Kürt kimliği ve Kürt ismiyle sayısız zorluk yaşayan Rojin; artık devlet televizyonu TRT'de program yapıyor. Bu yüzden onu eleştiren de var, alkışlayan da. Kürtçe şarkı söylediği için yıllarca TV programlarına çağrılmayan Rojin, "Özel kanalların da Kürtçe müziğe evet demesi, Kürtçe'nin normalleşmesi adına TRT Şeş'e evet!" diyor..
- En baştan başlayalım mı? Bir Kürt kızı olarak nasıl bir ailede büyüdünüz, nasıl bir çocukluk yaşadınız?
- 10 çocuklu bir aile, açlık sınırında bir yoksulluk... Annem Lübnan doğumlu ama Suriye Kamışlı'da büyümüş. Çok zengin bir adamın kızıydı annem, korkunç zengin. Dedemin pasajları, iş yerleri var. Annemi bir Arap şeyhiyle nişanlamışlar, bileğinden dirseklerine kadar bilezik dolu...
- Baba nereli, nasıl biri?
- Mardin, Nusaybinli. Kimi kimsesi yok; kaçakçılık yapıyor. Saçlar upuzun, dalgalı, hippi gibi bir adam babam; kitaplarla arası çok iyi. Annem ise kara çarşaflı, sadece gözleri görünüyor. Dedemin dükkânında görüyor annemi ve vuruluyor. Kürt şair Cigerxun'la istemeye gidiyorlar, dedem çıldırıyor; "Benim çulsuz birine verecek kızım yok," diyor. Babama "Evimin önünden yürüdüğünü görürsem ayaklarını kırarım," diyor, babam bisikletle, atla geçiyor evin önünden. (gülüyor) Böyle bir sinir harbi. Konuşamıyorlar tabii annemle, yedi yıl sadece bakışıyorlar.
- Ve son çare, kaçıyorlar mı birlikte?
- Evet, babam onu altınlarıyla birlikte kaçırıyor bir gece! Adana'ya gelip bit pazarında çalışıyorlar. Annem çuval dikiyor, babam hamallık yapıyor. Kimse bilmiyor nerede olduklarını. Her yerde söylerim; "Zengin parasıyla, fakir karısıyla oynar," diye bir laf vardır, bizimkiler de o hesap, 10 çocuk yapıyorlar. Beşi hastalık, yoksulluk gibi nedenlerle ölüyor.
- Fakir ama mutlu bir çocuk muydunuz?
- İdealist, dindar bir anneyle Marksist bir baba arasında kaldık. Biri peygamberin ayetlerini söylüyor, biri de "Marks, Lenin diyor ki," diyor. Fakat babam özümsememiş bence okuduklarını; özümsese o kadar dayakla büyütmezdi çocuklarını...
- Döver miydi?
- Dayak cennetten çıkma derler ya; ona inanıyor, otorite kurmak için küçücük nedenler için bile dayağa başvuruyordu.
- Bu ortamda kendinizi nasıl hissediyordunuz?
- Çocukken konuşmayan, sessiz bir kızdım. Evimiz havaalanına bakardı, sürekli oturur uçakları izlerdim "Bir gün binebilecek miyim?" diye. Şimdi uçaktan inmiyorum! Ama evin dışında, arkadaşlarımla, erkeklerle sidik yarışı yapacak kadar arsız bir kızdım.
- Okul peki; baba okula yolladı mı sizi?
- Okula göndermek istiyor, sonuçta kendini Marksist görüyor ama ne kadar Marksist zaman geçince anlıyorsun tabii.
- Ne anladığınızı anlatır mısınız?
- Dayakla terbiye verilmeyeceğini biliyorum ama benim kişisel ahlakımda, yaşantımda yanlış yoksa, İstanbul'a gelip dağıtmadıysam, sapıtmadıysam aile terbiyesi aldığım içindir. O dayaklar dışında, korkunç bir asalet aşıladı ailem bana. Asalet parayla gelen bir şey değil; bir tür ahlak. Bize öğrettikleri bir sürü değer var. Bu dayaklar da şekillenmemiz için atılan dayaklar. Ama en son zincirle dövmüştü...
- Zincirle mi? Neden?
