14
Haziran
2025
Cumartesi
YAŞAM

BAŞBAKAN BABADAN MİRAS: 45 STERLİN VE ÇILGIN BİR RUH

İdareyi sağlamak için gittiği Balkanlar'da idamdan son anda kaçırılan, kaymakam ve vali olarak Anadolu'yu arşınlayıp tarlalarda nöbet tutarken Libya başbakanlığına 'tayini çıkan' bir isim Sadullah Koloğlu. Kendisi Libya başbakanı olarak öldüğünde çocukları Orhan ve Doğan'a 45 sterlin ve bir de o dilden dile dolaşan çılgınlığını miras bırakmış. Futbol yorumcusu Doğan Koloğlu ve ailesinin 'maceraları', bugünlerde çıkan 'Galatasaraylı Doğan Koloğlu' kitabında...

 

Futbolla ilginiz, bazı futbol yazarlarını okumuşluğunuz varsa bilirsiniz; yeni neslin dünya futbolunu takip eden, ayrıntılara inerek analiz yapabilen yorumcuları çoğunluğun içinde bariz bir biçimde fark ettirir kendilerini. Şimdi el üstünde tutulan bu tür yorumculuğu Türkiye'ye getiren isimlerin başında Doğan Koloğlu gelir. Fakat yeni neslin yazarları kadar şanslı olmamıştır. Epey bir süre önce, 'hücum futbolu' kavramını ilk kez kullandığında bırakın el üstünde tutulmayı, dalga geçilmiştir kendisiyle. Zira Türkiye'de bilinen futbol 'Çanakkale geçilmez' tarzı savunmadır. Kimin hakkı olabilir ki, savunmada ya da orta sahada duran oyuncuya 'biraz da ileri çık hücum yap kardeş, hatta gol ara, sonra bir de geri gel tekrar' diyerek herkesin rahatını kaçırmaya?

Vukuatları çoktur Doğan Koloğlu'nun. Hürriyet Gazetesi'nde Spor Müdürü iken Fenerbahçeli futbolcu Selçuk'un verem olduğu haberini atlamayınca Fenerbahçe'nin baskısıyla gazeteden gürültülü bir biçimde postalanmıştır. Akşam Gazetesi'nde Yazı İşleri Müdürü iken 'solculuk'tan dolayı 80 civarında dava yemiş, 21 ay 'içeride' yatmıştır. Doğru bildiğinden şaşmamıştır hiç. Anlayacağınız biraz 'deli', çılgın biridir kendisi. Fakat onun hikayesindeki çılgınlık kendisiyle sınırlı değildir; kardeşi tarihçi Orhan'da da aynı miktarda bulunur ve bu, iki kardeşe de, 'Arap Kaymakam', 'Çılgın Vali' ve Libya Başbakanı unvanlarını aynı hayata sığdıran babaları Sadullah'tan bulaşmıştır.

'Arap'lığı, 'Çılgın'lığın nereden geliyor babanızın?

Orhan Koloğlu: Babam Sadullah, 1884 Derne doğumlu, şimdiki Libya yani. Onun babası Hacı Salih, Derne'nin belediye başkanıymış, saraya zeytinyağı getirirmiş İstanbul'a. Bunlardan birinde Sadullah'ı da Abülhamit'in huzuruna çıkarmış. Abdülhamit de yeni açtığı Aşiret mektebine gitmesini istemiş. Sonra Mülkiye, derken kaymakam olmuş. 1913'te İttihat ve Terakki zamanında, Balkan Savaşları sonrasında idareyi yeniden sağlasın diye Trakya'da görevlendirilmiş, oradakiler de Derne'de doğduğu için 'Arap Kaymakam' demişler. Yoksa bembeyaz biridir kendisi.

Orada idareyi yeniden sağlayabilmiş mi?
Orhan Koloğlu: Pınarhisar'da, Vize'de ve Saray'da kaymakamlık yaparken Trakya'daki direniş çökünce İstanbul hükümeti tarafından idama mahkum edilmiş. İdam mangasının karşısına çıkmayı beklerken de daha önce yardım ettiği bir Bulgar tarafından kaçırılmış, çarşaf içindeki kadın kılığına girerek. Anadolu'ya geçmiş oradan ama İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanmaktan kurtulamamış. Beraat edince 1928'e kadar Maçka'da, Of'ta, Sürmene'de kaymakamlık yapmış. Oradan itibaren yaptıklarından dolayı da 'çılgın' demişler.

Çılgınlıkları neler?
D. K: Aslında hep halkı için çalışmış, öyle olunca da yapmadığı şey kalmamış, biraz bundan o lakabı. Of'tayken okul, bina falan yapımında kullanacak demir bulamıyorlar, Rusların bıraktığı, asker korumasındaki madenden köylülerle birlikte gizlice alıyor demiri. Hakkari'ye vali olarak atanınca olmadık yere köprüler yapmış mesela. Gittiğinde bakmış hiç fırın yok, ta Of'taki kayınvalidesinin köyünden fırıncı getirtmiş. Van'da valilik yaparken köylülere çiftçiliği öğretmiş, su kavgaları çıkmasın diye geceleri suyun başında nöbet beklermiş. O zamanlar Cumhuriyet idealleri var tabii, kendi çıkarını düşünmüyor, maksat ülke kalkınsın.

