16
Mayıs
2024
Perşembe
SPOR

100. yıl Beşiktaş’ı bitirdi

İşadamı kimliğinin yanında, Beşiktaş’ta dört yıl yöneticilik de yapan İbrahim Altınsay, Siyah-Beyazlıların 100. yılda şampiyon oldukları sezon da yönetimdeydi. Radikal gazetesindeki ‘Futbol Dilencisi’ köşesinde ele aldığı çarpıcı tespitleriyle spor basınında farklı bir yerde duran Altınsay’la, Türk futbolunun yönetim anlayışı üzerine konuştuk. Altınsay, İngiltere dönüşü Beşiktaş’ta gerçekleştirdiği reformların yanı sıra Siyah-Beyazlı takımın şampiyonluktan sonra yaşadığı düşüşle ilgili olarak da çarpıcı açıklamalarda bulundu. Serdar Bilgili’nin başkanlığı bırakmasından olaylı Samsun maçına kadar…

-En başından başlayalım. Beşiktaş’a nasıl yönetici oldunuz?

Çocukluğumdaki idealim, babamın da hep arzuladığı, Beşiktaş’ta futbol oynamaktı. Bu olmadı. İngiltere’de yaşıyordum. Orada parçası olduğum şirket, hem Türkiye’nin hem de birkaç millî takımın sponsorluğunu yapıyordu. 1996’da İngiltere’de düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonası döneminde futbolun gelirlerinin çok arttığına tanık oldum. 1998-99 sezonuydu galiba… Serdar Bilgili Beşiktaş başkanlığına adaylığını koymuştu. Ona, “Beşiktaş özünü koruyarak nasıl çağdaş bir takım olabilir, gelirlerini nasıl artırılabilir; profesyonel bir yönetim sistemini nasıl kurabilir, Avrupa’da ve Türkiye’de nasıl başarılı olabilir”i içeren bir rapor hazırladım. Serdar Bilgili de haber vermeden beni yönetime almış. Buna hayır diyemedim. Yöneticilik insanın karşısına bir kez çıkacak fırsattı. Bu görevi yaparken kendimi Beşiktaş’ta futbol oynuyormuş gibi hissettim.

-İngiltere’den Beşiktaş için mi döndünüz?

Yöneticilik yaptığım ilk 2 sene Türkiye-Londra arasında gidip geldim. Sonra Türkiye’ye temelli döndüm.

FUTBOLDA MARKA DEĞİL, ARMA VAR

-Hazırladığınız rapora uygun bir yönetim anlayışı oluşturulabildi mi?

Beşiktaş o dönem ciddi bir yapılanmaya girdi. Bu, bütçeye de yansıdı. Gelirler 1,5-2 milyon dolardan 15-16 milyon dolara çıktı. Beşiktaş’ın değerini ortaya çıkardık.

-Neydi o değer?

Kendi ismi ve arması. Kulüpleri birer marka olarak görmüyorum. Onlar birer arma. Markada her zaman bir alternatif vardır. Şu marka kolayı içmezseniz, diğerini alırsınız. Ama Beşiktaş’ı beğenmeyenin sonradan Fenerbahçe’yi desteklemesi düşünülemez. Futbol, temelinde duygunun, irrasyonalitenin yattığı bir oyundur. Ama futbolun ekonomisi büyüdükçe yönetiminin rasyonel olması lâzım. Tabii duyguyu koruyarak… Biz ise sahadaki oyunu şikeyle, bahisle rasyonalize etmeye çalışıyoruz. Kimsenin almadığı futbolcuyu gösteriş için alarak idari kısmını da irrasyonel hale getiriyoruz. Futbolda evet demek kolay; ama hayır demek çok zor. Neye hayır diyeceğinizi bileceksiniz. Sizi çok fazla gaza getirebilirler. Biz Beşiktaş’a formanın yanı sıra, kol sponsorluğunu getirdik. Ayrıca özel sponsorluk diye bir kavram ortaya çıkarttık. Sonra baktık ki, statta bazı yerler boş kalıyor. Biletleri ucuzlattık. Stat dolunca da fiyatları o ayarda tuttuk. Numaralı tribüne localar yaptık. Taraftarın beğeneceği çeşit çeşit ürünler üreterek, bunların satışlarından önemli gelirler elde ettik.

FENERBAHÇE’DEN ÖNCE BİZ YAPTIK

-F.Bahçe’nin bugün övündüğü atılımı başlatan sizsiniz o hâlde?

