'Nükleer güç' vaat ettiğini sağlamakta yetersiz kalıyor. İşletimdeki 436 santral, dünya elektriğinin sadece yüzde 15'ini karşılıyor. Ancak ısınma, ulaşım ve sıcak su gibi ihtiyaçlarımızın hiçbiri için nükleer enerjiden yararlanamıyoruz...
Kopenhag’da İklim Zirvesi devam ederken nükleer enerjinin iklim değişikliği felaketinin çözümündeki yeri tartışılıyor. Aynı zamanda bu tartışma, Türkiye için çok önemli olan enerji bağımsızlığı tartışmalarıyla da pek çok noktada kesişiyor. Kısaca soru şu; nükleer enerji bizi fosil yakıtlardan bağımsızlaştırabilir mi?
Bu tartışmada nedense göz ardı edilen bir mesele var. Dünya nükleer enerjiyi yaklaşık altmış yıldır, fosil yakıtları ise Sanayi Devrimi’nin başından beri yoğun olarak kullanıyor. Fransa, A.B.D. ve Japonya gibi ülkelere baktığımızda şöyle bir tablo çıkıyor karşımıza: Elektrik üretimini ağırlıklı olarak nükleer
enerjiden karşılayan bu ülkelerin enerji tüketiminde fosil yakıtların oranı hâlâ oldukça yüksek. Fransa’da enerji tüketiminin yüzde 70’i, A.B.D.’de yüzde 88’i ve Japonya’da ise yüzde 84’ünü hâlâ fosil yakıtlardan karşılanıyor.
Rakamlar açık
Peki ‘nükleer güç’ vaat ettiğini sağlamakta neden yetersiz kalıyor? Bugün işletimde olan 436 santral, dünya elektriğinin sadece yüzde 15’ini karşılıyor. Ancak ısınma, ulaşım ve sıcak su gibi ihtiyaçlarımızın hiçbiri için nükleer enerjiden yararlanamıyoruz. Sonuçta, son derece pahalı bir yatırım olan bu nükleer santrallardan dünya enerji ihtiyacının sadece yüzde 6’sını sağlayabiliyoruz.
Türkiye’de de benzer bir durum söz konusu olacak. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın verilerine baktığımızda, planlanan iki nükleer santralın da yapımı gerçekleşse dahi harcanacak milyarlarca liraya rağmen bu santrallar enerji ihtiyacımızın sadece yüzde 4 ila 5’ini karşılıyor olacak. Bunun yanında eğer enerji politikalarında bir değişiklik olmazsa tahmin edebileceğiniz üzere Türkiye’nin 2020 yılında doğalgaz, petrol ve ithal kömür alımı da artacak.
Enerji güvenliği
Enerji güvenliğimizi sağlayamayan nükleer enerji, iklim değişikliğinin çözümünde de yeterli değil. Uluslararası Enerji Ajansı’nın verileriyle bugünkü nükleer enerji kapasitesi 2030 yılına kadar iki katına çıkartılsa dahi buradan elde edeceğimiz enerji, tüketimimizin sadece yüzde 10’unu karşılıyacak. Fosil yakıtlara olan bağımlılığı ve karbondioksit salımlarındaki azalma ise yüzde 5’in altında azaltabilecek.
Bununla birlikte, bugün ortalama yedi yıl olan nükleer reaktör inşa süresi de her geçen gün artıyor. Bu da söz konusu buyeni reaktörlerin 2025-2030’lara kadar zaten elektrik üretmeye başlayamayacağı anlamına geliyor. Nükleer endüstrisinin sınırlı tedarik zinciri de bu noktada çok yetkin değil; örneğin bütün engeller kaldırılsa dahi, nükleer endüstrinin yıllık en fazla 10 yeni reaktörü hayata geçirebilicek kapasitede.
