20
Mayıs
2024
Pazertesi
YAŞAM

KENDİNE YETME EFSANESİ YIKILIRKEN


Türkiye tarımsal alandaki yanlış politikalar nedeniyle, artık gıda ürünlerinde de dışa bağımlı.

Türkiye, gıda alanında kendi kaynaklarıyla kendi kendine yeten bir ülke olma özelliğini kaybederek, çoğu tarım ürününü ithal eden bir ülke konumuna düştü

Son dönemlerde dünyada ve Türkiye’de beslenme ve gıda alanında yaşanan sıkıntılar, hayli ilgi çekici ve karamsar öngörülerin gündeme gelmesine neden oluyor. Küresel bir sorun olarak özellikle yoksul ve gelişmekte olan ülkeleri derinden etkileyen bu sorunun, farklı iç dinamiklerinden dolayı Türkiye’yi daha da derinden ve uzun süreli olarak etkileyebileceği bir gerçek. Türkiye’de ortaya çıkan beslenme ve gıda sorununun, ülkemizin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan boyutunun yanı sıra iklimsel etkiler ve çevre sorunlarını da içeren küresel bir boyutu var. Ancak söz konusu sorun Türkiye örneğinde irdelenirken, sorunun bu boyutlarından farklı olarak, “gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye” noktasından hareket edilerek bir çözümleme yapılmaya çalışıldı. 

Bilindiği gibi, hızlı nüfus artışı sorunu yaşayan gelişmekte olan ülkeler bir yandan da hızla sanayileşmeye başladıklarında, onları, ağır biçimde tahıl dışalımına bağımlı kılan üç unsur, birbirini hızla izleyerek ortaya çıkar: “Ülkelerin geliri arttıkça tahıl tüketimi de artar, tarım arazileri daralır ve tahıl üretimi düşer”. Gerçekten de hızlı sanayileşme ile birlikte eşzamanlı olarak tarım arazileri kentleşme ve endüstrileşmenin baskısı altında hızla daralmaya başlar.
 
Ülkenin artan geliriyle birlikte değişen tüketim kalıpları ve daralan tarım alanları, ülkede tahıl dışalımının patlamasına neden olan bir süreç yaratır. Bir süre sonra ülke, gıda alanında kendi kendine yeten bir ülke olmaktan çıkarak, tahıl ihtiyacının çok büyük bir bölümünü ithal eden bir ülke haline dönüşür. Çevrebilimci Lester R. Brown, gelişmekte olan ülkelerin yaşamakta olduğu bu süreci, Japonya’nın yaşadığı “örnek” deneyim nedeniyle “Japon Sendromu” kavramı ile adlandırır. Japonya, 1955-1980 yılları arasında yaşadığı endüstrileşme süreci ile 1950’li yılların başlarında tahıl üretiminde kendine yeten bir ülke konumundan hızla uzaklaştı ve 1980’li yıllarla birlikte tahıl tüketiminin yüzde 70’ini ithal eden bir ülke konumuna geldi. Japonya’nın bu deneyimini anımsatan benzer gelişmeler, sanayileşme süreciyle birlikte Türkiye’de de ortaya çıktı. Bu gelişmeler Türkiye’de şu şekilde irdelenebilir:
İlk olarak, Türkiye’de 1950’li yıllarla birlikte traktörün tarımda yoğun bir şekilde kullanılması sonucunda, işlenen tarım alanlarının miktarı sürekli olarak arttı ve 27 milyon hektara kadar yükseldi. İşlenebilir tarım alanları zirve noktasına yükselirken, bir yandan da izlenmeye başlanan liberal ekonomi politikalarıyla birlikte hızlı bir kentleşme süreci yaşandı ve bu süreçte tarım alanları, öngörüsüz bir şekilde sanayi ve konut sektörüne açıldı. Tarım alanları aleyhine ortaya çıkan bu gelişmeler sonucunda verimli tarım alanları sanayileşme ve kentleşme adına feda edildi ve günümüzde işlenen tarım alanlarının miktarı 25.8 milyon hektara kadar düştü. Yaşanan bu gelişmelerle birlikte Türkiye’nin, “gıda alanında kendi kaynaklarıyla kendi kendine yeten bir ülke” olma özelliği, süreç içinde yavaş yavaş aşınmaya başladı. 

İkinci olarak, sanayileşme sürecine giren her ülkede görüldüğü gibi Türkiye’de de tahıl tüketimi hızlı bir şekilde yükselmeye başladı. -Sanayileşme süreciyle birlikte büyüyen ekonominin eşitsiz de olsa topluma yansıması, başlangıçta, tahılın doğrudan tüketim oranlarını da artırır-. Gelir artışıyla birlikte tüketim kalıpları da değişti, artık daha fazla kırmızı ve beyaz et (kümes hayvanı eti) ve yumurta gibi, tahıl yoğun hayvancılık ürünleri tüketilmeye başlandı. Şu gerçeği de biliyoruz ki, bir hayvansal kalori üretebilmek için yedi bitkisel kalori kullanmak gerekir. Bu süreçte, doğrudan tahıl tüketimi dolaylı tahıl tüketimine dönüştü ve ülke, artan bir ivmeyle çok daha fazla tahıl talep eder hale geldi. Böylece bir yandan, sanayileşme ve kentleşmenin baskısı altında tarım toprakları elden çıkarken, bir yandan da bu sürecin bir sonucu olarak tüketim kalıplarının değişmesiyle birlikte tahıl talebi de hızla artmaya başladı. 

