15
Haziran
2025
Pazar
YAŞAM

AÇ OLAN, YİYECEĞİN BOL OLDUĞU YERE YÖNELİR

Haklı nedenlere bağlı olarak vatanından ay(ı)rılan bu insanlara, haksız olarak hiç de ahlaki olmayan bu muameleleri reva görmek, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 60. yılında, 21. yüzyıl insanına yakışmadığı gibi, göçle mücadele etmek için de hiç akıllıca bir yol değil...

Kaçak göçmen ve mültecileri cezalandırma, çaresiz bırakma, yok soyma ve marjinalleştirme uygulamalarına geçtiğimiz hafta yenileri daha eklendi. İstanbul Fatih’te ‘Türkiye’de bulunmaları için yasal gerekleri karşılamayan’ ve sınırdışı edilmek üzere bir misafirhanede tutulan kaçak göçmenlerin, sorunlarını anlatma çabaları vardı. Sadece aç olduklarını, çocuklarının hasta olduğunu ve bayramı aileleriyle geçirmek istediklerini dillendirmişlerdi. Ancak bir ‘isyan’ olarak görülen bu çabaya kulak vermeyi bırakın “Bu vatan hainleri de çok oldu” diyenler oldu. Geçtiğimiz yıl yine İstanbul’da böyle bir olayda bazılarının “Devlet size sahip çıkıyor, siz de battaniyeleri yakıyorsunuz. Ülkemizi terk edip gidin, sizi burada istemiyoruz” sözleriyle karşılaşmışlar ve taşlanmışlardı.

Diğer bir olay da Fransa’dan. Fransız polisi, yatacak yeri olmayan ve İngiltere’ye gitmek isteyen kaçak göçmenlerin kendi elleriyle kurduğu ve ‘cangıl’ olarak ifade edilen bir kampı yıkmaya başladı. Kamp sakinleri “Burası bizim evimiz” dese de bu satırları okuduğunuz sırada belki de kamp tamamen yıkılmış olacak. Üstelik vicdanın asla haklı göremeyeceği bu durum karşısında İngiltere İçişleri Bakanı Alan Johnson, uygulamadan büyük bir sevinç duyduklarını ifade etti.

Haklı nedenlere bağlı olarak vatanından ay(ı)rılan bu insanlara, haksız olarak hiç de ahlaki olmayan bu muameleleri reva görmek, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 60. yılında, 21. yüzyıl insanına yakışmadığı gibi, göçle mücadele etmek için de hiç akıllıca bir yol değil. Ülkesine gelen umut yolcularını pişman etmek ve yola çıkmayı umut eden geleceğin muhtemel göçmenlerini caydırmak gayesi gütse de bu muameleler asıl olarak insanoğlunun kusurlu belleğinde ‘öteki’ne duyduğu nefretin bir tezahüründen başka bir şey değil.

Yoksulluk ve çatışma yerinden ediyor
21. yüzyılın başları itibarıyla doğdukları ülkeyi terk edip, başka ülkelerde yaşayan kişilerin sayısı 150 milyona ulaşmıştır. Bu da dünya nüfusunun yüzde 2.5’ini oluşturmaktadır, bir başka deyişle, her 40 kişiden biri anavatanı dışında yaşamaktadır. Bu insanların da çok büyük kesimi, zorunlu olarak göç edenlerden yani yerinden olanlardan oluşmaktadır. Siyasi baskılar ve ağır insan hakları ihlalleri, günümüzde hâlâ yerinden edilmenin önemli unsurlarını oluştursa da günümüzde yerinden olanların büyük çoğunluğu, zulüm ve sivillere karşı insan hakları ihlallerinin yoğunlukta olduğu en büyük tehdit unsuru olan silahlı çatışmalar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Yani uluslararası göç sıklıkla farklı biçimdeki çatışmaların neden ve sonucudur.

