20
Mayıs
2024
Pazertesi
YAŞAM

BIRAKMIYORLAR Kİ, BU ÜLKEYİ SEVELİM

Fırtına’ vizyonda, ‘Gitmek’ hafızada, üç filmi de yolda. ‘Türkiye panoraması’ filmleriyle tanıdığımız ödüllü oyuncu Volga Sorgu, siyasetin teorisinden değil pratiğinden, panoramanın hasından geliyor

AYŞEGÜL OĞUZ (Arşivi)

Hüseyin Karabey’in ‘Gitmek’ filminde Diyarbakırlı taksi şoförü Şahhavan’dı. Kazım Öz’ün ‘Fırtına’sında anarşist yurtsever VK. Volga Sorgu Tekinoğlu’nu ilk olarak ‘Sır Çocukları’ filmindeki Antepli rolüyle tanıdık. İlk rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülüyle tescillenen oyunculuk yeteneği sinemanın yolunu açtı.

Öğretmen bir babanın yine öğretmen olması beklenen çocuğu olarak Tunceli’de doğuyor. Hep gitmek, Kürtçe’nin ve Türkçe’nin konuşulmadığı bir yere gitmek istiyor. Acı çekmez belki diye!

Sinemaya tutuluyor; amcasının Ovacık’taki kahvehanesine aldığı CINE-5 sayesinde oluyor her şey. O zaman karşısına ne çıkarsa izliyor. Üniversite sınavında gösterdiği başarıyla Bilgi Üniversitesi’ne Sinema-Televizyon okumaya geliyor. Okuyacağı bölümün oyunculuk değil, kamera arkasını öğrettiğini fark edince yine de memnun oluyor. Özellikle ilk iki yıl sadece film izliyor. “Hiç film izlememişim ki o zamana kadar” diye anlatıyor.

Mayası sağlam. Ödüllü oyunculuğunun malzemesini ‘asosyal’ ruhuna, bulunduğu her ortamda kendi flulaştırdığı haline bağlıyor. 10 yıldır İstanbul’da...

Volga Sorgu, 2008’i iki filmle kapatıyor ama yeni yıl itibarıyla vizyona girecek üç filmi var. Şubat sonunda gösterime girecek olan ‘Başka Semtin Çocukları’yla aldığı En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü de malumunuz. Hatırlatalım, ödülünü şu sözlerle kaldırmıştı: “Sonuna kadar direnişinden ödün vermeyen Gazi Mahallesi insanlarını buradan kutluyorum, onlara selam gönderiyorum.” Volga Sorgu’nun sadece oyuncu olarak kalmayacağını da söyleyelim. Ocak ayında Tunceli’de alacak soluğu; karlar altında bir kısa film çekecek!

‘Gitmek’ten sonra ‘Fırtına’ da vizyonda. Yoldaki ‘Başka Semtin Çocukları’nda ne izleyeceğiz?

Mahallede bir cinayet işleniyor. Filmde Türk-Kürt, Sünni-Alevi durumları, Güneydoğu’da askerliğini yapan iki genç ve diğer tarafta siyasetle uğraşan devrimci gençler. Bir Türkiye panoraması göreceğiz aslında.

1995’te Gazi Mahallesi olayları yaşandığında Tunceli’deydiniz.
O zaman ne düşünmüştünüz, hatırlıyor musunuz?

Dünyanın en güzel memleketinde öyle olaylar yaşıyorsunuz ki, buralardan gitmek istiyorsunuz. ‘Ya sev, ya terk et’ diyorlar da, bırakmıyorlar ki sevelim. O olay da bir kez daha buralardan soğuma nedeniydi. Tıpkı daha öncesinde Sivas’ta olduğu gibi. Ya da hep olduğu gibi! Kimseyi otele kilitleyip yakmadık. Biz öyle anne babaların çocukları değiliz. Biz en fazla yanarız! Dersim halkı haksızlığa çok hızlı reaksiyon gösterir. O felaketin kendisinin başına gelmesi de gerekmez. Dolayısıyla insanlar huzursuzdu. 93’te Tansu Çiller köyleri yakıyordu; 90’ların ortasında ‘Size beş dakika süre’ diyerek insanların evlerini yaktılar. İçlerinde akrabalarımız da vardı.