- Adana Belediye Konservatuvarı'na gitmek istiyorum diye! O zincirle vururken sadece oturdum ve gözüne baktım. Gözyaşlarım ağlamaktan değil ağrıdan akıyordu artık. Ondan sonra beni dövmedi zaten, lisedeydim. O günü hiç unutmam...
- Bütün çocuklarına karşı mı sevgisizdi babanız, siz hayatınıza farklı bir yön vermek istediğiniz için mi?
- Zaten bizde utanır erkek, büyüklerinin yanında çocuğunu sevmeye, gelenek böyle. Mesela çocukken 'kulun olsun, köpeğin olsun' diye çocuğu tanıştırırlar birine. Bunu da anlayamam. Böyle bir çocukluktu işte...
- Bulunduğunuz ortamdan kaçmak adına mı sanatla, müzikle ilgilenmeye başladınız peki?
- Genç kızlık dönemimde, herkesi taklit ederdim, kendimle de dalga geçiyordum ayna karşısında. Çocukken bir sürü meslek değiştirdim; önce hemşire olacaktım, sonra doktor olup herkesin hayatını kurtarmaya karar verdim, en sonunda "Bütün meslekleri yapabilmek," diye tiyatrocu olmaya karar verdim. Fakat istediğim şey Kürtler'de küfür gibiydi! "Sen tiyatro musun?" diye bir laf vardır Kürtler arasında; yani ucuz kadın, hafifmeşrep, basit olarak görülüyor.
Kürtçe'nin normalleşmesi adına TRT Şeş'e evet!
- Çok çalıştınız, çok zorluk çektiniz ama devlet televizyonu TRT, Kürtçe yayın için geldi, sizin kapınızı çaldı. İronik gelmiyor mi size?
- Her şey değişiyor diye bakıyorum. 50 sene önce aşağılanan insanlardan biri Amerika'ya başkan olabiliyor... Dünya değişiyor demek ki, biz de değişiyoruz. Bir de AB'nin talepleri var, bu sadece AKP iktidarıyla ilgili olan bir şey değil, dünya konjonktürüyle de ilgili. Biz de dünyaya ayak uydurmak zorundayız ve değişiyoruz.
- TRT'nin teklifini kabul etmek cesur bir duruş çünkü bunu eleştiren, tepki gösterenler de az değil..
- Hayatımız hep bu cesaret imtihanlarıyla geçiyor. 85 yıldır insanlar dillerini konuşamadığı için hakarete uğramış, işkence görmüş. Onları anlamaya çalışıyorum çünkü aynı şeyi ben yaşadım. Belki Türkiye'de müzik yapan insanların içinde en çok sistemin darbesini, dayağını yiyen benim. İçim yaralı. Gerçekten çok yaralıyım, o kadar çok yoğun şeyler yaşadım ki... (gözyaşlarını tutamıyor)
- Neden kabul ettiniz bu teklifi peki?
- Her dilde şarkı okuyabildiğim için ben hakikaten iyi kazanıyorum. İstediğim yaşantıyı sürdürecek, aileme yetecek kadar para kazanıyorum. Bu teklifi kabul etmemin parayla ilgisi yok, en başta onu söyleyeyim. Öyle olsa, devlet konservatuvarından istifa etmezdim Kürtçe film için. Bu benim dilim ve kültürüm. Bununla ilgili bir alan açılıyor, ben orada olmalıyım ki bunu yaşatayım. "Aman başaramadık, kapatalım," deseler daha mı iyi olacak? Bu bir ilk. İnsanlar çok heyecanlı. Bana teklifi bir yıl önce yaptılar, bir yıldır "Hayır," diyorum çünkü kanalın samimiyetinden şüphe ediyordum.
- Şimdi fikrinizi değiştiren ne?
- İşin içinde bir sürü arkadaşımız var; kanalın bir kültür sanat kanalı olacağı konusunda, kimsenin propagandasının yapılmayacağı konusunda söz verdiler. Ben bir müzisyenim, sanatçıyım, siyasetin dışında biriyim. "Kürtçe'nin normalleşmesi adına TRT Şeş'e evet. Kürtçe'nin siyaset dışına çıkması adına TRT Şeş'e evet, dilimi şarkılarımı herkese duyurmak adına TRT Şeş'e evet," diyorum. Yani bu kanalı Aydın Doğan ya da başka bir medya patronu açsaydı devletinkinden daha anlamlı olamazdı. Devletin açması bir özür anlamına geliyor. Ve kapısını çaldıkları insanlar biziz, bizleriz. Daha önce seçim kampanyaları için ciddi paralar teklif edildi bana ama kabul etmedim
- Neden istemediniz?
