Önceki yıllarda iki kez gazete için, televizyon programı yaptığım dönemde de bir kez televizyon için röportaj yapmıştık.
İlk buluşmamız çok farklıydı, yıllar sonra ilk kez konuşuyordu Halil Bezmen, ilk kitabını çıkarmıştı. Ve henüz hakkında açılan davalar sonuçlanmamıştı.
Bu kez beraat eden Halil Bezmen var karşımda.
Peki ne değişti?
“Hakkımda açılan davalardan beraat ettiğimi bilen çok az insan var” diyor.
Doğru. Çünkü Türkiye’nin sanayileşme hamlelerinde en önde gelen bir ailenin torunu Halil Bezmen. Birçok ilke imza atmış bir ailenin temsilcisi, tam 7 kuşaktan sanayici bir ailenin mensubu. Yurt dışında çok iyi eğitim almış biri. Hayatının bir dönemi hayli şaşalı geçmiş bir iş adamı.
Ve Halil Bezmen en kısa anlatımıyla servetini sıfırladı. Tüm yakınlarını, akrabalarını kaybetti. Babası dahil herkes ona küstü.
İSKİ Skandalı, Klor davası ve tarihi eser kaçakçılığı derken yarım milyar dolarlık servet uçtu gitti. Onunla ilgili ilk akla gelen, iflas etmesi, koca bir imparatorluğu batırması...
Hakkındaki son dava ise tarihi eser kaçakçılığıyla ilgiliydi, o davadan da beraat etti Bezmen ve kendisine ait olan 420 parça eseri geri aldı.
11 Nisan’da Sofa Otel’de yapılacak müzayedede Halil Bezmen’in eserleri satılacak. Bezmen, yeni hayatına başlayacak. Bezmen ile evinde buluştuk. Bebek’te Arif Paşa Korusu’ndaki evin duvarları boş. Kapıyı da bu kez bana Halil Bezmen değil, bir hanım açtı. Zaten sohbetimiz sırasında da Halil Bezmen’den “aşk” itirafı geldi...
Davalar medyatik olduğu için uzun sürdü
Çok uzun zamandır devam ediyordu hakkınızdaki davalar...
Dava süreci çok uzun sürdü. İSKİ davasıyla başladı, biliyorsunuz... O dönemde ben Türkiye’deydim. 1994’te o dava bitti. Yargıtay’dan da onandı suçsuz olduğum. Tam Yargıtay’dan suçsuzluğumun onandığı gün diğer dava açıldı.
Tarihi eser kaçakçılığıyla ilgili...
Evet. Yani benim suçsuzluğum sıfır gün sürdü. Biri bitti diğeri başladı. 15 sene sürdü bu dava.
Bu çok uzun bir süre değil mi?
Davalar malum uzun sürer ama bizim dava daha da uzun sürdü. Çünkü durum medyatik. Medyatik olunca herkes iki kez düşünüyor. “Aman yanlış yapmayalım” korkusuyla çok titiz davranılıyor. Kendilerince de haklılar, çünkü gözler üzerlerinde.
2006’da sonuçlanmadı mı tarihi eser kaçakçılığıyla ilgili dava...
Sonuçlandı, dediğiniz gibi 3 yıl evvel bitti. Sonra Yargıtay’a gitti. Orada da 2 yıl bekledik. Ve eserlerin iadesi kararı çıktı. Bu kez de devlet, “Dur bakalım Halil Bezmen’in borcu var” diye baktı... Bu da epey sürdü. Sonunda ortaya çıktı, borcum filan yok.
Sizin beklentiniz neydi? Umutla bu eserlerin size geleceğini mi beklediniz? Sonuçla ilgili ne düşünüyordunuz?
Aslında bu çok değişti. Bazen olumsuz da düşündüm. Mantıklı bir düşünce mümkün değil. Sizin sualinizi “Ne hissettiniz?” diye değiştirmek lazım.
Türkiye aslında bir kumarhane
Neden?
Çünkü düşünerek devletin ne yapacağını kestirmek mümkün değil. Türkiye’deki genç demokrasi sayesinde ülkemiz aslında bir kumarhenedir. Burada, bu ülkede ne olacağını kestirmek zordur. Mantık yoluyla, bilgi yoluyla ya da zekanızı kullanarak bir sonuca ulaşmanız mümkün değil.
Buna gerçekten de inanıyor musunuz?
Evet, bu ülkede hislerle davranacaksınız. “Ben sonunu iyi görüyorum” diyebilirim. Bir dönem “Evet sonu iyi olacak” dedim. Benim anneannem de böyle derdi. Bakıyorum bu düşünce biçimi hâlâ geçerli.
Yani kaderciyiz öyle de olmak lazım diyorsunuz...
