18
Mayıs
2024
Cumartesi
YAŞAM

2009, GÖÇMEN VE MÜLTECİLER İÇİN ENDİŞE VERİCİYDİ

2009 yılında göçmen ve mültecilerin maruz kaldığı, insan onuruna yakışmayan bu koşullar karşısında uluslararası toplumun etkisi son derece cılız kaldı. 2009 yılında, güçlü ülkelerin çıkarlarına paralel dayatmaların uluslararası toplumda kabul görmesi, uluslararası toplumun samimiyetinin sınanmasına neden oldu...

2010 yılına girmemize birkaç gün kaldı. Geride kalan 2009 yılında ise göçmen ve mültecilerin durumları açısından son derece utandırıcı bir tablo karşımızdaydı. Çatışmalar, savaşlar, sivilleri hedef alan saldırılar ve insan hakları ihlalleri artarken bunlardan kaynaklı kitlesel insan hareketleri de çok yüksek oranlarda gerçekleşti. Siyasi gelişmeler ve müdahaleler Asya’da ve Afrika’daki çok sayıda ülkeyi açık cezaevinden farksız hale soktu.

Yoksulluk ve eşitsizlik şiddetli tırmanışını sürdürürken yoksulluk kaynaklı çatışmalar da had safhada seyretti. Yoksulluğun pençesinden kurtulmak için yerini, yurdunu terk edip sınır tellerini aşan insanlara iklim değişiklikleri kaynaklı göçler de eklendi. Öte yandan geçtiğimiz dönemde göçler, bir tercih değil zorunluluk olarak karşımıza çıktı. Şiddet dalgalarından kaçan insanlar başka bir ülkeye sığınma umuduyla yola çıkmışlarsa da -şayet umutla arasına ölüm girmediyse- yolculuğu genelde kamplarda sonuçlandı.

Küresel ekonomik krizin faturası göçmen ve mültecilere kesildi, yasal zorluklar iltica hakkına erişimi imkânsız kıldı. Bu nedenlerle de göç yasadışı alanlara kaydı. Göçlerde çocukların ve kadınların kaçışı had safhada gerçekleşirken, geride ise bölünmüş aileler kaldı. Geçtiğimiz yıl denizlerde, umudun derin sulara gömüldüğü, hayallerin cansız beden olarak sahile vurduğu vakalar artış gösterdi. Sadece Akdeniz’de yüzlerce mülteci trajik biçimde yaşamını kaybetti.

Avrupa göç yasalarına sarıldı
Göçmenlerin ve mültecilerin başta gelen rotası olan AB bölgesinden 2009 yılında hiç de iyi sesler gelmedi. AB’nin artık insan hakları açısından hiç de güzel bir örnek olmadığı yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. Göçmen ve mültecilere karşı göç yasalarına sarılan AB, bu kurallarla ulus-devletlerinin kapılarını koruma savaşına girişti. Bir anlamda devlet egemenliğinin sınandığı göç yasaları ve kurallarını göçten duyduğu hoşnutsuzluğa karşı hukuksal bir silah olarak kullandı. Sınırları mühürlemenin olanaksızlığına karşı sürekli duvarını yükseltmeye girişen AB, Nazi ruhunu hatırlatan ‘Kale Avrupa’ imajına sahip oldu. Avrupa’nın bir asimilasyon aracı olarak uyguladığı entegrasyon politikaları da göçe karşı uygulamaların ve toplumda uyandırılan düşüncelerin yarattığı hoşnutsuzlukların bir kurbanı oldu.

AB içerisinde göçmen ve mültecilerin koşullarının en kötü olduğu ülkeler ise sığınmacıların elektriksiz, susuz kamplarda tuttuğu, iltica başvurularının bile alınmadığı Fransa ve Yunanistan’dı. İtalya’da da mülteciliği suç sayan kanunlar geçti. AB’nin sınır güvenliğini korumak amacıyla oluşturduğu Frontex, sınır dışı etmekten başka çözüm tanımayan ve konuyu güvenlik duvarına hapseden bir askeri teşkilat işlevi görürken medya ve siyasetçilerin göçmen istismarları had safhadaydı. 2009’daki tek güzel gelişmeyse insan hakları konusunda hep güven veren bir ülke olan İsveç’in ahlaki bir sorumlulukla 2010’a ramak kala insancıl ve umut veren Stockholm Programını sunmasıydı. AB’nin itibarını kurtarmaya yönelik bir hamle olan programla birlik, göç konusunda insani bir rotayı tutturmayı amaçlıyor.

