18
Mayıs
2024
Cumartesi
YAŞAM

AŞK SONSUZA DEK SÜRÜYORSA BİR SAKATLIK VARDIR

Müjde! Sonunda bizim de chick lit (*) türünün tartışmasız en popüler kalemi Sophie Kinsella gibi bir yazarımız oldu. Hem de en harbisinden... Ecnebi chick lit’lerin (piliç edebiyatı deniyormuş bu tür romanlara...) eline su dökemeyeceği cinsinden...

Bir ayda 5 baskı yapan İstanbul usulü Külkedisi masalı Selindrella’nın yazarı Ekin Atalar’la buluşup Harvey Nichols’ın altını üstüne getirdik. Bu arada kızsal meseleleri de hem roman kahramanı Selin’in, hem de Ekin’in bakış açısından değerlendirdik. Buyrun okuyalım!

Anneanne külodu giyen bir siz değilsiniz...

Selin: Ezberden Sophie Kinsella yarışması yapılsa ilk üçe girerim. Emre’nin (romandan bir karakter) benimle dalga geçeceğini bildiğim için kitaplarımı ortalık yerlerde bırakmıyordum ama yine de bir yerlerden çıkartıyor, bu kitapların insana hiçbir şey vermeyeceğini söyleyip duruyordu.

Ekin: Sophie Kinsella’yı severim. Bu tür kitapları okuyunca insan kafasını boşaltıyor. Kilo problemi olan, korseli anneanne külodu giyen, iş hayatında veya ilişkilerinde problem yaşayan kadınların bir siz olmadığınızı anlıyorsunuz. Kadınlar kendilerini bu kitaplardaki karakterlere yakın hissediyor.

Koşu bandındakilere otobüsten gülerdim

Selin: Bir dakika, şaka yapıyorsunuz herhalde. The Marmara’nın spor salonuna gitmiyoruz öyle değil mi? Hani şu camlı yere? Ben hayatta koşu bandına filan çıkmam, haberiniz olsun şekerler.

Yıllarca otobüsten koşu bandında yürüyenlere bakıp güldüm ben bir kere, hayatta kendimi o duruma düşürmem. Üstelik her seferinde hızlarını alamayıp camdan dışarı uçmalarını dilerim. Hiç kusura bakmayın, bu iş yaş.

Ekin: Otobüs hikâyesi doğru ve evet ben de spor yapmayı sevmiyorum. Kadınlar genelde yaza doğru spora başlar, bunun için spor kulüplerine bir yıllığına abone olur, spora sadece iki ay gider, geri kalan parayı yakar, yakmamak için can havliyle kalan süreyi dondurmaya çalışır. Ben bunu çok yaptım.

Erkek anneleri kız beğenmiyor

Selin: Türkan Hanım nergis seviyor diye üç-beş demet alıp kolumun altına sıkıştırmıştım. Ne olmuştu peki? En gıcık ses tonuyla “Evde çok çiçek var ama koyarız bir yerlere...” demişti. Ben de ani bir pilates hareketiyle ayaklarını yerden kesmiş, sırtüstü halıya yapıştırmıştım Türkan’ı, sonra üstüne çıkıp “Al sana çiçek, al sana çiçek” diye bağırarak nergisleri tek tek ağzına tıkmıştım. Eee tabii ki tıkmamıştım ama içimden buketi alıp kafasına geçirmek gelmişti.

Ekin: Etrafımda erkek arkadaşlarının anneleriyle problem yaşayan çok arkadaşım var. Bunun nedeni erkek annelerinin oğullarına kimseyi layık görememesi... “Oğlum sevmiş, bari beğenmesem de bu kızla iyi geçineyim” kafasında erkek annesi az.

Herkes reality show izliyor ama söylemiyor

Selin:İkili koltuğa gömülmüş çekirdek çitleyerek Pembe Gözlük programını izliyordum. Zehra canlı yayına bağlanmıştı ve annesi kendinden geçmiş bir şekilde bağırıyordu, “Oh beter ol Zehra!” Hem ablanın kocasını ayart, hem bu yaşta hamile kal. O altınlar senin sezaryen paranı ancak karşılar. “Yok ben normal doğum yaparım, bir kuruş harcamam” diyorsan, sen bilirsin, hiç kusura bakma.