Eee öyle! Hesap kitap yapamazsınız. Burası kumarhane! Bu kumarhanenin de Rus Ruleti oynanan bölümleri var. Siz işin farkına varmazsanız, tesadüfen Rus Ruleti oynanan odaya düşerseniz, orada her şeyi kaybedersiniz.
Siz öyle bir masaya düşüp her şeyi o yüzden mi kaybettiniz?
Evet ben Rus Ruleti oynanan odaya düştüm, aynı zamanda şerefimi de kaybettim. Bu masada hayatınızı da kaybedebilirsiniz.
Kimler düşüyor bu masaya, kimler diğer oyuncular...
Oraları geçelim...
Ama siz bilerek girmediniz oyuna...
Ben sonradan anladım farkına varmadan düştüğüm yerin Rus Ruleti masası olduğunu. Değişik bir yer. Sonrasında büyük umutsuzluğa düştüm. Tarihi eser denilenlerin tarihi eser olmadığını biliyordum, bu yüzden de o açıdan sonucun olumlu olacağını biliyordum ama bunu bilmem yetmiyordu.
O eserleri kaç yaşında almaya başlamıştınız?
Bir ömür biriktirdim ben.
Aileden kalanlar yok mu?
Yoo, aileden yalnızca kitap kaldı bana. Ailemde antika merakı hiç yoktur. Biz sanayici aileyiz. Antika işleri, tablolar filan da benimle başladı. İlk antikalarımı 1965’te toplamaya başladım.
İlk ne aldınız?
İlk olarak eski kitap biriktirmekle başladım. Para biriktirip eski baskılar alıyordum. Şirkette çalışınca param arttı, Osmanlı antikalarına ve sonra da tablolara geçtim.
Kendime sakladığım her şeyi satıyorum
Tablolar ve ev aşyalarınız var. Hepsi size geri döndü...
Bunların çoğu ev eşyaları. Hepsi benim. Çatal-bıçak, çanak-çömlek, lambalar, avizeler, kül tablası, oturduğum koltuklar ve bir de tablolar var. Bunları kendime saklamıştım. Hatta Amerika’ya götürmek için yanıma almıştım. Yani bunlar en çok sevdiklerim. Parasal değerinden çok benim için değerli olanlar. Duygusal bağım var.
Konteynerde saklanmış bu eserler yıllardır. Eserlere zarar gelmemiş mi?
Gümrük İdaresi nasıl bulduysa öyle saklıyor. Sanat eseri saklamayı Gümrük İdaresi bilmekle mükellef değil.
Siz bu süreçte, “O eserler değerli, zarar görmemeli” diyemiyor musunuz?
Dava açmam gerekiyordu. Bana öğrettiler. “Mallara zarar veriyorsun” diye devlete dava aç dediler. Ben böyle işe girmek istemedim.
Nasıl eserlerin durumu?
Beklediğimden iyi buldum. Zarar azdı. Üç tabloda biraz mantar vardı. Mobilyaların vernikleri kaybolmuştu ama zarar yoktu, biraz masraf çıkardılar, o kadar.
HAYATIMLA BU EŞYALAR HİÇ BAĞDAŞMIYOR
Siz dört gözle eserleri geri almayı ve bu eserlerden para kazanmayı mı bekliyordunuz?
Bekliyordum. Hep düşündüğüm buydu. 420 parça... Eskiden zengindim, zengin hayatı sürüyordum, kocaman köşküm vardı. Şimdi küçük bir dairede oturuyorum. Buraya bu eserler zaten sığmaz. Yirmisini koysam bana oturacak yer kalmaz. Bu eşyalarla benim yollarım ayrıldı. Yaşadığım hayatla bu eşyalar hiç bağdaşmıyor.
Duygusal bağım var da diyorsunuz... Mal mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi derler...
Şimdi içimde burukluk var biraz ama bir nevi şunun gibi. Kızınla yaşıyorsun, kızını büyütüyorsun, sonra kızın 20’li yaşlara geliyor ve seni bırakıp gidiyor. Bunun gibi. Baba kız ayrılığı gibi şu anda benim eşyalarla yaşadığım süreç. Burukluk yok diyemem.
Eserlerinize ilgi gösterecek olanlar sizin de aslında yakından tanıdığınız kişiler olacak büyük olasılıkla... İş adamları...
Bence iyi olur.
Görüştükleriniz var mı hâlâ?
Pek yok.
Bana daha önceki söyleşimizde, “Tek tük dostum kaldı, bunlardan biri Mehmet Barlas” demiştiniz...
Evet, dostumdur. O söz ettiğiniz çevreden 4-5 çiftle görüşüyordum. Eskisiyle alakası yok ilişkilerimin.