Göçmen ve mültecilerin umut rotasındaki en önemli transit ülkelerden olan Türkiye’de ise Mahmur Mülteci Kampı’ndan küçük bir mülteci grubu döndü. Ancak bu geri-dönüş girişiminin arkası gelmediği gibi geri-dönüş için evrensel standartlara da itibar edilmemesi sürecin tıkanmasına yol açtı.

Amerika kıtasına güvensizlik hâkimdi
Amerika kıtasında yerli halka yönelik zorunlu göç ettirmeler 2009 yılında da yüksek oranlarda görülmekle birlikte iklime dayalı göçlerde de artış oldu. Kırsal bölgelerdeki kötü durumlar içgöçleri sıklaştırırken küçük ülkelerde dışlama ve ayrımcılıklar sığınma olaylarını artırdı. Aşırı güç kullanımı, keyfi öldürmeler, işkence ve saldırıların giderek arttığı Meksika’da ABD sınırını geçmeyen çalışan göçmen ve mültecilerin sayısı azalmışsa da halen yüksek oranlarda gerçekleşmektedir. Ayrıca ABD’den Meksika’ya sınırdışı uygulamaları artış gösterirken göçmenlere karşı işlenen suçlar görmezden gelindi.

Brezilya ve Arjantin’deki zorla tahliyeler, şiddet vakaları çok sayıda insanı yerinden etti. Honduras ve Kolombiya gibi ülkelerdeki güvensizlik ortamı ve paramiliter grupların sivillere yönelik saldırıları da kitlesel kaçışları beraberinde getirdi. ABD’nde ise yasadışı 12 milyon göçmenin durumundaki belirsizlik süreci sürerken 11 Eylül sonrası sertleşen kurallar küresel krizle daha katmerlendi ve güvenlik kaygısına binlerce insanın hakları feda edildi. Göçmen gözaltı merkezlerindeki koşullar ve polis barbarlıkları da ABD’nin yüzünü kızartmaya devam etti. Kanada’daki durumlar ise kıtadaki diğer ülkelere nazaran çok daha iyiydi.

Asya’dan gelen sesler ürküttü
2009 yılında Asya’da yoksulluk, güvensizlik, dışlanma, saldırılar ve çatışmalar vahim boyutlara ulaştı. Rusya topraklarında ve Rusya’nın hegemonya altına almaya çabaladığı bölgelerde çatışmalar ve insan hakları ihlalleri Batı’ya kitlesel göçlere sebebiyet vermeye devam etti. Çin’de Uygurlara yönelik devlet destekli şiddetler ve kanlı müdahaleler uluslararası toplumun gözü önünde gerçekleşirken Kamboçya’ya sığınan 20 Uygurlu Çin’in baskısıyla sınırdışı edildi. Asya’nın kanayan yaraları Afganistan ve Pakistan’da durum içinden çıkılmaz bir hale gelirken bu iki ülke Batı’ya göçteki en yoğun kaynak ülkeler olma özelliklerini sürdürdüler.

Azınlıklar ve yabancılara ayrımcılığın had safhada olduğu bir adalet düzeni üzerinden yürüyen ve kendini ‘en yüce hukuk bilginlerin iktidarı’ olarak tanımlayan iktidar ideolojisinin bulunduğu, bu iktidara karşı çıkanlar içinse, rejimin hayatta kalmasını sağlayan ‘ters kota’lar ve şiddet şovenizminin hüküm sürdüğü İran’da, başta Bahaîler, Hıristiyanlar, din değiştirenler ve eşcinsellere yönelik idamlar, işkence, zulüm ve şiddet uygulamaları tırmanış gösterdi.

50 milyonluk ülkenin hemen hepsinin siyasi tutukluğu olduğu Birmanya’da, Batı’nın görmezden gelen tavırlarının da katkısıyla istikbal vaat eden cunta rejiminin gittikçe sertleşen tutumları neticesinde mağdur kalanlar yönünü yine Batı’ya dönmeye devam etti. Sri Lanka’da, Sinhalların çoğunluk şovenizminin can çekiştirdiği Tamillerin bırakın kendi hayatlarını kontrol etmelerine izin verilmesini, topyekûn terörist muamelesi görmeleri büyük kitlesel kaçışların devam etmesine yol açtı.