Dünyamız iklim değişikliğinin artan sorunları ile uğraşırken, endüstrinin karşılaşacağı bir diğer sorun ise uranyum madenciliğinde kullanılan büyük su miktarları. Avustralya çölündeki Roxby Downs madeninde her gün 35 milyon litre su tüketiliyor. Benzer şekilde, Namibya’da Rosing madeni de ülkenin yıllık su tüketiminin yüzde 30’unu tek başına kullanıyor. Uranyum üretimi suya bu kadar bağımlı olması nedeniyle iklim değişikliğinden kaynaklanacak kuraklık gibi sorunların büyük hidroelektrik santrallarının yanı sıra nükleer endüstrisi için de büyük sıkıntılar yaratacağı öngörülüyor.
İklim değişikliği
Kapımızda iklim değişikliği gibi bir felaket varken, Türkiye’nin ve dünyanın ise 60 yıldır sorunlarını çözemememiş olan bu endüstri ile artık zaman kaybetmemesi gerekiyor. Eğer dünya üzerindeki karbondioksit salımlarının, 2015 yılında tavan yaparak, (1990 yılı seviyesine göre) 2020’de yüzde 40 ve 2050’de yüzde 100 indirimi sağlanamazsa bilimin geri dönüşü olmayan çizgi olarak kabul ettiği 2 derece santigratlık sıcaklık artışı ile karşı karşıya kalacağız. Yani bir nevi felaketler dünyasına açılacak bir kapıyı zorluyoruz yaptığımız her yanlışla.
Her yıl artan karbondioksit salımlarımızı düşürmek için bir çözüm gibi sunulan nükleer enerji de aslında bu yanlışların en başında geliyor. Bu santralların yapımına harcanacak paralar ve bekleme süreleri, enerji bağımsızlığımızı sağlayacak olan yenilenebilir enerjiler ve enerji verimliliği çözümlerin önündeki en büyük engelleri oluşturacak.
Hükümet bu kaynakların yetersiz ve pahalı olduğu belirtse de ülkelerin, 2008 yılının büyüyen tek enerji sektörü olan yenilenebilir enerjiler ve verimlilik çözümlerindeki hedefleri aksini ispatlıyor. Benzer şekilde Greenpeace’in geçtiğimiz aylarda yayımladığı ‘Türkiye’nin Enerji Devrimi Senaryosu’ nükleer enerji ve fosil yakıtlar gibi kirli kaynaklara ihtiyaç duymadan, sürdürülebilir kalkınmamızı, yenilenebilir enerji kaynakları ve enerji verimliliği çözümleriyle gerçekleştirebileceğimizi gösteriyor.
Seçenekler ve bedelleri ortada. Karar ise hepimizin.
Korol Diker: Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Kampanyası Sorumlusu (Türkiye’nin, çözüm olmak bir yana, gerçek çözümlerin önünü tıkayan nükleer enerji ile daha fazla zaman kaybetmemesi için ise Greenpeace, www.greenpeace.org.tr sitesinden başlattığı kampanya ile Çernobil felaketinin yıl dönümü olan 26 Nisan 2010 tarihine kadar 1 milyon vatandaşı bir araya getirmeyi hedefliyor.)
çook saçma nükleer 1 kilogram uranyum yakarak milyonlarca ton kömürden elde edilen enerjiyi elde ediyorsun sonuçta atık olarak bir kaç ton radyoaktif madde kalıyor ama kömür yaktınmı milyar tonlarca gaz kükürt ve zehir salıyorsun birde bu işte bir aldatmaca var çevremize bir bakalım rusyada var yunanistanda var bulgaristanda ermenistanda var israilde var kuzey kıbrısta var şimdi iran hazırlanıyor ırak içinde fransa öncülüğünde 2011 yılında anlaşma yapıldı nükleer enerji konusunda türkiye bunların ortasında kaldı senin toprakların temiz olsa ne olur bu ayrıca bazı uyanıklar avrupada fıransa ispanya terk ediyor diyor hayır avrupa yeni reaktörlerini kuzey ülkelerine yapıyor kapattıkları artık miadı dolmuş olanlar açın gözünüzü