Sizin aileniz göç etmeyi düşünmedi mi?

Bizim köyü yakmadılar. Babam öğretmendi, en kolay, en stressiz gidebilecek insan oydu. Bir öğretmen lojmanına yerleşip başka bir şehirde hayatımıza devam edebilirdik. Ben gitmeyi çok istiyordum. Çünkü bütün arkadaşlarım gitmişti. Huzursuz bir ortam vardı. Ama babam kaldı.

‘Fırtına’ ve ‘Gitmek’ için Bingöl ve Diyarbakır’daydınız. Sinema filmlerinizle, oyuncu olarak oralara gitmek nasıl bir duygu yaratıyor?

Güzel. ‘Kelebek’ diye yeni bir film çektik Urfa’da. ‘Gitmek’ için de Mardin-Silopi-Diyarbakır arasında çalıştık. Benim için oynadığım filmin nerede geçtiği önemli değil. Film için dünyanın her yerine giderim. Bir savaş bölgesine de giderim, ki bahsettiğimiz bölge Türkiye’nin doğusu ve savaş koşulları var. Bir de sonrası var. Mesela Bingöl’ün tek sinema salonunda, küçücük bir yerde insanlarla buluştuk.

Bingöl’de neler yaşadınız?

Gösterimin öncesinde yerel bir radyoya çıktık, sonra zaten sinemada izdiham oldu. Film yapıyorsan filmini de insanlara göstereceksin. Hele anlattığın, oradaki insanların empati kurabileceği bir konuysa ilgi büyük oluyor. Batı’dan gidiyorsan Doğu’da kıymetlisindir. Her yere gitmesi, herkesin izlemesi gereken filmler bunlar. Oralara gittiğiniz zaman bu işlere ilgi duyan insanlarla karşılaşıyorsunuz; amatör tiyatro yapanlar, filmlerle, sinemayla ilgilenenler... Bizim de bildiklerimizi o insanlarla paylaşma imkânımız oluyor. Çünkü bunun eksikliğini yaşadım. Bu işi yapmaya karar verdiğim zaman böyle imkânlar yoktu. Mesela son oynadığım filmleri Tunceli’de göstermek istedim ve sinemanın kapalı olduğunu öğrendim. Açık olsa ‘Gitmek’, ‘Fırtına’ ve ‘Başka Semtin Çocukları’ oyuncu ve yönetmenleriyle birlikte Tunceli’ye gidebilecekti. Fakat bu, şu anda mümkün değil. Ama şöyle düşünüyorum: Tunceli’de kapalı olmasındansa hiç sinema olmasın daha iyi. Eskiden yoktu ve eksikliğini duymazdık. Şimdi var ama...

Tunceli’de OHAL’in olduğu zamanlarda geçti değil mi ortaokul ve lise hayatınız?

Savaş çocuğuyum. Savaşı şimdi kabul ediyorlar ama reddedildiği dönem biz zaten onun içindeydik. Bir gün bir çatışmadan dolayı bütün okul mahsur kaldık. Camlardan çatışmayı izlemiştik. Hiçbir çocuğun bunları görmesi gerekmiyor.

İlk filminiz ‘Sır Çocukları’yla festivallerden ödüller aldınız. Nasıl oldu o kadroya katılmanız?

Esas o rolü oynayacak olan arkadaşımızın son anda işi bırakması üzerine, çekimin başlamasına saatler kala, son dakika çaresizliğiyle bende karar kıldılar. Kamera arkasında çalışacaktım aslında. O filmden de Antalya’da Jüri Özel Ödülü, Ankara Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü aldım. Bu filmi önemsiyorum, ilk filmim olmasının dışında Türk sinemasının taklalar attığı bir dönemde iyi bir başarı yakaladı. O yıl mesela Antalya Film Festivali’ne zar zor altıncı filmi, kuralları değiştererek çağırmışlardı. Son Altın Portakal’daysa 36 film başvurdu, 16 film yarıştı. Müthiş heyecan verici.

