26
Mayıs
2024
Pazar
YAŞAM

1000 YILLIK SORUNU ÇÖZMEYE ÇALIŞMAK

Yeni ve kalıcı bir toplumsal uzlaşma sağlama adına çok önemli bir misyonu sürdüren Alevi Çalıştayı toplantılarının 4.süne katılmak, kendi adıma bir hayli ilginç kazanımlar elde etmeme vesile oldu.

Çalıştaylar serisinin STK temsilcileri ayağı, açılımın ruhunu yansıtması bakımından bir hayli iddialı, mesleki ve fikri yelpaze açısından çeşitli idi. Öncelikle toplantıya katılma ve nasıl olursa olsun katkı yapanları alkışlamak, katılacağını deklare ettiği halde katılmaması bir yana, bir gün önce toplantıyı topa tutma anlamında basına bildiri dağıtanları kınamak gerektiği kanaatindeyim. Davet aldığı halde ülkemizin çok iddialı kurumlarının başkanlarının toplantı salonunda en azından temsilcileri ile yer almayışları ise ülke sorunlarına sorunlu bir bakışın ifadesi olarak dikkatlerden kaçmadı. Evet, 4. Alevi Çalıştayı'nda bu ülkenin vatandaşları Alevilerin, hepimizin bildiği ama yeni anlama ve kabullenmeye çalıştığımız ve yine kısmen hepimizi farklı şekillerde ilgilendiren temel sorunları konuştuk.

Bu konu ile ilgili aslında gök kubbede söylenmedik hiçbir şey yok. Herkes kendi durduğu yerden kendi içine yönelik olması ve olmaması gerekeni ifade ediyor. "Sünniler Sünnilere, Aleviler Alevilere olmazsa olmazlarını, olabilir hususları maddeler halinde sıralıyor". Ama bunu interaktif bir diyaloğa dönüştürme imkânı ve yüz yüze bir muhatabiyet adına çalıştaylar bir şans. Böyle zor bir meselede dört toplantıdır herhangi bir iş kazasına yol açmaksızın katılımcıların yüzleri gülen bir ortamda salondan ayrılmalarında önemli rolü olan Sayın Bakan'ı ve moderatör Necdet Subaşı'yı takdir etmemek elde değil.

Toplantı ile ilgili bu peşrevden sonra kendi kazanımlarım adına, şu hususların altını çizmem gerektiği kanaatindeyim. Öncelikle Alevi sorunu, Kürt sorunu, başörtüsü sorunu ve azınlıkların sorunları olarak gündemden hiç kalkmayan problemlerin temel insan hakkı, din ve vicdan özgürlüğü olduğunun net olarak anlaşılması gerekiyor.

EMPATİ SEMPATİYİ GETİRECEK

Kimsenin sorunu diğerinin sorunundan daha önemli ya da daha öncelikli değil. Bu yüzden tüm bu sorunların ya hepsi çözülür ya da hiçbiri. Bu kadar birbirine bağlı meseleler bunlar. Empati yapmak beraberinde bir sempati getireceğinden, yıllarca bu ülkede daha farklı dinî, etnik ve mezhebî sıkıntılara maruz kalanların sorunlarını anlamaya çalışmak lazım. Devam etmekte olan ve farklı alanlarda atbaşı devam eden, sonradan tam adını bulan "demokratik açılım" süreci bu gerçeği ifade etmesi bakımından daha doğru ve kuşatıcı bir tanımlama.

Alevi çalıştayında altı çizilen en önemli husus, bana göre konunun konuşulmasında olmazsa olmaz asgari şart olan dil ve üsluptaki hassasiyet. Sanatçı ve edebiyatçı duyarlılığı konuşan üç isim Sebahat Akkiraz, Sırrı Süreyya Önder ve Bejan Matur'un ifadeleri, içerik itibarı ile salonda bulunan bazı isimlerin itirazlarına sebep olan diğer konuşmalardan daha öte şeyler ifade ediyorlardı, ama gönüllerinden dillerine yansıyan dikkatli ve samimi ifadeler hiç kimseyi rahatsız etmedi. Evet, burada artık konuşması gereken dilin gönül dili olması, en azından gönüllerin de dile ifadede ortak olması gerekiyor. Alevi ve Sünnilerin kendilerini bir terazinin iki kefesindeki ayrı ayrı varlıklar olarak görmekten ve diğeri üzerinden kendilerini tanımlayıp konumlandırmaktan vazgeçmeleri temel bir zorunluluk.