Ekin: Bütün arkadaşlarım bu tür programlara bakıyor ama sorunca “Aaa hiç izlemedim” diyor. Halbuki bu programlar insanın kafasını müthiş dağıtıyor. Ben de üniversitede tez yazarken arkada bir ses olsun diye televizyonu açıyor ve bu programların tekrar bölümlerine denk geliyordum. Evden kaçanlar, kayınvalidesi dövenler... Esas, Kardashian’ları filan izliyorum ben. Kardashian kardeşlerden biri hamile olduğunu televizyonda açıklıyor mesela, testi milletin önünde yapıyor.

En iyi erkek, ölü erkektir

Selin: Pembe Gözlük’ün tekrarını seyrediyordum. Fuhuş mafyasının eline düşmekten son anda kurtulan Satı’yı, kocasının evine bir Rus getirmesiyle babasının evine dönen ancak yedi aylık hamile olduğu için orada da istenmeyen Halide’yi izledikten sonra anneanneme bir kez daha hak verdim. En iyi erkek ölü erkekti.

Ekin: Bu anneannemin lafı. Gerçek anlamda söylemezdi tabii. Ama dedemle çok tartışırlardı. O zaman ekonomik özgürlük yok, çekip gidebileceği yer yok. Kızınca böyle derdi. Şimdi paramız var, eğitimliyiz, çalışıyoruz, çekip gidebiliyoruz, o yüzden de çok mutsuzuz.

Niye bütün genç ve yakışıklılar gay?

Selin:Aman, gamzesi olsa ne farkeder? Zaten son zamanlarda tanıştığım bütün genç ve yakışıklı adamlar gay çıkıyor. Nasıl olsa yine karşılaşacağız, sonra da manikürle başlayıp bikini ağdasıyla sona eren bir muhabbetin içinde bulacağız kendimizi.

Ekin: Türk dizilerinde gaylerin karikatürize edilmesinden çok rahatsızım. Ne zaman bir modacı karakter olsa gay olur, abartılı el haraketleri yaparak filan konuşur. Halbuki gaylerin çoğunun gay olduğunu asla anlayamazsınız. Bu yüzden kitapta iş güç sahibi, doğru dürüst bir ilişki yaşayan, birbirine aşık bir gay çifte yer verdim. Gaylerin kızlarla arkadaşlığının samimi olduğuna inanıyorum. Herhangi bir erkek arkadaşınızdan daha dikkatli dinliyorlar sizi.

Kadınların kadınlar için giyindiğini düşünüyorum

Selin:Her yer manken ajansından kaçmış kızlarla dolu. Kaç beden bunlar ya? Sıfır mı? Yok mümkün değil, eksi filanlar. Zaten hepsi yarı çıplak geziyor neredeyse. Ne mutlu ki siyah giymişim, göze batmıyorum.

Ekin: Kadınların kadınlar için giyindiğini düşünüyorum. Ben erkeklerin kıyafetlerine bakmam ama kadınlara “Aaa o ne giymiş, bu ne giymiş” diye bakarım.

Kırmızı iç çamaşırıyla hangimiz bir yere varabildik?

Selin: Kavga sonrası seks denen şeyden son derece uzaktı bizimkisi. Erkeğinizi delirtmek için 3500 taktik yazısındaki hiçbir şey de yapılmamıştı üstelik. Yani tamam bunları benim yapmam gerekiyordu ama “Sevgilinizin sırtına tahin pekmez sürüp yalayın bayanlar” tadındaki atraksiyonlardan hiç hoşlanmıyordum ben.

Ekin: Kadın dergilerinin bizim 500 bin yıldır bildiğimiz şeyleri, seks hayatında yeni bir çığır açmış gibi tekrar tekrar önümüze sunmaları çok komiğime gidiyor. Hangimiz bugüne kadar ışıkları kapatıp, kırmızı iç çamaşırı giyerek bir yerlere varabildik ki... Bazı önerilerin de erkeklerin zekasına hakaret olduğunu düşünüyorum.

Manolo sen çok yaşa!

Selin: Bu Manolo’lar benim olsa çerçeveletip duvara asardım ben. Onunla da yetinmeyip önüne mum diker, sunağa filan çevirirdim. Her sabah uyandığımda üç kere “Manolo sen çok yaşa!” deyip kahvaltıya öyle otururdum.

Ekin: 39.5-40 numara ayakkabı giyiyorum. Topuklu ayakkabılara bayılıyorum, alıyorum, dolaba koyuyorum ama rahat yürüyemediğim için Converse ve babet giyiyorum. Bir keresinde çok beğendiğim bir Prada’nın 38.5’unu alıp, bir düğünde ayaklarımı parçalamıştım. Sonra ayakkabıyı arkadaşıma hediye ettim.

