19
Mayıs
2024
Pazar
YAŞAM

'YENİ AİLE' SALONUMUZ AÇILMIŞTIR...

Hayat bilgisi dersinde öğrendiğiniz çeşitleri unutun. Aile artık sadece çekirdek ve geniş diye ikiye bölünmüyor, muhteviyatı her zaman anne, baba ve çocuktan oluşmuyor. Gay çiftler, bir başına hem ana, hem baba olanlar, sperm bankasına başvuranlar, doğurduğu çocuğun üstüne bir de evlatlık alanlar, evlenmeyip anlaşanlar ezber bozuyor.

 

Hadise bizde yeni ama özellikle Avrupalı çocuklar uzun süredir, analı ama babasız, babalı ama anasız ya da iki analı, iki babalı, amcasız, teyzesiz, kuzensiz falan büyüyordu. Çocuklar için elti kim, görümce ne, kuzen hangisiydi kısmını öğrenmek her zaman zahmetli olduğu için belki onlar bu durumdan memnundur. Ama bu ‘yeni aile’ uzun vadede görülecek ve geleneksel olana kafa tutan sosyal getirileri yüzünden politikacı, sosyolog, din âlimi, sıradan vatandaş, kısacası konuya muhatap ya da değil herkeste hem panik hem de korku yarattı. Çünkü ortada uzun süredir hissedilen ama adı konulamayan bir değişim var: Geleneksel aile yok oluyor!

Türkiye bu ‘yeni aile’ tipiyle yaşamayı bırakın, karşılaşmasını bile henüz tamamlamamışken tartışma, sperm bankasından aldığı spermle hamile kalan kadınlara, ‘Çocuğun babasını açıklamamak için yalan söylüyor’ diyenlerle ‘Ama bu çocuğun gerçek amcası, dedesi olamayacak’ diyenler arasında sürüyor.
‘Caizdir, değildir’ meselesiyse başka bir konu. Ortada, ‘Bankadan alınan sperm, kadının babasına bile ait olabilir, olmaz öyle şey!’ diyenden ‘Bu, organ bağışı gibi bir şeydir, nasıl karaciğer alınıyorsa sperm de alınır’ diyene uzanan yorumlar yapan, kafası alabildiğine karışık bir güruh var. Ve tabii hakkında pek de bir şey bilmedikleri konu üzerine ahkam kesip ailesini geleneksel yollarla kurmak istemeyenlere öğüt verme yarışındalar.

Tabii ‘yeni aile’ sadece sperm bankası yoluyla hamile kalmayı seçen kadının tek başına yarattığı bir durum değil. Yeni ailenin eşcinsel çiftlerden oluşanı da var, boşanıp ‘single parent’ (tek başına anne ya da baba) olarak yaşayan kadın ve erkeklerden oluşanı da.

İki ev, iki oda, iki anne-baba!

Bizde en büyük kıyamet sperm bankası meselesine koptu ama Batı’da konu daha çok ‘geleneksel ailenin yıkılması’ ekseninde tartışılıyor. Boşanma oranlarının artması, eşcinsel çiftlerin çocuk sahibi olma hakkı kazanması, kadınların babasız çocuk yetiştirme konusunda giderek uzmanlaşması en büyük korkuları.
İngiliz gazetesi The Guardian’dan Sabrina Broadbent’in bizzat deneyimleyip uzun uzun yazdığı, boşanmayla gelen ‘tek tabanca’ durumuysa özellikle Avrupa’da vakayi adiyeden. Hukuk ve eğitim sistemi, pedagoglar bu konuda deneyimli. Ortak vesayet, çocuğu eşit olarak görme hakkı gibi haklar yasayla düzenlenmiş ve çoğu kez de pürüzsüz hallediliyor. Böylece çocuğun iki evi, iki odası hatta anne ve babanın yeni sevgilileri de olursa dörde katlanan bir ‘düzeni’ oluyor.

Broadbent’in anlattığına göre, artık kötü giden evliliğe çocuk için katlanma klişesi yerle bir. Çiftler, çocuk için de olsa bir arada kalmıyor, ‘olmuyorsa olmuyor’u kabullenip gırtlak gırtlağa gelmeden bu işi efendice çözüyor.