Öte yandan küresel ısınmanın en belirgin etkilerinin görüldüğü Maldivler’de iklim değişiklikleri binlerce insanı yerinden etmeye devam etti. Geride bıraktığımız yılda binlerce kişi Avustralya’ya sığındı. Yıllık 100 binden fazla insanın geçtiği Aden Körfezi’ndeki tehlikeli yolculuklarda 65 kişi öldü ya da kayboldu.

Afrika büyük bir mülteci kampı
Çatışmalar, yoksulluk ve kuraklık Afrika’da yaşamları kamplara hapsetmeye devam etti. Bugün kıta büyük bir mülteci kampına büründü. Yardımlar ve uluslararası toplumun ilgisi yetersiz kalırken 2009 yılında Afrika’daki darbe ve silahlı çetelerin saldırıları on binlerce kişinin yaşamını sonlandırdı, yüz binlerce kişiyi de yerlerinden etti. Kadınların durumları daha da kötüleşirken, çatışmalarda kullanılan çocukların oranları da artmaya devam etti. Avrupa’ya yakın bölgelerdeki ülkeler ve gelişmiş ülkelerle iyi bir işbirliği güden ülkeler, ‘hiçbir iyilik cezasız’ kalmaz deyişini hatırlatan bir biçimde yüzbinlerce mültecinin toplanıldığı birer sınır bekçisi konumuna geldiler.

Ülke nüfusunun neredeyse 8’de 1’i gelişmiş ülkelere göçmüş durumda olan Somali’de çatışma ve kuraklık 50 binden fazla kişiyi Kenya’ya kaçmaya zorladı. Mayıs ayından bu yana da devletin güvenlik birimleriyle küresel suç örgütleriyle işbirliği halindeki isyancılar arasındaki kanlı çatışmadan ötürü 250 bin Somalili başkent Mogadişu’daki evlerinden çeşitli kamplara sığınmak zorunda kalırken geride onbinlerce bölünmüş aileler kaldı.

Sudan’da Darfur’daki etnik kıyım halen sonlanmazken artık daha sistemli ve gizli olarak sürdürülmekte. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde Lord’un Direniş Ordusu’nun ardı arkası kesilmeyen saldırıları yüzünden on binlerce sivil zorla evlerini terk etmek zorunda kaldı, binlerce insan da katledildi. Kadınlara karşı cinsel şiddet vakalarında aşırı artış gerçekleşti.

Uluslararası toplum etkisiz kaldı
2009 yılında göçmen ve mültecilerin maruz kaldığı, insan onuruna yakışmayan bu koşullar karşısında uluslararası toplumun etkisi son derece cılız kaldı. 2009 yılında, güçlü ülkelerin çıkarlarına paralel dayatmaların uluslararası toplumda kabul görmesi, uluslararası toplumun samimiyetinin sınanmasına neden oldu. Birçok örnekte uluslararası toplumdan çıt çıkmaması ve can çekişen pek çok topluluğun yüzüstü bırakılması büyük hayal kırıklıklarına yol açtı. Ayrıca çoğu örnekte de sorunlar salt bir atıf kafesine hapsedilirken sivil toplum kuruluşlarının eylemsizliği ve sorunlara masa başında çözüm arama çabasının hiçbir işe yaramadığı 2009 yılında daha net bir şekilde görüldü.

Yaşamın kıyısında gelecek arayanlar için umut, gelecekten alınmış bir miktar borçtur. 2010 yılının umut yolcuları için daha insancıl olmasını temenni etmenin ötesinde sahiplenmeye, direnişe, iradeye en çok samimiyete yüzümüzü dönmemiz şart. Bu kesinlikle bir itibar savaşıdır. Bitirirken Zygmunt Bauman’a kulak verelim: ‘Yukarı’dakiler hayatları boyunca gönüllerince gezmeye ve gidecekleri keyiflerince seçmeye doymuş insanlardır. ‘Aşağı’dakiler ise oturmayı tercih ettikleri yerlerden tekrar tekrar sökülüp atılmıştır. Kendileri hareket etmiyorsa da ayaklarının altındaki toprak çekilmekte, böylece her halükârda hareket ediyorlarmış gibi görünmektedir.

Recep Korkut: Sosyal Çalışmacı, Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği

Radikal
Yayın Tarihi : 28 Aralık 2009 Pazartesi 20:30:58


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?