‘Fırtına’da oynadığınız VK karakteri sizin için nasıl bir rol oldu?

Adı Vedat Kaya aslında; arkadaşları VK diyor. Anarşist bir yurtsever. 90’larda İstanbul Üniversitesi’ndeki öğrenci olaylarını yaşamış bir karakter. Yine empati kurmakta zorlanmayacağım bir roldü. 1999’da geldim İstanbul’a; 1992-1993’te gelmiş olsaydım aynen VK gibi bir adam olurdum.

90’larda üniversitede okuyan birçok Kürt genç dağa çıktı, cezaevlerine düştü, işkence gördü, öldürüldü. Bütün bunları Tunceli’de ergenliğini yaşayan bir genç olarak siz nasıl yaşadınız?

O dönem ben de her şey olabilirdim. Dağa da çıkabilirdim, aşağıda da kalabilirdim, kafama da sıkabilirdim, birileri de bana sıkabilirdi. Böyle bir atmosferdi. Bugüne gelene kadar çocuk sağduyumun beni ayakta tuttuğuna inanıyorum. En azından o zamanki seçeneklere baktığımda bugün bulunduğum yer beni pişman etmiyor. O dalga etkisini yitirirken, İstanbul’a geldiğimde özel bir okulda okumanın avantajlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü Bilgi Üniversitesi’nde politika yoktu, bu tam da benim istediğim şeydi. Tunceli’de pratiğini gördüğüm dünyanın, burada teorisini anlatıyorlardı fakat hiçbir şey örtüşmüyordu. Bilfiil savaşı yaşamışken savaşa, siyasete dair laf anlatan insanlar inandırıcı değildi. Çünkü oradaydım. Kontrast büyüktü...

‘Gitmek’te canlandırdığınız Kürt taksi şoförü aklımızda İbrahim Tatlıses severliğiyle kaldı. Sizin aranız var mı arabeskle?

İnsanlar arabeskten kaçarken ben severdim. ‘Ne tarz müzik dinliyorsun’ derler ya, harbiden her şeyi dinlerim. Tamam, Grup Yorum’un arkasına Müslüm Gürses koymam ama yabancısı değilim arabeskin. İnsanların da neden hoşlanmadığını da anlamam.

Müslüm Gürses’in sevdiğiniz bir şarkısı var mıdır?

Olmaz mı... ‘Aldanma Çocuksu Mahsun Yüzüne’yi çok severim. Kendini jiletleyen insanlara da hak vermek lazım. Şimdi otursam sana arkalı önlü 90’lık bir arabesk kaset doldururum!

‘Kâşif olmak isterdim ya da denizci...’

Siyasi dozu yüksek filmlerde oynamanız hayata karşı tavrınızı mı gösteriyor?
Yaşadığım hayattan sorumlu bir insanım. Hiç kimseye hesap vermeyi sevmem. 11 yaşında ailemden ayrıldım; yedi yıl yatılı okudum, sonra İstanbul’a üniversite okumaya geldim. Aidiyet duygusu çok gelişmiş bir insan değilim. Bana sorsalar, kâşif olmak isterdim, maceraperest bir denizci, inançsız, hesapsız yaşayan bir adam olurdum. Ama nihayetinde bu ülkenin çocuğuyuz, ben bir toprak çocuğuyum. Feodal yapının geliştiği, ezilmiş, haksızlığa uğramış bir yerden geliyorum. Dolayısıyla çok da kafama göre yaşama ihtimalim yok. Birçok insan inandıkları düşüncelerin temsilcisi olarak bakıyor bana. Beni mutlu ediyor ama bu, ekstra sorumluluk demek aynı zamanda...

Ayşegül Oğuz - Radikal
Yayın Tarihi : 13 Aralık 2008 Cumartesi 19:11:43


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?