Övünmek gibi anlaşılmasın; ama bütün bu yapılanların ilk adımlarını, hem de uluslararası anlamda attığımızı söyleyebilirim. Parayı çok plansız harcadığımız için, en büyük öğretmenimiz 2001 kriziydi. Hakikaten bir dolar için çok uğraştığımız zamanlar oldu. 2001 krizinde gidecek yerimiz olmadığı için kulüpten dışarı çıkamazdık. Borçlar birikmiş, nereye gideceksin? Kendini de aldatamıyorsun. Futbolculara, “ücretlerinizi donduruyoruz, azaltıyoruz; Türk parasına çeviriyoruz; ama hepiniz ayın birinde paranızı alacaksınız” dedik.

-Tepki göstermediler mi?

Hayır. Çünkü bir futbol takımının başarısı için çalışanların para düşünmemesi gerekiyor. Haber yazan için de böyle mesela. Kirasını, çocuğuna getireceği ilacı düşünüyorsa, haber yazamaz. Paralarını azalttık; ama ödemeleri zamanında yaparak güvenlerini kazandık.

FENER HEP TEPEDEN BAKIYOR

-Bugün F.Bahçe’nin kurumsal anlamda sizi geçtiğini düşünüyor musunuz?

Biz 100. yıldaki şampiyonluktan sonra yandık. Hem sportif anlamda hem de saha sonuçları itibarıyla çıtayı yükseltmiştik. Buradan nereye gideceğiz? Futbolda en kolay bayatlayan şey, kupa. Taraftar bile üç gün sonra yeni sezonun fikstürüne bakıyor. 100. yıl şampiyonluğundan sonra Beşiktaş’ın bu kontağı kapattığını, dinamizmini kaybettiğini düşündüğüm için 2004 Ocak’ında Serdar Bilgili’nin tek listeyle aday olduğu yönetiminde yer almadım. Sorunuza gelince; F.Bahçe çok önemli adımlar attı; ama sübjektif ideolojileri var. “En büyük biziz, en iyiyi biz yaparız. Bizi eleştiren düşmanımızdır.” diyen bir Tanrı-kral kültü var orada. Hatalarıyla yüzleşemiyorlar. Türkiye’de bir milyon forma satamazsın. Biz 100 yıl şampiyonluğumuzda nostalji forması yaptık. Satışımız 250-300 bin. Bunlar millî gelirle ilgili. UEFA Kupası’nı alacaklarını söyledikleri zaman takımın gruptan çıkması bile çok zordu. Bunu kimse görmedi. F.Bahçe, bütçesinin büyüklüğüyle övünüyor. 200 milyon dolarlık bütçeyi siz de yaparsınız. Peki bu bütçenin karşılığı nerede? Türkiye, kırk yıldır açık bütçenin acısını çekiyor. Kara paradan tutun, vergi kaçırmayı destekleyen bir sistem bu.

-Beşiktaş sizin yönetiminizde halka arzı gerçekleştirdi. Futbol ekonomisti Tuğrul Akşar da halka arz işlemini en doğru yapan kulübün Beşiktaş olduğunu söylüyor

Beşiktaş dışındakilerin hiçbiri halka açılma değildir. Bizimki tamamen İngiltere modelidir. F.Bahçe, G.Saray ve Trabzon’un halka açılması, tamamen isim hakları ve gelirlerinin halka açılmasıdır. Onlar futbol kulüplerini derneğin üzerinde tutuyorlar. Çünkü onlara bonservislerde oynama, farklı değer gösterme hakkı veriyor. Beşiktaş futbol takımıyla halka açıldığı için her sözleşmeyi borsaya bildirmek zorunda. Vergi kaçıramazsınız. O nedenle G.Saray ve F.Bahçe’nin halka açılması bir saadet zinciridir. Gelir var, gider yok. Özellikle F.Bahçe temettü garantili halka açılıyor. Bir süre sonra halktan topladığı parayı, halka ödemiş oluyor. Bana sorarsanız Aziz Yıldırım’ın geçen yıl istifa etmesinin altında yatan sebep buydu. F.Bahçe şampiyon olacaktı, yine takımın yüzde 157’sini halka açıp, bir değer toplayacaktı piyasadan. Onunla da bir süre idare edecekti. Ama temel varlıkları gittikçe azalıyor.

Bugün Türkiye’de en çok kazanan takımın yıllık geliri 50 milyon dolar. Bence çok iyi bir rakam bu. Porto’nun, PSV’nin bütçesi bunun yarısı. Ama Porto, Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu. Avrupa’da artık gelirinden fazla harcama yaptığın zaman kapatılıyorsun. Bir tek bizde var bu. Federasyon denetlese bütün sistem çökecek. Yıldırım Demirören öncesi Beşiktaş, Akatlar’ı bitirmişti. Akatlar’a tabela astı Demirören. Ama mali kongredeki rapora bakıyorsun, Akatlar’ın gideri, gelirinden daha fazla. O zaman tesis kurmanın bir anlamı yok ki! Şirket olsan, iflas etmek zorundasın. Del Bosque’yi de koyarsan, ana sermayeden fazla zararı var Beşiktaş’ın. Del Bosque’nin parası 20 milyon dolar, bugün PSV’nin yaptığı bütçeye denk düşüyor. Kirliliğimizle yüzleşelim artık. Senaryolarımızı kuralım, işin başına profesyonelleri getirelim.

