Önümüzdeki 5 yıl futbola 2.6 milyar dolar ödeyecek olan Digiturk, 'Futbolun marka değeri yükselsin' dediğinden beri sahalarımızda tam tersi işler oluyor. Başkanlar tehdit savuruyor, tribünler koltuk. Oyuncuların mücadelesi ise boğaz boğaza.
Erman Toroğlu, Maraton'dan gönderildiğinden beri futbolun marka değeri pek artmadı -ki Toroğlu da Hürriyet'teki köşesinde dün bunun altını çizdi. Toroğlu, bundan sonra marka değerinin daha da düşeceğini iddia ediyor.
Şayet, futbol camiası "Önümüzdeki dönem 'efendi' olacağız, o yüzden şu yarım sezonda eski alışkanlıklarda dip yapalım" demiyorsa, Digiturk'ü şimdiden büyük bir kaygı almalı.
Zira Digiturk'ün, 5 yıl için 2.6 milyar dolar ödeyeceği son ihale sonrasında yaptığı, "Bu parayı çıkarmamız için futbolun marka değeri yükseltilmeli" açıklamasına inat bir tutum izleniyor futbol camiasında. Şimdilik olan sadece Erman Toroğlu'na oldu.
Esasen her sezon, zirve yarışı ve düşme-kalma derdinden ötürü ligin ikinci yarılarında kavga ve gerginliklere alışığız; ama madem "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" deniyor, bunun antrenmanlarına da ufak ufak bu devrede başlanabilirdi.
Ne var ki bunun en ufak emarelerini bile göremiyoruz; aksine, kulüp başkanları hakemleri tehdit etmeye devam ediyor, teknik direktörler "verilmeyen penaltılar"ın çetelesini açıklıyor, kimi tribünler sahaya "koltuk" atıyor, kimisi "Ne mutlu Türk'üm diyene" pankartı açıyor, kimisi yeni seçilmiş başkanına "yeter" diyor... Futbol dünyamızın "fikri zemini" ne kadar bozuksa, yeşil sahaların zemini de o kadar bozuk... Trabzonspor maçlarını başka şehirlerde oynuyor, Fenerbahçe iki önemli sakat veriyor, övünçle bahsedilen Eskişehir'in en kötü yeri stadının zemini oluyor...
Rekor fiyatın oluştuğu maç yayın hakları ihalesinden sonraki dönemde ortaya çıkan tabloya bakınca, memleket futbolu için önümüzdeki 5 yılda ödeyeceği paranın geri dönüşünü "marka değeri"ne bağlayan Digiturk'ün işinin pek de kolay olmadığı görülüyor. Açıkçası, son dönemlerde yapılan hareketler çok güzel değil...
Sahalarımızda görmek istemediğimiz hareketler
Boğaz boğaza mücadele
Bülent Uygun nezaretinde geçen iki sezonda şampiyonluk mücadelesi veren Sivas ellerinde sazlar bu sezon iyi ses vermiyor. Son yıllarda düşme hattının sath-ı mahallerindeki gezintilerinde hep yırtmayı beceren Denizli'nin horozu da bu sezon iyi ötmüyor. İki takımın maçındaki mücadele "boğaz boğaza" bir hal aldı.
Diyarbakır'a siyasal markaj
Bursaspor'dan sonra "kardeş takımı" Ankaragücü de Diyarbakırspor maçında "Ne mutlu Türk'üm diyene" dedi. Diyarbakırspor, sadece sahada 3 puan mücadelesi vermekle kalmıyor, diğer yandan da "milli birlik ve beraberliğe" bağlı olduğunu her seferinde deklare etmek zorunda kalıyor. Fakat bazı tribünler buna pek aldırmıyor.
İtinayla saha temizlenir
Bir, çamaşırlardaki "inatçı lekeler", bir de sahalarımızın "drenaj" sorununu bir türlü çözemedik. Her kar ve yağmur yağdığında sahalarımız bir küçük gölete dönüşüyor. Kısmet, bu sene de metrekareye düşen yağış biraz fazla olunca, saha görevlileri yağışla amansız bir mücadele içine girdi.
Erkeksen teke tek dövüşelim
Birisi hem eski bakan hem de Bursaspor'un eski başkanı Cavit Çağlar, diğeri Bursaspor'un şimdiki başkanı. İki başkan bir lokantada Sercan Yıldırım'ın transfer mevzuundan ötürü kavga etti. Kavganın şahitleri "Erkeksen teke tek dövüşelim", "Maazallah bodyguardlarım öldürür" laflarını duyduklarını söyledi.
Gölgelerin gücü adına
Kayserispor Başkanı çıkıp haksızlıklara isyan etse bir nebze "eyvallah" denir ama "onursal başkan" Mehmet Özhaseki'nin "Bizim de güçlerimiz var. Hakeme düdüğünü astırırız" demesini neye yormalı. Öncelikle Kayseri'deki esas güç kim? Recep Mamur mu yoksa kanunen kulüp başkanı olamayan ama "onursal" adı altında topa girmeye devam eden Özhaseki mi?
Yeter mi, yetmez mi ula
Beşiktaş Başkanlığı'na yeniden seçilse de Yıldırım Demirören'e karşı Çarşı "yeter" demeye devam ediyor. Böylece Çarşı, "sandık"a da karşı olduğunu ortaya koydu. Kim haklı kim haksız ayrı mevzu ancak sahadaki futbolculara "yeter"li desteği verdikleri de pek söylenemez. İnönü'de bir zamanlar çok eleştirilen "Kartal gool gool" tezahüratı özlenir oldu.
En zor deplasman Halkalı mı
Üç İstanbullunun en zor deplasmanı Trabzon'dur. Ama o Trabzonspor, "saha şartları el vermediği"nden maçlarını gelip İstanbul'da oynuyor. Trabzonlular plakadan mustarip 67. dakika kutlamasını 34 plakalı şehirde yapıyor. Çeyrek asırdan beri İstanbullulardan şampiyonluğu alamayan Karadenizliler, acaba özlenen şampiyonluğu İstanbul Halkalı'daki Olimpiyat Stadı'nda mı kazanacak?
Bir zamanlar Amerika
Eski Galatasaraylı Yalçın'ın yeni Galatasaraylı Jo'nun sakatlanmasından sonra "işi bitti" dediği yazıldı çizildi. Ardından "dedin-demedin" tartışması. Beri yandan Adnan Polat'ın "kasap futbolcular"a önlem alınsın talebi. Aziz Yıldırım da hakem odası basıyor. Futbol ortamından değil, zannedersiniz "Bir Zamanlar Amerika" âleminden bahsediyoruz.
Beleş kombine tribünü
Eskiden bu görüntüler statlar dolup taştığında ortaya çıkardı. Ama bugün statlar boş olduğu halde taraftarlar maçları duvarların üstünden ve ağaç dallarından izliyor. Futbol kültürü açısından bu durum taraftarlıktan ziyade "beleşçilik" olarak anılıyor. Futbolda en sevilmeyen gol "beleş" atılan goldür.
Vakit kıymetlidir, harcama
Bazı takımların oyuncuları skor olarak avantajlı durumdayken sık sık sakatlanır; kendilerine her dokunulduğunda "ahlar vahlarla" yere düşerler. Hakem de "yemediği"ni anlatmak için oyuncuyu saha dışına gönderir. Ancak saha dışına çıkan oyunu "süper spreyi" sıktırır sıktırmaz iyileşir! Aynı oyuncular golü yiyip geriye düşünce de artık hiç sakatlanmazlar