'İKİ VİLAYETİ İDARE EDEBİLECEK' REFİKA HANIM
Libya'ya başbakan olması nasıl gerçekleşmiş?
O.K.: Babamın babası belediye reisi Derne'de. Oraya miras işlerine bakmaya gidiyor. Aile nüfuz sahibi olduğu için kendisi kralın huzuruna çıkıyor bir ara. Kral'a Türkiye'yi, savaştan nasıl çıkıp, değişim için, kalkınma için neler yapıldığını anlatıyor. Kral da o konuşmadan sonra kendisinden Libya'da başbakanlık yapmasını istiyor. Ankara'da konuşup onay alınca da 1949'da başbakanlığa başlıyor.
D.K.: Orada da yapacağını yapmıştır ama. İngiliz işgal komutanın boğazına sarılmış mesela, bir yönetim anlaşmazlığı sırasında. Komutan kim bu deliyi buraya getirdi diye etrafından çıkarmış sinirini. Anlatılır orada. Libyalılar da sevmiş kendisini.

Miras işi ne olmuş peki, var mı orada toprağınız?
O.K.: Orası karışık... Babam 1952'de kanserden hayatını kaybetti. Daha sonra Türkiye'de askerlik eğitimi alan Kaddafi orada darbe yaptı, her şey değişti.

Para da mı bırakmadı size?
D.K.: Öldüğünde cenazesine bir tek ben gittim, bütün aileyi götürecek kadar paramız yoktu çünkü. Hatta dönüş biletini oradan, babamın bıraktığı parayla alırım diye düşünmüştüm. Libya'da ilk kez birine çelenkli cenaze töreni yapıyorlardı. Sonra babamın hesabına baktım, geride bıraktığı bütün parası yalnızca 45 sterlindi.

Bu kadar gezerken sizinle pek ilgilenememiştir herhalde?
D.K.: Babamız dışarıda otoriter biriydi ama evde tamamen annemin sözü geçerdi. Anneme saygısı çoktu. Bizimle de annem ilgilenirdi.
O.K.: Bir keresinde Hakkari'de bir ağa misafir ediyor bizimkileri, adam 90 yaşlarında neredeyse ama sürekli anneme bakıyor. Babam da dayanamayıp soruyor, 'ya ağa niye hep benim hanıma bakıyorsun' diye. Ağa da 'çok güzel bir hanımınız var, iki vilayeti idare eder vallahi' diyor. O ağanın çocuklarıyla ahbap olduk sonra. Babam ağanın eşini Hakkari gibi bir yerde belediye meclisi yönetimine sokmuştu, Türkiye'de ilktir bir kadın için.

Babanız o kadar gezen biri, nasıl fırsat bulmuş evlenmeye?
O.K.: İlk evliliğini Mülkiye'yi bitirdikten sonra Libya'da yapmış aslında. Oradaki eşi vefat etmiş hastalıktan. Araya giren savaş yılları bitince evlenebilmiş ancak. Oflular çok severmiş babamı oradayken. Orada adettir, erkekler eşek sırtında, kadınlar yaya yürürmüş. Babam da nerede eşek sırtında bir adam görse indirir kadını bindirirmiş. İtiraz edemezmiş kimse, otoriter çünkü, yoksa Lazlara ters bir şey yaptırabilmen mümkün değil. Onun bu aksiliğine rağmen sevdikleri için en güzel Oflu kızı babama vermek istemişler. Ailesiyle İstanbul'da yaşayan, ismi kulaktan kulağa duyulan Refika'yı. Babam İstanbul'dayken bahçelerindeki ağaca çıkar onu gözetlermiş, eğitimli, keman çalan, hikaye yazan biri. Kendisine aşık etmesi zor olmamış yani babamı.

BABADAN GİZLİ TOP OYNAYAN YILDIZ FUTBOLCU
Babanız Anadolu'yu arşınlarken siz de Galatasaray'da okuyorsunuz.
D.K.: Babamın içinde ukde kalmış Galatasaray. Aşiret Mektebi'nden sonra Galatasaray'a gitmek istemiş, devletin en büyük kurumlarından, ama Mülkiye'ye yollamışlar. Beni de küçük yaşta yatılıya yazdırdı oraya. Okulun en küçüğüyüm, müdür kızını benim yanıma oturtuyor derslerde, yani o sıralarda okulda kız öğrenci yok. Müdür cuma akşamı evine götürürdü beni aile ortamı içinde olayım diye.