UEFA VE FIFA BİZİ GÖRMEK BİLE İSTEMİYOR

-Bunu hükümetten mi, federasyondan mı, kulüplerden mi bekliyorsunuz?

Her şeyin başı Meclis. Araştırma komisyonu kuruyor, dedikodu dinliyor. Hayatını futbol ekonomisi üzerine kuran Tuğrul Akşar gibi uzmanları dinlemiyor. Dünyanın en zor işi futbol yönetimi. Ne hikmetse Türkiye’de bir tane profesyonel bile barınamıyor. Mesela Sinan Kalpakçıoğlu da gidiyor G.Saray’dan. Biz geldiğimizde önümüzdeki örnek G.Saray’dı. UEFA şampiyonu olmuşlardı.

-Şenes Erzik de 2004’te UEFA Kriterleri’ne geçileceğini söylüyordu. Ama sonra ses seda çıkmadı…

UEFA, bizi atmıyorsa ‘Aman bunlarla uğraşmayalım.’ diye atmıyor. Şimdilik arka bahçeye attılar bizi. Dünya Kupası’na gitmedik diye FIFA bayram yaptı. ‘Türklere bilet satamadık diye üzülüyorlar.’ diye yazıyoruz bir de… Ya zaten biletlerin hepsi satılmış. Sen kendini düzeltmezsen, adam seni niye düzeltsin? Hükümetin, federasyon başkanıyla arası bozuk. Federasyonun, kulüp başkanlarıyla… Kulüp başkanlarının birbiriyle… Başkanların kendi hocalarıyla… Hocanın, futbolcuyla... Futbolcunun, taraftarla... Bu bozukluğu ortadan kaldırdığın zaman, varlık nedenleri ortadan kalkıyor. Futbolcular, Türkiye’de trilyonluk köleler. Hiçbir hakları yok. Teknik direktörler de öyle. Del Bosque tazminat alıyor, Rıza Çalımbay alamıyor. Çalımbay öyle alışmış.

-Bu bozukluğu yalnızca yönetici zümresinde mi görüyoruz? Taraftar da, takımını mutlak bir varlık gibi görmüyor mu?

Taraftarda da yarılmaya yol açan bir baskı var son zamanlarda. Taraftarlık benim için en önemli şey. Mithatpaşa’da haftada iki maç izlemek, en büyük eğlencemdi çocukluğumda. Yurtdışına baktığında, taraftar eleştirmeye ‘Kardeşim kombine alıyorum, karşılığını istiyorum.’ demeye başladı.

-Yöneticiliğiniz döneminde, özellikle şampiyonluk sürecinde takımın önünün açılması, teşvik, şike, hakemlerin baskı altına alınması gibi şeyler yaşadınız mı?

Yaşamadım.

-Bütün maçlarınızı normal mi kazandınız?

Bütün maçlarımızı normal kazandığımızı ve kaybettiğimizi düşünüyorum.

-Daha sonra?

Ben ocak ayında bırakmıştım. Bıraktığımda kâğıt üzerinde 11, fiilen 8 puan öndeydik. Bizim geriye düşmemizin en büyük nedeni Beşiktaş’ın şampiyonlukla birlikte dinamizmini kaybetmesinin yanında yönetimin de gücünü kaybedip, kontağı kapatmasıydı.

MECLİS DEDİKODU DİNLEMEMELİ

-O dönem F.Bahçe nasıl şampiyon oldu?

Beşiktaş kendi iç problemleri yüzünden durdu. İkincisi, Federasyon seçimleri ve Türkiye’de genel seçimler vardı. F.Bahçe tarafından Recep Tayyip Erdoğan’a gösterilmiş bir destek vardı. ANAP desteğiyle seçilen Haluk Ulusoy’un yeni hükümetle arasını düzeltme gibi bir kaygısı vardı.

-Süreç aleyhinize gelişti ve Samsun maçı…

Beşiktaş çok başarılı olunca antipatik hâle geldi. O maçı yöneten Cem Papila’nın iyi bir hakem olduğuna inanmıyorum. Papila, o maçı kendi kariyerini inşa etme fırsatı olarak kullandı. Beşiktaş’ın Ankara’da oynadığı bir Ankaragücü maçında da ciddi şeyler olduğunu düşünüyorum.