Öte yandan günümüzdeki çatışmaların temelinde de büyük oranda yoksulluk yatmaktadır. Çünkü yoksulluk, özellikle yaşam standartlarında geniş uçurumların bulunduğu yerlerde çatışma ve yerinden edilme için uygun zemini hazırlar. Yani çatışmanın yoksulluk doğuran etkisinin yanında, yoksulluğun da çatışma doğuran etkisi söz konusudur. Bu nedenle, günümüzde zulümden kaçan veya zulme uğrama korkusu yüzünden ana vatanını terk edenlerle, ekonomik sebepler yüzünden yeni bir hayat, iş, eğitim veya başka arayışlarla ülkesini terk eden göçmenler arasında nedensellik açısından yakın bir bağ vardır. Fakat bu bağ, göçmen/mülteci karşıtları tarafından istismar edilmekte, sığınma başvurusunda mültecilerin ret edilmesinde ‘güvensiz’ bir malzeme olarak kullanılmaktadır.

Asıl yük yoksul ülkelerin sırtında
Yerinden olan milyonlarca insan yaratan olaylar, 1970’lerde ve 1980’lerde, süper güçler arasındaki satranç oyununun müşterek çatışmaları ve vekâlet savaşlarıyken, bugün bunun yerini genellikle din, etnik köken, milliyet, ırk, zümre, dil, yöre gibi temellere dayanan kimlik kaynaklı çatışmalar almış durumda. Genelde de savaşan devletlerin birinin ya da daha fazlasının ekonomik çıkarları doğrultusunda devam ettirilmektedir. Günümüzün en çok göç veren ülkelerinin başında gelen Somali, Pakistan gibi kimi ülkelerde de düzene başkaldıran kuvvetler, uluslararası suç örgütleriyle de işbirliği yaparak, kendi kontrolleri altında bulunan doğal kaynakları kullanmakta ve böylece kendilerine kaynak sağlamaktadır.

Kârlı, kanunsuz, küreselleşmiş ticaret potansiyeli ile politik ve ideolojik gündemdeki başarısızlıklar, onları silahlanmaya doğru yönlendirmiştir. Ve elbette savaşların sürdürülmesinde en büyük etken, savaş ekonomilerinden elde edilen kârlardır ve bu durumu tersine çevirmek neredeyse imkânsızdır.

20. yüzyılın başlarından itibaren artan çatışma olaylarının neden olduğu göç dalgaları, küreselleşmenin getirdiği iletici faktörlerin de etkisiyle daha da ivme kazandı. Geçtiğimiz 20 yıllık süre zarfında birçok devlet, en azından teknolojik gelişmelerin yolculuğu kolaylaştırmasından dolayı artan bir göç baskısıyla karşı karşıya kaldı. Ancak bu sanıldığının aksine gelişmiş ülkelerin aleyhine olmadı, aksine asıl yük gelişmekte olan ülkelerin sırtına bindi. Etraflarındaki devletler ve özellikle gelişmiş ülkeler ilişkilerini başarılı bir şekilde geliştiren ülkeler, bu başarısının bir ödülünü adeta göçmen kampına dönüşerek aldılar. Örneğin Amerika kıtasında Meksika, Afrika’da Fas, Avrupa’da Ukrayna veya Türkiye, bir anda kendini kendilerini fakir ve çoğu zaman da sorunlu komşularından yapılan izinsiz girişleri engellemekle veya toplu sığınma vakalarıyla uğraşırken buldular. Bu sırada gelişmiş ülkeler ise topraklarına geçiş kontrolünü kaybetme korkusuyla, izinsiz göçü engellemek için fazlasıyla sert önlemler almaya koyuldu.

