30
Mayıs
2024
Perşembe
YAŞAM

İSTEYELİM Kİ SOKAKLARIMIZI GERİ VERSİNLER

Yasaklar ilkel yanımızı kaşıyor. Keyfe göre trafik ışıkları kalkıp üst geçitler şart koşulunca parmaklıklar nasıl da çekici görünüyor. Motorlu taşıtlar kutsanırken yayaların hakkı ne oluyor? Şehirler kimlere göre düzenleniyor?

Oldum olası rakamları sevmeyiz, bilirim. Niyetim sizi sıkmak değil. Birkaç rakam verip konumuza döneceğim. Türkiye motorlu taşıt parkı 9.8 milyon taşıttan oluşuyor [1]. Türkiye’de her bin kişiye 138 motorlu taşıt düşüyor. İstanbul’da bu sayı 192’yi buluyor. Avrupa, her bin kişiye düşen 402 motorlu taşıt ile Türkiye’yi üçe, İstanbul’u ikiye katlıyor. Türkiye ortalaması, 144 olan dünya ortalamasının da altında kalıyor. Trafikten şikayet ettiğimiz İstanbul’daki araç yoğunluğu; İtalya’daki, İngiltere’deki, Fransa’daki yoğunluğun üçte birini bile bulmuyor. Bir de kişi başına düşen milli gelirimizin AB seviyesine yaklaşacağını hesap edin. Bize müjdeyi vermek kalıyor: Bu rakamlar Türkiye’deki ve İstanbul’daki motorlu taşıt sayısının katlanarak artacağını gösteriyor. Demek ki uluslararası otomobil üreticileri Türkiye’ye bunca yatırımı ve reklam harcamasını boşuna yapmıyor.
Ben otomobil kullanmıyorum. İster istemez aklıma şu soru geliyor: Benim ödediğim vergiler, motorlu taşıtlara yol yapmak için mi harcanıyor? Yani ben, kullanmadığım tünelin, yolun, kavşağın yapımını mı karşılıyorum?
Bu düşünceyle kalemi kâğıdı elime aldım. Birkaç basit hesap yaptım. 2007 yılında otomotiv yakıtları tüketiminde yaklaşık olarak hesaplanan KDV ve ÖTV tutarı 27.2 milyar YTL’yi buluyor [2]. Araç sahiplerinden tahsil edilen Motorlu Taşıtlar Vergisi 3.5 milyar YTL’nin biraz üzerinde gerçekleşiyor [3]. Buna göre Türkiye’de her araç devlete yılda ortalama 3 bin 135 YTL vergi geliri sağlıyor.
30 bin YTL’ye satılan 1400 cc motor hacmindeki bir otomobil için devlete 12 bin YTL civarında ÖTV ve KDV ödeniyor. Motor hacmi 2000 cc olursa bu tutar 14 bin YTL’yi geçiyor. Yani, üretilen ve satılan her otomobil, 10 senelik ortalamada 4 bin 300 YTL’nin üzerinde bir vergi geliri yaratıyor. Ben kaba bir hesap yaptım. Karşılaştırması size kalmış: Orta seviyede gelire sahip bir çalışan, gelir vergisiyle, ödediği KDV’yle, devlete senede toplam 3 bin 200 YTL civarı gelir yaratıyor.
Pekala, motorlu taşıtlar için yapılan yollar ve kavşaklar devlete kaça patlıyor? 2007 yılında Karayolları Genel Müdürlüğü’nün gerçekleştirmiş olduğu yatırım harcaması 3.7 milyar YTL civarında kalıyor [4]. Belediyelerin toplu taşıma dışındaki ulaşım yatırımlarına harcadığı paranın da bu civarda olduğunu varsayarsak, motorlu taşıtlar için yılda 7.5 milyar YTL harcanıyor. Yani devlet taşıt başına senede 765 YTL harcama yaparak 4 bin YTL’nin üzerinde bir kazanç elde ediyor. Üstelik bu kazançlara, otomotiv yan sanayiden elde edilen gelirlerin de eklenmesi gerekiyor. Çarpıcı, değil mi?
Bütün bunlar, devletimizin motorlu taşıt tutkusunu açıklamak için yeterli olabilir. Ama dahası var: Otomotiv sanayicileri on binlerce insana iş olanağı sunuyorlar. Devlete her yıl yüz milyonlarca YTL kurumlar vergisi ödüyorlar. Türkiye her sene 800 binin üzerinde taşıt ihraç ediyor. Motorlu taşıtlar ile motorlu taşıt yedek parçaları ve aksesuvarları ihracatının Türkiye’nin toplam ihracatı içindeki payı yüzde 20’yi aşıyor. Şurası açık: Türkiye otomotiv sanayisi ile gurur duyuyor.