O.K.: Ben ilkokulu Konya'da büyükannemlerin yanında okudum. 1910'daki işgalden sonra ailenin bir kısmı oraya göçmüş. İlkokuldan sonra beni Galatasaray'a verdiler yatılı. 1940-47 arası aynı sınıfta okuduk Doğan'la. Biraderler denirdi bize. En büyük eğlence futbol tabii, ders araları 15 dakika, zaman az, daha dersteyken işaretleşerek kadroları kurar, zil çalar çalmaz fırlardık dışarı, sahayı kapmak lazım çünkü bir de.

Doğan Bey iyi topçuydu galiba.
D.K.: Orhan, B takımında oynardı, bıraktı sonra. Ben A takımında oynardım. Okulda itibarı çoktu tabii A takımındakilerin. Bütün herkes sizi tanıyor, yıldız oyuncusunuz. Çikletten fotoğraflarımız çıkardı. Çok sevinirdik tabii ama özellikle daha fazla mütevazı davranırdık bu yüzden, öyle bir eğitim almışız.

Babanız futbolculuğunuza kolay izin verdi mi?
D.K.: İzin almadık tabii, haberi yoktu. Nasıl söyleyeceğimizi de düşünürdük doğrusu, çekinirdik. Bir gün yanına gideceğimiz sırada ayağım kırıldı, mecburen söyledik, kızmadı. 1935'te Konya'da vali yardımcılığı yaparken kendisine futbol takımı emanet edilmiş, teknik direktöre sormuş, bütün isteklerini yerine getirmiş takımın. Takım da o yıl şampiyon olup birinci lige çıkmış. Ama hiç anlamazdı futboldan, bildiği tek şey ata binmekti.

İkinizin ortak yolu gazetecilik mesleğinde devam etmiş, ikiniz de komünistlikle suçlanmışsınız...

O.K.: O yıllarda farklı bir bakış açısıyla düşündüğünüzde hemen komünist ilan ediliyordunuz. Yoksa illa bir şey yapmanız gerekmiyor. Ben basın ataşesiyim mesela Ecevit Hükümeti'nin, yazılar çıkıyor hakkımda 'Orhan Koloğlu Moskova'ya' diye. Lübnan'da resmi ziyaretteyken büyük haberler yapılıyor 'Avrupa'ya kaçtı' diye.

Doğan bey peki siz 80 dava açılacak kadar ne yaptınız?
D.K.: Akşam'ın Yazı İşleri Müdürü isen ve gazetede Aziz Nesin, Çetin Altan yazıyorsa senin bir şey yapmana gerek kalmıyor! Ne yazsalar dava açılıyor. Bir noktadan sonra da umursamıyorsunuz zaten. Bir keresinde yazarımız İlhami Soysal kaçırılıp dövülünce büyük olay olmuştu. Dönemin güçlü askeri Cemal Tural tarafından yaptırıldığını düşünüyordu herkes. Olayın üzerine gidince tehditler, uyarılar, nasihatler aldık. Derin devletle karşılaştık orada, spora yöneldim sonra.

Spor gazeteciliğinde de vukuatlar peşinizi bırakmamış ama...
D.K.: Davalardan dolayı 21 ay yattım içeride. Erol Simavi'den destek gördüm. Daha içerideyken sözleşme gönderdi bana Hürriyet'te çalışmam için. Gazetenin spor bölümünü yönetiyordum, Fenerbahçeli Selçuk'un verem olduğu haberini atlamadığım için kulüp baskı yaptı. Erol Simavi'nin odasını bastılar hatta. O çalkantıda işten ayrılmak zorunda kaldım. Erol Simavi daha sonra Selçuk konusunda haklı olduğumu söyledi.

Orhan Koloğlu 7 dili nasıl öğrendi?
Söyleşinin bir yerinde konu kardeşlerin çapkınlıklarına geliyor. Doğan Koloğlu, konuyu çabuk kapatıyor, ama Orhan Koloğlu gizleyemiyor. Yedi dil bilen Orhan Koloğlu bu kadar dili nasıl öğrendiği sorusunu cevaplarken Doğan Koloğlu gülerek sıkıştırıyor; 'doğru cevaplar ver ama!'
O.K.: İngilizceyi babam sayesinde öğrendim. İleri görüşlüydü, Fransızcanın geçer dil olduğu zamanlarda İngilizce öğrenmem için bana dersler aldırdı bir tanıdığından.
D.K.: Dahası da var.
O.K.: Pek önemli bir olay değil o kadar. Ankara'da bulunurdum sık sık işim gereği, İngiliz elçiliğinin sekreteri vardı, onunla pekiştirdim İngilizceyi.
D.K.: Almancayı nasıl öğrendiğini de sor.
O.K.: Aslında onda öyle pek flörtlük bir durum yoktu ama İtalyancada vardı.
D.K.: Ne olmuştu onda?
O.K.: En iyisi işin bu kısmına fazla girmeyelim, diğer diller de var, işin içinden çıkamayız sonra.

 

Eyüp Tatlıpınar - Akşam
Yayın Tarihi : 4 Temmuz 2009 Cumartesi 16:28:00
Güncelleme :4 Temmuz 2009 Cumartesi 16:32:19


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?