Maalesef ülkemizdeki kurgulanma hep böyle karşıtlıklar üzerine kurulan, devamlı beslenerek üretilen ve çeşitlendirilen bir vasatta devam edip duruyor. Katılımcıların genelde hepsinin ifade ettiği Alevi-Sünni kardeşliğinin bir iyi niyet temennisinden öteye geçme zamanı geldi artık. Her iki kesim birbirleri hakkında tarihî ezberlerini bir kenara bırakarak, mevcut bigâneliğin temel sebebi olan ilgisizlik ve bilgisizlik problemini aşmalılar. Bu fasit daireye dur diyebilmek için ortak geliştirilmiş bir irade gerekiyor. Ve bu iradenin ilk ele alacağı konunun, hâlâ sıcaklığını koruyan, geleceğe ait bitme tükenme bilmez kan davası potansiyelli, Madımak-Başbağlar denklemini kurup içimize bırakan karanlık yapının ortaya çıkarılması gerektiğidir. Tabii ki bu iradenin hayata geçmesi, faili meçhul bu konuda en büyük sorumlu olan devletin, üzeri bir şekilde kapatılmış karanlık dönemle ilgili dosyayı yeniden ve kararlılık ile açma ve Alevi-Sünni ortak iradesine destek olmasına bağlı.

Bu iradenin tesisi için konular konuşulurken Alevi kesimin temsilcilerinin laik ve demokratik olmayan, yanlış kodlanan Cumhuriyetimizin yılmaz müdafileri, Sünnilerin ise yine hem tarihî yanlış tecrübelerin ve halen mevcut olan resmi din anlayışının bekçileri olma rolünden kurtulmaları elzem. Mülkiyeliler Birliği Başkanı Ali Çolak'ın, Alevilerin gerçek sorununun bir laiklik sorunu olduğunu ortaya koyması, fiili durumla taban tabana ters olsa da konunun püf noktası.

Toplantıya katılan bazı STK temsilcilerinin ifadeleri bir manzaranın ortaya çıkmasını sağladı. Toplantı masasında ellerine aldıkları kurumsal bağlayıcılığı olan soğuk metinleri tam bir devlet adamı ciddiyeti ile okuyan başkan ya da yetkililerin aslında, çay aralarında ya da yemek masasında şen şakrak muhabbet eden, normal, açılıma açık insanlar olduğu çok net ortaya çıktı. Toplantı koordinatörü Necdet Subaşı bundan sonraki toplantılarda içeriye önceden basılı metinle girme yasağı koysa daha iyi olur diye düşünmeden edemedim. Hatta teklif de ettim. Biliyorum ve adım kadar eminim ki okunan görüşler oraya gelen başkanın ya da temsilcinin ya da o kurumların genel görüşleri değil. Alışık olduğumuz bürokratik gelenekten sadır olan ve her biri küçük devlet gibi çalışan kurumların kurumsal alışkanlıkların eseri olarak, danışman kadrosunun yazmış olduğu, kolaj, genel geçer ve ezber söylemler bunlar. Bunun elbette istisnaları vardı ve en belirgin, en cesur söylemi ortaya koyan kişiler, aynı zamanda katıksız bir demokrat olarak tanıdığımız Hak-İş Başkanı Salim Uslu ve KESK Başkanı Sami Evren idi.

HER YOLCULUK İLK ADIMLA BAŞLAR

Toplantıya bir düşünce kuruluşu adına katılan, Durkheim'in altın metaforu üzerinden ürettiği şehir modeli ile Alevi sorununu sosyolojik olarak var ama gerçekte yok kabul eden akademisyen katılımcının daha sonra bizlerden ayrılması, derin sosyolojik varlığı ile katılımcıları karışık düşüncelere sevk etti. STK'ların demokratikleşme sürecine pozitif katkıları, isimlerinin başında olduğu gibi sivil düşünebilmeleri ile mümkün. Yoksa kolaycı ve çifte standartlı bir muhtevada, bazen devletçi, bazen sivil olmakla ilk test de samimiyetten çakar ve sonrasında hiçbir şeyi konuşamayız.