Üçüncü olarak, öngörüsüz sanayileşme ve çarpık kentleşme süreciyle bir yandan tarım alanları daralırken, bir yandan da var olan tarım alanları, akılcı olmayan miras dizgesi gibi Türkiye’ye özgü farklı nedenlerle, ekim-dikimin ekonomik olmadığı küçük toprak parçalarına dönüştü. Türkiye’nin kırsalından kaynaklanan itici nedenlerle birlikte belli bölgelerimizde yoğunlaşan sanayileşmeden kaynaklanan hızlı kentleşme, kır yoksullarını kentlere yığarken, kırsal alanlarda da emek yoğun çaba gerektiren “çifte hasat” daha az ortaya çıkan bir tarımsal gerçeklik oldu. Tarımda, kırsal işgücündeki daralmadan dolayı yaşanan bu gelişmeler de tahıl rekoltelerinde anlamlı oranlarda düşüşlere neden oldu. 

Dördüncü olarak, Türkiye’de gelir düzeyinin yükselmesiyle birlikte, değişen tüketim kalıplarında değişimin en anlamlı göstergesi, hayvansal ürün talebinin yanı sıra artmaya başlayan sebze ve meyve talebidir. Ortaya çıkan bu talep artışları sonucunda çiftçiler, arazilerini tahıldan çok daha kârlı ve daha yüksek değerli olan sebze ve meyve gibi ürünlere açar. Ayrıca son dönemlerde, bio-yakıt kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte tarım alanlarının, yavaş yavaş bu amaç için kullanılmaya başlandığı da bilinen bir gerçektir. Böylece çiftçiler tahıl ekiminden elde ettikleri gelirden çok daha fazla gelir elde etmeye başladı. Ancak tarım sektöründe yaşanan bu gelişmeler, belli bölgelerdeki çiftçilerin gelirlerinde önemli sayılabilecek oranlarda artışlar sağlarken, bir yandan da tahıl ekimi yapılan alanların daralmasına ve Türkiye’de tahıl rekoltelerinin düşmesine de neden oldu.

Artık kendimize yetemiyoruz 

Dört başlıkta topladığımız bu gelişmeler sonucunda, verimli tarım alanları daralırken ve yoğun bir şekilde tahıl dışı ürünlere açılırken, tahıl ürünleri rekoltelerinde büyük düşüşler yaşandı. Bir yandan rekoltelerde yaşanan bu düşüşler, bir yandan da ülkede değişen tüketim kalıplarına dayalı olarak artan tahıl ürünleri talebi, tarım ve gıda sektöründe büyük sıkıntıların ve sorunların yaşanmasına neden oldu. Artık, ülkemizdeki tahıl ürünleri arzı, dönem içerisinde sürekli olarak artan talebi karşılamada yetersiz kaldı. Sonuçta Türkiye, gıda alanında kendi kaynaklarıyla kendi kendine yeten bir ülke olma özelliğini kaybederek, çoğu tarım ürününü ithal eden bir ülke konumuna düştü. Bu sonuç AB, IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi örgütlerin talep ve istekleriyle de örtüşen bir sonuçtur: Uluslararası örgütlerin baskılarıyla artık destek verilmeyen tarım sektörü, kentlerin varoşlarına yığılmış tüketici konumunda bol ve ucuz işgücü, üretmeden tüketen bir toplum, azalan rekolteler, birçok alanda olduğu gibi bu alanda da dışa daha çok bağımlı bir ülke...
Türkiye’de 1950’li yıllardan günümüze gözlemlenen bu gelişmeler, Japonya’nın bu alanda 1955-1980 yılları arasında yaşamış olduğu deneyimlerle koşutluk gösterir. “Japon Sendromu” olarak adlandırılan bu süreç, gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’de de benzer bir şekilde yaşanmış ve yaşanmaya da devam ediyor. Sonuçta Türkiye, kendine birçok konuda örnek aldığı Japonya ile hiç olmazsa bu alanda örtüşen gelişmeler ve deneyimler yaşamış bir ülke olarak aynı sendromu yaşıyor. Ülke ve toplum olarak son dönemlerde yaşadığımız sendromlara ilave olarak bir sendromumuz daha oldu nur topu gibi: Japon Sendromu.

ŞENOL ADIG:ÜZEL Yard. Doç. Dr., Mustafa Kemal Üni., İİBF

Radikal
Yayın Tarihi : 27 Mayıs 2008 Salı 12:09:09


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?