Şimdi baktığınızda o cemiyet hayatındaki ilişkilerinize, ne düşünüyorsunuz?
Eskiden durmadan 100 çiftle görüşüyorduk, o 100 çift şimdi 5’e indi. Zaten insanların çoğu iş hayatımla ilgiliydi. Samimiyet ve dostluk ilişkisi değilmiş, değildi.
Dolar kuruyla değil Sokrat’la ilgileniyorum
Siz şimdi kitap yazıyorsunuz. Her yıl yeni bir kitabınız çıkıyor. Yazarlığı sevdiniz...
Kitap okuyorum. Kendimden daha akıllı bulduğum yazarları okuyorum. İş hayatından çok uzağım. Dolar kuru, makine fiyatları filan hiç ilgilenmiyorum. Şu aralar Sokrat ne demiş bununla daha ilgiliyim. Kendi hayatımı, okuduklarımı, düşüncelerimi kurgulamayı da çok sevdim.
Hiç “Ailemin şirketinin başına hiç geçmeseydim, kendimi bildiğimden beri keşke yazıp çizmekle ilgilenseydim, hem başıma bunlar gelmezdi” diye düşünüyor musunuz?
Hayır, öyle bir pişmanlığım yok. Bunu çok düşündüm, karar verdim sonra. Aslında ben istediğimi yaptım. Yalnızca iyi bir mühendistim ama iyi bir iş adamı olmadım. Beni yakından tanıyanlar da bunu söyler. Ailenin beni yönlendirişi benim doğama aykırı değildi. Son kitabıma mühendis sanatçı diye imza attım. Blaise Pascal’ı çok beğeniyorum. Hem matematikçi hem de düşünür. Onun yazı biçimini çok seviyorum.
Mühendis düşünür ilginç olmuş!
Geçenlerde bir arkadaşım, “Yaygın bir ırk değil, bu senin dediğin” dedi. Yani matematikçi düşünür imzamla ilgili yorumu bu oldu. Sonra aklıma geldi, Leonardo da Vinci de matematikçiydi.
Hayatımı yazdım, yakında herkes okuyacak
Kitaplarınızda hep kendi hayatınızdan kesitler var, siz itiraf etmeseniz e anlaşılıyor... Kendinizi yazmayacak mısınız?
Yazdım. “Artık kendimi itiraf edebilim” diyorum. Bir yaşa geldim artık. Refik Amcam da aynı şeyi söylerdi “Ben 80 yaşındayım her şeyi söylerim” derdi.
Sokaktaki insan sizi İSKİ davasından, iflas eden şirketinizden hatırlıyor. Siz ise kitaplarınızla hatırlanmayı mı hayal ediyorsunuz?
Bunu çok isterim. Eskiden yalnızca iş dünyasından hatırlıyorlardı. Tek tük kitaplarımı okuyanlar çıkıyor, bu çok hoşuma gidiyor doğrusu. Hem “Kendime İtiraflarım” diye bir kitabım çıkacak, hem de yeni bir roman hazırladım. Politik bir kitap. Devlet içinde geçiyor. İnsanlar parti başkanı, mafya ilişkileri içinde. 3 yıl önce taslak halinde yazmıştım. 4 ay sonra sanırım çıkaracak duruma getiririm. Artık kesinlikle yılda bir kitap yazıyorum. Her sabah gazete okuduktan sonra bilgisayarın başına oturuyorum, başlıyorum yazmaya.
Asosyal oldunuz değil mi? O eski hayatınızdan iz yok. Davetler tarih oldu... Siz artık kendi içine dönmüş bir yazar mısınız?
Çok asosyalim. Dediğiniz doğru, eskisiyle alakası yok. Mecburen böyle oluyor. Onunla bununla kaybedecek vaktim de yok. Geyik yapmaya da zamanım yok. Burada şu adamın kitabı var, onu okumayı daha çok istiyorum. Değiştim.
Eserleriniz ilgi çekecek mi?
Kesinlikle çekecek.
Ya bu eserler size dönmeseydi, B planınız var mıydı?
Dönmeyebilirdi, ben de kirayı ödemeye devam ederdim. Az da olsa bir gelirim var. Ben ilk evimi 45 yaşında aldım. Sanayicilik dışarıdan göründüğü gibi değildir.
O evinizle ilgili çok şey duydum...
Köşk... Harika bir evdi. Ama 10 yıl sürdü. 55 yaşında her şeyi kaybettim.
Siz uzun dönem bunalıma girdiniz. Söylediğiniz gibi her şeyinizi kaybettiniz... Şimdi geriye dönüp bakınca ne düşünüyorsunuz? Nerelerde hata yaptınız?