Çok giysi bir felaket mi?

Selin: Yok, diz üstü elbise giyeyim. Diz altı. Diz üstü. Neşeli ve çiçekli? Kareli? Enine çizgili. Hayır boyuna. Enine. Grunge bir şeyler mi giysem? Ciddi bir şeyler? Döpiyes? Hayır. Küçük siyah elbise. Fermuarlı bir kot. Hepsini birden giysem. Off yaa... İnsanın bu kadar çok elbisesi olması ne büyük bir felaketmiş!

Ekin: Vivenne Westwood’un elbiselerinin hastasıyım. Renkli ve eğlenceli... Zaten pantolunu kendime yakıştırmam, hep elbise giyerim. Bu sene Herve Leger’in bandaj elbiselerine deli oldum. Tom Ford, Anna Sui, Marc Jacobs ve Sonia Rykel da favori tasarımcılarım. Ama ben Selin gibi simite talim edip, paramı alışverişe harcayacak duruma gelmedim.

Birçok kadın Mr. Big gibi arıza erkeklerin peşinden koşuyor

Selin: “Sex and The City bir fenomendir tamam mı? Dallas gibi bir şey yani. Ceyar Yuing’i unuttun mu?” dedi Dilara. Bu da bir mantık tabii. Yani etraf Sex and The City’nin son bölümünde dünyaya geldiği için yavrusundan nefret eden annelerle doluyken, benim Dilara’ya bir şey söylemem elbette ki anlamsızdı.

Ekin:Sex and The City dizisinin altı sezonunun da hastasıyım. İlk defa bu dört kadının kendi özel hayatlarını bu kadar samimiyetle paylaşabildiklerini gördük. Önceden yaşadıklarımızı en yakın arkadaşlarımıza bile anlatmaz, “o ne der, bu ne der” diye düşünürdük.

Anladık ki, bizim yaşadığımız şeyleri birçok kadın yaşıyor. Mesela birçok kadın Aiden gibi harika ve sorunsuz bir erkeği elinin tersiyle itiyor ve Mr. Big gibi arıza bir erkeğin peşinden koşuyor.

15 dakikalık striptiz için 1000 TL istediler.

Selin: Striptizciler itfaiyeci kılığına girmişti. Üç tane yakışıklı, kaslı ve esmer İtalyan erkeği, sigaramı düşürerek yaktığım koltuğu söndürmeye çalışıyordu. Daha ne isteyebilirdim? Belamı mı? Dilara uzun boylu striptizciye takmış, cebinden çıkardığı 100 Euro’yu adamın eline sıkıştırıyordu. İçkiler havada uçuşuyor, fondip üzerine fondip yapılıyordu.

Ekin: Bir kız arkadaşım, bekarlığa veda partisi için striptizci bulmamı istemişti. Başka bir arkadaşımın yardımıyla, revü dansçısı olan Ruslar’a danıştık. Gelmediler. Sonra Türk bulduk. “Ayy fotoğraf çekilecek mi? Adımız sanımız ortaya çıkarsa rezil oluruz” diye söylendiler. 15 dakika için 1000 TL gibi anormal bir para istediler. Biz de vazgeçtik.

Sonsuz aşka kim inanır?

Selin: Binlerce insan bize bakıyor olacak, çökecek dizlerinin üstüne, cebinden kırmızı kadife bir kutu çıkaracak, sonra kutuyu açacak içinden 5 karatlık süper bir yüzük çıkacak. “Sonsuza kadar benimle birlikte olur musun sevgilim” diyecek.

Ekin: İnsanın hayatının her dönemi için bir kadını veya bir erkeği olabilir. “Hayatımın erkeği” kavramı bana uzak. Sonsuz aşk diye bir şey olduğuna inanmıyorum. Aşk sonsuza kadar sürüyorsa, olayda bir sakatlık vardır bence.

Ayşe Aydın - Vatan
Yayın Tarihi : 18 Nisan 2010 Pazar 13:37:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
aslı yıldız IP: 78.189.195.xxx Tarih : 10.05.2010 14:33:30

ne mutlu bize ki artık bizim de kendi chick lit yazarlarımız var ve bu türün hemen bütün örneklerini okumuş biri olarak çok rahat söyleyeblirim ki asla yabancı örneklerinden geride değiller.En son Vefa Enver'in Leyla gibi diye bir kitabı çıktı geçen hafta, oda gerçekten tam türünün örneği, yazarın ilk kitabını da çok beğenmiştim ama bu da ayrı bir güzel ve eğlenceli olmuş.