- Kimsenin siyasetine alet olmak istemiyorum; şarkılarımı söylemek istiyorum. Teklif geldiğinde; "Ben Türkçe de okuyacağım," dedim. "Türkçe olmaz," dediler. "Öyle saçma şey mi olur, benim albümüm Türkçe-Kürtçe," dedim; kabul ettiler sonuçta.
Sezen'le tanıştığımda kalbim çarpıyordu
- Güldünya albümünde Şebnem Ferah'ın Silbaştan şarkısını söylediniz. Özel bir anlamı var mı sizin için?
- Kürtçe söylemeyi çok arzu ettim ama "Asla olmaz," dediler. Sonra birkaç şarkı getirdiler bana, "Hayır, kalbimin çarptığı şarkılar bunlar değil," dedim. Şebnem'in şarkısını dinlemeye başladığım anda ağlamaya başladım. Tam bir kadın hikâyesi, tam benim hayatımdı, her şeye yeniden, yeniden başlamak... Çok ağlayarak okudum bu şarkıyı...
- Sezen Aksu ile de bir şarkıda düet yapmak üzere anlaştığınız yazıldı?
- Evet, bana sözü var. Türkiye Şarkıları projesi bittikten sonra yapacağız.
- Nasıl tanıştınız Sezen'le?
- Biz hep haberleşmiştik, hep selamlar göndermiştik birbirimize ama ilk kez Kemancı'da düzenlenen bir gecede karşılaştık. Elton John'u tanıdım, Türkiye'de on numara bir sürü isimle tanıştım ama hiç böyle olmamıştım. Kulise bir girdim, küçücük bir kadın! Kalbim çarpıyor, "Bu bizim Rojin," dedi, birbirimize dakikalarca sarıldık. Naim Dilmener "Sanki iki kızkardeşten biri Doğu'da, biri Batı'da kalmış, şimdi birbirlerine kavuştu," dedi. Çok etkilendim o gün.
- Hülya Avşar bir röportajda "Bu ülkede Rojin'lerin bir problem yaşamadığını," söyledi.
Sizce öyle mi?
- Uzayda yaşayan biri söyleyebilir bunu ancak. Çok iyi bilmediği bir alanda konuştuğunu düşünüyorum.
- Politik olmadığınız için, dekolte giyindiğiniz için, Türkçe de söylediğiniz için zaman zaman eleştiriliyorsunuz. 'Ne o tarafa ne de bu tarafa yaranabildim,' diyor musunuz?
- Benim ağabeyim 47 yaşında, adı Cudi. Ablam 50'sine gelecek, adı Sevi. Biz kimseyle Kürt olmadık ki, biz Kürt'tük zaten, ailemiz Kürt'tü. Bağımsız olmalısın, kendi kararların olmalı. Kürtler bir gün bunu bayram olarak kutlayacak. Halkımın istemediği hiçbir şeyi yapmam ama halkın büyük çoğunluğu istiyor. Sormadığım kimse kalmadı.
- Kürt milliyetçileri tepki gösteriyor...
- Bence bir şok yaşanıyor şu anda ama elbette uygun bulmayanlar da olacaktır, demokrasinin gereği bu. Herkes her şeyi kabul etmek zorunda değil sonuçta.
SLAV Jİ TERA ROJİN EVET SLM SANA ROJİN COK İYİ BİR ŞEY YAPIYON DEVLET 85 YIL SONRA KÜRTLERİN VARLIĞI NİHAYET BU TRT ŞEŞ SAYESİNDE BİR NEVİ KABUL EDİLDİ AMA YILLAR ÖNCE BÖYLE BİŞEY OLSAYDI TÜRKİYE ŞUAN DÜNYALİDERİ OLACAKTI... ROJİN SEN DEVAM ET KÜRTCE ŞARKILARINA BU İŞİ GÖNÜLDEN BAŞARACAĞINI İNANIYORUM DAHA NİCE TRT ŞEŞLERİN OLMASI DİLEĞİYLE ..............