Bu noktada daha çok mesafe kat etmemizin gerektiğini ifade etmeden geçemeyeceğim. Tarihî süreçte yaşanan sorunlar maalesef bugün de benzer kaderi paylaşma tehlikesi ile karşı karşıya. Nasıl ki, Anadolu Alevilerinin Osmanlı zamanında Safevi Devleti ile olan ilişkisi ya da öyle olduğu kabul edilerek orantısız güç ile karşı karşıya kaldıkları zulüm, bu günleri dahi şekillendiren zor bir konusu olarak karşımıza çıkıyor ise... Aynen öyle de Alevi meselesinde zaman zaman aktörlerin yurtdışı kaynaklı olarak itham edilmeleri ya da verdikleri görüntüler, bu ülkenin yaşanan ve bu topraklara ait bir sorununun sağlıklı olarak çözülmesinde büyük bir engel olarak duruyor. Tarihteki Safevi Devleti'nin yerini bugün önemli AB üyesi bir ülkenin almış olması gibi bir hava, anlaşılmanın ve çözümün önünde aşılması gereken devasa bir problem. Bizim konuşup çözemediğimiz bir meseleyi başkalarının sahiplenmesinden daha doğal ne olabilir?

TBMM'nin açılış günü Cumhurbaşkanı'mız Sayın Abdullah Gül'ün yaptığı konuşmasını buraya aynen almak en doğrusu. "Kendi sorunlarını kendi iradesi ile çözemeyen devletler başkalarının istismarına açıktır. Siyasi aklı güçlü devlet buna izin vermez; sorunları başkalarına fırsat vermeden kendi iradesi ile çözer." Hele büyük devlet olma iddiasında iseniz. Ortaklıklara vurgu yapmak çözüm için bir yol ise yer yer birbirimizi yanlış anlamaya sevk eden ve Sünnileştirilme sendromu üreten vurgulardan uzak durmak, onun yerine ortak sorunlar üzerinde yoğunlaşmak sanki daha iyi bir asgari müşterek alan oluşturur.

Demokrasi, hak ve özgürlükler, geleneksel inanç dünyasının yozlaşması, gençliğin sorunları, ailenin parçalanması, yeni toplumsal kurumların kurulamaması, aşırı dünyevileşme vb. sorunlar her kesimi aynı oranda gelecek endişeleri ile derinden sarsan ortak noktalardır. Ezcümle, Bakan Bey'in açılış konuşmasındaki ifadelerinde kendini bulan "1000 yılı aşan sorunların çözümünde dikkat ve niyetlerin samimi olması" gerçeği çözümün ilk adımı galiba.... Burada bir Çin atasözü ile 1000 yıllık sorunların çözümü arasında bir ilişki kurayım. "1000 millik bir yolculuk bir tek adımla başlar." Adımların devam etmesi dileklerimle...
 

Zaman
Yayın Tarihi : 5 Ekim 2009 Pazartesi 18:09:43


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
ahmet IP: 78.175.19.xxx Tarih : 12.10.2009 00:28:07

bu sorun 1000 yıllık değil daha uzun  zira anadolu halklarından bazıları hiristiyanlıktan önce kendi değerleri ve inanışları bir dinden çok ahlak anlayışı ve doğruluk dürüslük içeren bu anlayışla yaşatıyordu  hiristiyanlığın palazlanması ile bu anlayış yok edilmek istendi zaten yahudilerle binlerce yıl davaları olan anadolu halkı bir yahudi peygamberi ve onun dinini istemedi   doğu roma hiriştiyan olmak istemeyen bu halklara bu yüzden  bayağı zulm etti ama hiristiyan yapamadı ardından müslümanlığın bu topraklarda hüküm sürmesi ile bu seferde  zorla müslüman yapılmak istendi ama arap adetlerini yahudilerden daha karşı olan bu halklar bu dini inanışıda  pek benimsemedi  sonuç ortada sadece aleviler değil anadolu halkıları üzerine en fazla hiristiyanlık ve müslümanlık baskısı yapılan halklardır ama nedense ne tam hiristiyan nede tam müslüman halk oluşturulamamıştır sebebi anadolu halkının alevilikteki ahlak değerleri hiç biri ne hiristiyanlıkta nede müslümanlıkta yok