. İtilafın halledilmesi için; her şeyin demokratik bir ortamda, bilinçlenmesine izin verilmiş, iyi eğitim görmüş, -olanı biteni anlayabilmesi için hem okur yazarlığı iyi olacak, hem kendi sınıfsal konumuna göre örgütlenmiş olacak- hem hayatın içinde belli bir oranla kendi hayatının öznesi olabilmiş insanlar olması lazım.
“Ben anlaşmadan yanayım ama olmuyor” bahanesi
O zaman bunlar parlamentoda (ki parlamentodan başka hiç bir yerde bu iş halledilemez. Ama hangi parlamentoda; çeşitli ajitasyonlar sonucunda oluşturulmuş bir çoğunluğun parlamentosu değil, hakikaten aklına, geleceğine sahip olabilen, bu konuda gerçekten gündelik hayatında da, politik işlemlerde de, politik konuların tartışılmasında da güvenilecek kadar sağduyu sahibi olan bireyler, sınıflar ve bunları temsil eden bir parlamentoda) bunlar konuşulabilir. Bunlar olmadığı vakit sağduyu, solduyu, mutabakat, uzlaşma gibi kavramlar ortadaki itilafı gidermek isteyip de gidermek için gerekli yapısal değişimlere yanaşmayanların, kendi kamuoyuna, kendi seçmenlerine “Ben anlaşmadan yanayım ama olmuyor” deyip suçu karşı tarafa atmasına yarayan bir kullanım biçimi oluyor.
Sorunları çözmeden 3-5 gün daha yaşayabilir miyiz acaba?
Kuşkusuz son dönemde yapılan sağduyu çağrıları da herkesin bulunduğu konumu koruması ya da bir adım geri atması isteğini yansıtıyor. Ortada yaşanan bütün bu çelişkileri, bütün bu anlaşmazlık şekillerini, kendini su yüzüne çıkartıp görünmeye çalışan problemleri, görmemek için “Geleceğe doğru, sorunları çözmeden 3-5 gün daha yaşayabilir miyiz acaba?” düşüncesine dayanıyor bu talepler. Bence bu da çok sakıncalı, çünkü sorunları çözecek demokratik bir ortamı oluşturmaya daha bugünden başlamazsak -ki bence çoktan beri geç kaldık zaten- bu işin çözümünden çok, anlaşmazlıkların, çelişkilerin, kaba kuvvete dayanan, yüceltilmiş kavramların yanılsama yaratması, parlatılması devam edecek. Toplumda düş kırıklığı, hırçınlık, yabancı düşmanlığı ve hissi tepkiler için çok olumsuz zemin hazırlanmış olacak.
BELGE: BAYRAK SALLAMA GİBİ KAVRAM SALLAMA
Bu tip kavramlar çok kolay klişeleşir ve kendiliğinden bir tür meşruiyet kazanırlar. Bunu yaparken de bir yandan içeriksizleşirler. Çünkü kalabalık kitleler bu kavramlarla tam olarak ne anlatıldığını bilmezler. Onun için siyasi-ideolojik mücadelede taraflar birbirlerine bayrak sallama gibi kavram da sallayabilirler. Çoğu zaman siyasetçilerin amacı bu kavramları böyle kullanmaktır. Yani demokrasi olsun, diktatörlük olsun, bu şekilde bir demagoji vardır. Toplum bir halktan oluştuğu için kavramların biraz aşınması, yuvarlaklaşması, millete gider hale gelmesi lazım gelir. Toplumun bu konuda daha bilinçli olması için uyanık olması lazım, kendisinin politikayla ilgilenmesinin bir sonucu olduğunu görmesi lazım. Öyle bir sonucu yoksa zaten ilgilenmez ve aldırmaz. Kavramlar akar, yuvarlanır gider.
Burada sağduyu “cinayeti hoşgörmek” anlamına geliyor
Bana göre sağduyu kavramı bu tartışmanın hiçbir yerinde durmuyor. Öncelikle bunlar birbiriyle karşılaştırılır şeyler değil. Bir tarafta çoğunlukla iktidara gelmiş bir parti var, hükümet var; ve hükümetin bazı davranışlarının laikliğe aykırı olduğu iddiası var. Diğer tarafta cinayet işledikleri ortada olan, başından sonuna kadar suç ihtiva eden olan bir (Ergenekon) örgütlenme söz konusu. Bu ikisi eşit şeylermiş gibi, bu ikisi arasında bir uzlaşma olacak adı da sağduyu olacak. Yani buna göre; sağduyu cinayeti hoş görmek anlamına geliyor.
Hakikaten ‘sağ’ bir duyu.. Bayağı aşırı bir sağ duyu
Bu hakikaten sağ bir duyu. Biz eskiden basiret filan derdik. Basiretin hiç değilse böyle sağ-sol çağrışımı yoktur. Bütün dünyada sağ iyi, sol kötü kabul edilir. Sol siyaset de, niye solcu olmayı kabul etti baştan, onu anlayamam. Çünkü o zaman daha başından davayı kaybediyorsunuz. Bizde de sağ olan herşey iyi. İngilizce’de ortak duyu ‘common sense’ denileni biz sağduyu yapmışız. Böyle, bir çetenin varlığını kabul etmek ve onun da devam etmesi için onu koruma altına almaksa sağduyu, bu artık bayağı aşırı bir sağ duyu oluyor.
Çeteyi ortadan kaldırmamak uzlaşmak olamaz
Ben de elbette bir uzlaşma olması gerektiğine inanıyorum. Çünkü iki düşman millet olarak yaşar bir topluma dönüşüyoruz. Bunun böyle olmadığını, belirli ölçüde mutabakata vararak yaşamaları gerekiyor. Ama bunu ancak bu çeteyi ortadan kaldırdıktan sonra yapabilirler. Çeteyi ortadan kaldırmamak da uzlaşmak olamaz. Soruşturma hedefine ulaşabilir mi noktasına gelince: Oraya ulaşılır bence ve ulaşıldı zaten. Ne olduğunu öğrenmek, çözmek bakımından, işin içinde olanları çözmek açısından bir sır kalmadı. Ulaşılacak olan şey halkın bu bilgilere ulaşması. Bu kolay değil. Çünkü bu gibi bilgileri, hele bizim gibi toplumlarda esirgerler. Yani normal olan o, ama bazen o esirgemenin kendince haklı gibi gösterilecek gerekçeleri olabilir.
Adamların etkisizleştirildiğinin garantisi olmalı
Öyle bir şey ki bunu açıkladığınız zaman sadece Türkiye’deki mesele değil, dünya çapında bir skandal açıklamış oluyorsunuz. Bir takım mevkilerde olan insanlar, o mevkilerde olanların yapması düşünülemeyecek işler yapıyorlar. Böyle olunca ve ‘Biz böyle böyle yaptık’ deyince bütün dünyaya rezil olursunuz. Böyle bir gerekçeyle ‘Bunu şurada tutalım’, ‘Bundan ötesine geçmeyelim’, ‘Çamaşırları ortaya çıkarmayalım’ denilebilir. Böyle bir dur noktası olabilir; yalnız bunu yaparken o adı gizlenen veya payı gizlenen adamların da etkisizleştirildiğinin garantisi olmalıdır. Yani ‘Bu olay bitti, bu insanlar eteklerini çeksinler, otursunlar’, bunun garantisi olmalı.