Şehir kaldırmıyor
Motorlu taşıtları daha fazla kutsamadan önce birkaç soru: Devletin bu taşıtlardan yüksek kazanç elde etmesi, bunların gerçekten faydalı oldukları anlamına gelir mi? Bu taşıtların çevre ve doğal kaynaklar ile insanların fiziksel ve ruhsal sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri dikkate alınıyor mu? Ya trafik kazalarında yitirdiğimiz onca insan? Bunların ekonominin basit kâr mantığına terkedilemeyecek kadar önemli meseleler olduğu savlanamaz mı? Diyelim ki tüm bunların ekonomik zararını ölçtük. Bunu da motorlu taşıtların fayda hesabına kattık. O zaman milyonlarca motorlu taşıtın korkunç bir hesap hatasının ürünü olduğu ortaya çıkmaz mı?
Bundan sonrasını tahmin etmek güç değil. Hiçbir hükümet, motorlu taşıtlardan elde ettiği geliri kaybetmeyi göze alamayacak. Motorlu taşıt üretimi, ihracatı ve ithalatı kol kola büyüyecek. Türkiye taşıt yoğunluğunda hakettiği yeri alacak. Otomotiv sanayicilerinin sorunları yok mu? Elbette var. Bu sorunlar zaman içinde devlet tarafından çözülecek. ÖTV ve KDV oranları giderek düşecek. Ancak motorlu taşıtlardan ve bunların yakıt tüketiminden alınan toplam vergi devlet gelirlerinin başını çekmeyi sürdürecek.
Bu anlattıklarımız, motorlu taşıtların sayısının hızla artacağını gösteriyor. Demek yeni bir şey yok. Zaten şehirler motorlu taşıtlara göre tasarlanıyor. İnsanları merkeze çekecek şehircilik anlayışı yerine, uydu kentler kuruluyor. Buralara yerleşen aileler en az iki otomobile ihtiyaç duyuyor. Her gün şehir merkezine yüz binlerce taşıt akıyor. İnsanlar otomobile bağımlı hale geliyor. Kaldırımlar giderek azalıyor. Kalanlar otomobiller ve tezgâhlar tarafından işgal ediliyor. Yayalar trafikten tecrit ediliyor. Alt geçitlere, üst geçitlere, metro girişlerine itiliyor. İnsanlar alışveriş merkezlerinde yürüyüş yapıyor. Spor merkezlerinden sağlık satın alıyor. Sokaklar tenhalaşıyor. İnsanlar çekildikçe sokaklar iyice tehlikeli hale geliyor. İşe gidiş saatlerinde, işten dönüşlerde, öğle tatilinde, okul açılışında, okul kapanışında, dini bayramda, sabah, akşam, gündüz, gece, her gün, her an, hep, hep trafik tıkanıyor. Trafik keşmekeşi haberlerin popüler konusu. Spiker adım adım ilerleyen trafikte, tek başına seyahat etmekte olan bir sürücüye mikrofon uzatıyor. Sürücü dertli: “İki saattir trafikteyim. İstanbulluların çektiği artık yetmez mi?” Gerçekten de İstanbulluların çektiği artık yeter. Tek kişi için koca otomobili trafiğe çıkartan bu vatandaşa, eline para geçer geçmez otomobil satın alan delikanlıya, ölsem otobüse binmem diyen arkadaşa, otomobil kullanmayana fakir diye burun kıvıran genç kıza nasıl anlatalım? Bu şehir bu kadar motorlu taşıtı kaldırmıyor.

Yaya hakları
Hepimiz öyle yetişmedik mi? Serbest piyasa ekonomisine bir din gibi inandık. O halde devleti bu işin dışında bırakalım. ÖTV ve KDV’de motorlu taşıt talebini aşağı çekecek düzenlemeler yapmasını istemeyelim. Devleti, insanını düşünmeye, kamusal faydayı gözetmeye çağırmayalım. Motorlu taşıtlarla meselemizi kendi aramızda halledelim. Gelin, tüketmeme özgürlüğümüzü kullanalım. Afili otomobiller üretsinler. Almayalım. Reklamlarla aklımızı çelmeye çalışsınlar. Kanmayalım. Arabamız varsa, zorda kalmadıkça kullanmayalım. Ama yürüyerek, ama pedal çevirerek motorize olmayı reddedelim. Yürüyelim ki yolumuzu açsınlar. Bisiklete binelim ki bize hayretle baksınlar. İsteyelim ki sokaklarımızı geri versinler.
Yasaklar diyorduk... İnsanın ilkel yanını kaşıyor. İş çıkışı... Beşiktaş’ta Alkım Kitabevi’nin yanında, ışıklarda bekliyorum. Refüjdeki “Yayalar, üst geçidi kullanınız.” yazılı levhayı görmüyor muyum? Bal gibi görüyorum. Bu şehirde yayaları adamdan saymazlar. Çok iyi biliyorum. Aklıma Kadıköy Belediyesi’nin sayfasındaki Yaya Hakları Bildirgesi’nden bir madde geliyor: “Genel kural olarak, yayalar hemzemin geçitleri kullanırlar; üst geçitleri tırmanmaya, alt geçitlere inmeye zorlanamazlar.” Levhaya baka baka, inadına ışıklardan geçiyorum. Ben bu şehirim. Bu şehir biziz. Burası, bu sokak, bu yol, bu şehir bizim. Bir otobüse atlıyorum. Bir saatte ancak Etiler girişindeyim. Yürüyeceğim. Otobüsten iniyorum. Trafikten hızlı akıyorum. Kaldırımda solladığım otomobiller bana kafesleri hatırlatıyor. İçlerinde insanlar ne mahzun... Çocuklar ne yalnız... Onları oradan çekip kurtarsam diyorum.

Radikal
Yayın Tarihi : 20 Eylül 2008 Cumartesi 17:47:39
Güncelleme :20 Eylül 2008 Cumartesi 17:52:36


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?