-Lucescu’nun Samsun maçı sonrasında Meclis’i göreve çağırması çok ilginç değil miydi?

Bu sistemi düzeltecek bir hareketi Meclis’in yapması lâzım. O da dedikodu dinleyerek, Araştırma Komisyonu kurarak değil, ciddi bir şekilde futbol yasası çıkartarak… Futbol Yasası kırk yamalı bohça hâline geldi. Yetkili kim, belli değil.

BİLGİLİ GEÇ GİTTİ; KUPANIN YARISI LUCESCU’NUN

-Sinan Engin ve Serdar Bilgili’nin ayrılmasını normal bir olay gibi mi karşıladınız?

Ben gecikmiş bir olay gibi görüyorum. Beşiktaş şampiyonluğu garantilediği gün bu önlemleri alması lâzımdı. Almayınca, çıkan problemlerin altında kaldılar.

-Bilgili’nin tribünlerden gelen tepki üzerine bırakmasını nasıl değerlendirdiniz?

İşin o noktaya geleceğini düşünüyorsan, ocakta aday olmayacaktın. Beşiktaş’ta şampiyonluktan sonraki dönemde “Biz bir şey yapmasak da böyle gideriz.” gibi bir düşünce oldu. Sağlıklı kulüpler şampiyon olduktan sonra, başarıya aç futbolcuları tercih ederek, takımı yenileme ihtiyacı hissediyorlar, ki bana göre de doğrusu buydu. Beşiktaş bunu yapmadı.

-Lucescu defansif futbol oynattığı için eleştirilmişti. Siz onun futbol mantalitesini nasıl buluyordunuz?

Defansif diyorlar; ama Beşiktaş gol ve puan rekoru kırarak şampiyon oldu. Lucescu, rakibi çok iyi tartan, maç öncesi senaryolarını iyi kuran, bu senaryoları futbolcularına onların anlayabileceği dilde anlatan bir teknik adamdı. Onun istediği gibi sağ bek bulamadık, üçlü defansa döndü. Bütün düşüncesi şuydu: Önce yenilme. Bir gün bana demişti ki “İtalya’da yenilmediğim zaman beni kutlarlardı.” Lucescu, 60. dakikadan sonra çok radikal atak değişiklikleri yapardı. Ahmet Dursun’u, Nouma’yı sürerdi sahaya. Sergen varken, Tümer’i de koyardı.

-Şampiyonluğu sahiplenmede Sinan Engin çok ön plana çıktı. Sizce Lucescu’ya haksızlık yapıldı mı?

Şampiyonluğun yarısı Lucescu’ya aittir. Geldiğinden beri hepimize sabır telkin etti. Transferleri yaparken ince eleyip sık dokuduk. Sezon başında, sezon sonunun filmini çekmişti Lucescu.



FUTBOLDAKİ PARANIN DÖRTTE ÜÇÜ KAYIT DIŞI

-Kulüplerin İddaa’dan önemli bir gelir elde ettiği söylenirken, fotoğrafın çok da renkli olmadığını vurguluyorsunuz…

Kulüplerin İddaa’dan aldığı pay sadece yüzde sekiz. İştirakçiler de yüzde 10-11 alıyor. O yüzden akıllı adamlar korsana gidiyor. İddaa, tam bir KİT’tir. Parayı oynayana dağıtacakken, niye başkasına dağıtıyorsun? İngiltere’de özeldir bu. Çok yüksek teminatlarla lisanslar alınır. Devlet çok büyük para kazanır. Bir bahis şirketi gider, M.United ile çalışır. Web sitesinden, stadından, oynanmış kupondan takıma para verir. Böyle yaparsa Türkiye’ye yayın haklarından daha fazla para girer. Hatta bu paranın maç sonucuna göre dağıtılmasından yanayım. Alın, şikeyi önleyecek bir sistem size.

-Futbolda kara para aklanıyor mu sizce?

Kesin aklanıyor. Futbolu ayakta tutan paranın dörtte üçü kayıt dışı. Anadolu kulüplerinde verilen maaşlar, primlerin çoğu kara para olmasa bile kayıt dışı para. Siyasetin de bunda payı var. Birebir futbolun parçası hâline getiriyorsunuz. Melih Gökçek de bunun örneği.

-Galatasaray’ın Seyrantepe projesine yapılan devlet yardımı için ne düşünüyorsunuz?

En büyük vergi affı. Kulüpler sosyal hizmet veriyorlarsa, vergilerini indir. Devletin kapısında kul etmenin yolu bu. Siyaset, futbolu bu şekilde elde tutuyor. Günübirlik sonuç veriyor; ama futbolu batıracak.
Aksiyon
Yayın Tarihi : 29 Mart 2007 Perşembe 01:22:29


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?