Modern çağın ‘göçebeleri’
Yoksul ve zengin arasındaki eşitsizliklerin had safhaya çıktığı küreselleşme dönemi, adeta zenginlerin yoksulların kaynaklarıyla yaşadığı bir mecrada seyrederken patlak veren küresel ekonomik krizle birlikte zaten bıçak sırtında yaşayan mülteci ve kaçak göçmenlerin durumu daha vahim bir hal almaya başladı. Yasadışı yollardan girdikleri ülkelerde yasal imkânsızlık ve karşıtlık nedeniyle yine yasadışı kalmak zorunda kalan, turist vizesiyle yolculuk ettikleri için kaçak çalışan ve her an sınırdışı edilme tehdidi altında, modern çağın köleleri olarak çok düşük ücretle zor koşullarda çalışan bu ‘yabancı uyruklu’ işçi trafiği, günümüzde giderek sayıları artan yeni bir göçebe-işçi kesimini oluşturuyor. Ayrıca bu yeni ‘göçebelerin’ yasadışı kalması da aslında bilinçli bir politikanın ürünü.
Günümüzde sadece marjinalleşen sosyal gruplar olarak göçmen ve mültecilerin sayısı artmıyor, mülteci/göçmen karşıtı fikirler, sığınma talebinde bulunanlara yönelik düşmanlıklar ve bu insanlara karşı duyulan nefret de artıyor. Bu nefret, göç ve etnik farklılıkla ilintili olarak ırkçı şiddetin yükselişini de beraberinde getirmektedir. İşte küresel ekonomik kriz, 11 Eylül saldırıları sonrası tırmanmaya başlayan bu hamasetin tuzu biberi oldu.

Göç çağının kalıcı olacağını ummak için yeterli nedenler mevcut
Bir realiteyi ifade etmek gerekir ki; göç çağının kalıcı olacağını ummak için elimizde yeterli nedenler mevcut. Kuzey ve Güney arasındaki artan eşitsizlik muhtemelen artan sayıda insanı daha iyi yaşam şartlarına ulaşmak adına göç etmeye zorlayacaktır; siyasal, ekolojik, demografik sıkıntılar birçok insanı kendi ülkeleri dışında mülteci olmaya zorlayacaktır; farklı bölgelerde artmakta olan etnik ve siyasal çatışmalar gelecekte kitlesel kaçışları da beraberinde getirecektir; ve hükümetlerin niyeti bu olsun ya da olmasın, yeni ticaret bölgelerinin yaratılması doğal bir biçimde emek hareketlerine mahal verecektir.

ABD’de tart savaşında kullanılacak tartların boyutuna bile aylarca kafa yoran insanoğlunun, bu meselede bugünkü düşünce, tavır ve uygulamalarının, yangını, üzerine benzin dökerek söndürme çabasından bir farkı yok. Aslında insanoğlunun bu ‘iç’ meselesinde ‘içine’ bakması yeterli. Çünkü kendimizi başkasının yerine koyarak, onun acı ve mutluluklarını paylaşmanın köklerinin binlerce yıllık geçmişi var. Öte yandan etik/insani değerlerin her zaman ve her koşulda sağlanması yönünde tavır alan ‘sivil’ bir ruhun da varlığı asla inkâr edilemez. İşte bu insanlardan biri olan Bauman’a bitirirken kulak verelim: “Aç ve yoksulun yiyeceğin bol olduğu yere gitme hakkını suçluluk duymadan elinden almak çok zor; göç etmeye karar vermelerinin, kendileri açısından mantıksız olduğunu kanıtlayan inandırıcı rasyonel argümanlar ortaya atmak ise hemen hemen imkânsız. Bu gerçekten tüyler ürpertici bir meydan okuyuştur: Hareket özgürlüğü hakkından, küreselleşen dünyanın en büyük başarısı ve artan refahın teminatı olarak övgüyle söz edenler, aynı hareket özgürlüğü hakkını başkalarından esirgemek ihtiyacı duymaktadır”.

Recep Korkut: Sosyal Çalışmacı, Sığınmacı ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği

 

Radikal
Yayın Tarihi : 26 Eylül 2009 Cumartesi 18:03:16


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?