Ben bu sorunun yanıtından kitap yaptım. Hangisini anlatayım. Şunu söyleyebilirim, ben Allah’a hayatımı iki kere borçlandım. Biri doğarken, bir de her şeyimi kaybettiğimde.
İntiharı düşündünüz...
Evet. İntiharın eşiğinde dolaştım, sonra birtakım yardımlarla geriye döndüm. Bu yüzden de Allah’a borçluyum.
Bir ara sizin için dine döndü, cemaate katıldı filan deniyordu...
Yok öyle bir şey. Allah’a inanırım. Allah’la konuşurum, dua ederim o kadar.
Hangisi acaba daha çok sizsiniz, o lüks hayat mı bu mu?
Çok kazanıyordum, ama kendi hayatımı yaşamıyordum. Hayatımı yaşayacak lüksüm yoktu. Şimdi hiçbir şeyim yok ama hayatımı yaşıyorum.
Sizin hakkınızda yazılan kitapları okudunuz mu? Uğur Dündar ve Haluk Şahin’in kitaplarını...
Kitaplara baktım. Özellikle ikinci kitap birinci kitabın önüne ödenmemiş vergi borçlarını koymuş, öyle basmışlar. Onlar doğru değildi. Davalarla da ortaya çıktı. Benim isteğim üçüncü kitabı da yazmaları! Daha hayattayken iki kitabımı yazdılar, beni değerli buldular. Bir de üçüncüyü yazsalar, harika olur!
Ailemden, satıp pişman olmayı öğrendim
Müzayededen beklentiniz nedir? Fiyatlar nasıl olacak? Ne kadar gelir bekliyorsunuz? Kriz ortamı fiyatları düşürdü, neden beklemediniz?
İlgi çekecek. İlgi büyük olacak. Fiyatlar ne olacak? Kriz... Fiyatlar düşük olacak. Antika piyasası yüzde 20 düştü. Aynı parça artık daha düşük satılıyor. Dolarda durum ortada, Türk lirası olarak düşüş var. Yüzde 30 kayıp var. Bakarsak yüzde 50 ucuz gidecekler. Yine ailemden öğrendiğim bir şey var. “Sat ve pişman ol!”
Refik Amcam böyle öğretti. Bugün bunları satacağım. Birinci nedeni hayatımla artık o eserlerin ilgisi yok. Bunlar yüzde 50 ucuzsa, herhalde başka yüzde 50 ucuz şeyler de vardır.
Ne alacaksınız?
Ev alacağım.
Bu ev?
Burası kira. Bir evim olsun istiyorum. Yine buralarda, Boğaz’da küçük bir dairem olsun istiyorum. Kira ödemekten kurtulayım. Gerçi Boğaz’da fiyatlar ucuzlamadı ama en azından artmıyor.
20 yıl sonra aşk yaşıyorum hem de alev alev
Mütevazı hayatınızda bir değişiklik var sanırım. Rengin Hanım’la biraz önce tanıştık...
Rengin’le aşk yaşıyorum!
Nasıl tanıştınız?
Aslında 25 yıl önce tanışmıştık.
Yoksa Türkiye’den kaçarken evinde saklandığınız sevgiliniz mi? Bana anlatmıştınız daha önce...
Yok yok o değil. Bundan yıllar önce bizim şirketin güzel günlerinde... Halkla ilişkilerimizi Betül Mardin yürütürdü. O dönemde Rengin de Betül Mardin’in yanında asistan olarak işe başlamıştı. Biz profesyonel olarak görüşmüştük. Olanlar oldu, ben Amerika’ya gittim, yıllar sonra döndüm. Bir gün Bebek Kahve’de karşılaştık, 20 yıl sonra yani. O karşılaşma aşka dönüştü. Alev alev devam ediyor.
En pahalı eser 1 milyon TL ile Cariye
11 Nisan’da yapılacak müzayedede Bezmen’in aralarında Fransız ressam Vagnier’in Osmanlı döneminden kalma “Cariye” isimli tablosunun da olduğu 50 tablo ve 350’nin üzerinde antika eşya satışa sunulacak.
Bezmen, Cariye tablosundan tek başına 1 milyon TL, tüm satıştan 2 milyon TL beklediğini söylüyor.
Tablolar arasında Erol Akyavaş, Zeki Faik, Bedri Rahmi, Nejat Devrim, Hamit Güreli, Cemal Tollu gibi sanatçıların eserleri de var.
Para kazanma açısından becerikli değilmişim
Para kazanmayı, yönetmeyi bilemediğinizi düşünüyor musunuz?
Keman çalmak nasıl beceriyse para kazanmak da beceri. Zekayla ilgisi yok. Sporcu gibi. Adam topu ayağına alıyor ve neler yapıyor... Para da öyle. Beceri işi. O bende yokmuş. Para kazanma açısından becerikli değilmişim.