Eşcinsel çiftler içinse durum o kadar kolay değil. Onların çocuk sahibi olma hakkı hem hukuki hem de sosyal yasaklarla engelleniyor. Mesela, birçok ülkede çocuk sahibi olabilmek için çiftlerin ‘evli’ olması gerekiyor ve daha baştan kaybediyorlar. ‘Eşcinsel çiftten aile olmaz’ diyenlerin en önemli savıysa ‘anne-anne’, ‘baba-baba’ çiftlerin çocuk için olumsuz ‘rol model’ olmaları. Pedagoglar çocuğun sağlıklı gelişimi için geleneksel aile tipinin gerekli olmadığını söylese de pek çok kişi, çocuğun bir anne ve bir babayla yetişmediği takdirde ‘sorunlu’ olacağına inanıyor.
Aslında çocuk sahibi olmak için illa evlenmeye gerek yok. Fransa mesela, bu işi iyi çözmüş. Fransa’da LGBTT’lerin (Lezbiyen, gay, biseksüel, travesti, transseksüel) pek çok hakkı hukuken koruma altına alınmış durumda.
Bu haklardan biri de ‘Pacte civil de solidarité’ ya da kısaca PACS diye adlandırılan Medeni Dayanışma Sözleşmesi. 1999’da, sosyalist Jospin hükümeti sırasında oylanan sözleşme evlenmek istemeyen farklı cinsten kişilerin ya da istese de evlenemeyen aynı cinsten kişilerin bazı hukuki ayrıcalıklardan yararlanması amacını taşıyor.

Kanun 1999’dan beri çeşitli değişikliklere uğradı ve çiftlere verilen haklar bazı alanlarda giderek genişletildi. Eşcinsel çiftler için PACS olanağını sunsa da Fransa henüz eşcinsel evliliğini kabul etmiş değil, bu yüzden uluslararası çeşitli uyumsuzluklar yaşanabiliyor.

Örneğin geçtiğimiz aylarda evlilik yoluyla Hollanda vatandaşı olan Frédéric Minvielle, 2007’de Fransız vatandaşlığından çıkarıldığını öğrendi. Heteroseksüel biri bir yabancıyla evlendiğinde o ülkenin vatandaşlığına hak kazandığı gibi, kendi ülkesinin vatandaşlığını da koruyabilmekte, yani çifte vatandaşlık hakkı var. Ama Minvielle, eşcinsel bir evlilik yaptığı ve Fransa bu evliliği tanımadığı için vatandaşlıktan atıldı. Pek çok tartışma ve hukuki mücadeleden sonra iki ülke arasındaki anlaşma değiştirilecek ve Minvielle, çifte vatandaşlık hakkını kullanabilecek gibi görünüyor.

Turksperm.com kapalı ama...

‘Yeni aile’nin ‘single mom’ (tek anne) şeklinde olanları da istatistiklerde kabarmış durumda. Çocuğunu tek başına büyütmek isteyen kadınlar, annelerinin gözü kapalı kabul ettiği, ‘Belli bir yaşa gelince iyi bir erkek bulur, evlenip çocuk yapar, ölene kadar da onunla iyi kötü yaşarsın’ klişesini uygulamayı bırakın, anlamakta bile zorlanıyor. Artık kadınlar çocuk için de olsa evlenmeyi düşünmüyor. Evlense bile boşanmaktan korkmuyor.

Bir de ‘anlaşmalı evlilik’ler var. Ama şu, vatandaşlıktan ya da çeşitli haklardan yararlanma adına yapılanlardan değil. Bu, evlenecek birini bulamayan, belki aramayan ama çocuk sahibi olmak da isteyenlerin bulduğu yeni bir yöntem.
Türkiye’de bu iş için hazırlanmış 17 adet evlilik sitesi var. Sitenin editörü Hakan A., Türk kültüründe anlaşmalı evliliğin sperm bankalarına nazaran daha mantıklı bir çözüm olduğunu iddia ediyor.

Daha önce kurdukları Turksperm.com adlı siteyi, İzmir Müftülüğü’nün kesin bir dille karşı çıkması, sosyolog ve psikologların itiraz etmesi sebebiyle dondurduklarını söyleyen editör, siteyi kullanan çok sayıda kişi olduğunu, anlaşmalı evlilik konusunda insanların internet sitelerine güvendiğini söylüyor. 2006’dan beri açık olan siteye 250 TL yıllık ücretle abone olunuyor. Sitenin Amerikalı, Alman ve İngilizlerin yanı sıra dünyanın birçok ülkesinden üyesi de bulunuyor.

Aslında bu yeni aile türünün yok ettiği en önemli şey, geleneksel aile yapısı değil, geleneksel baba figürü. Ortaya çıkan yeni yapı erkekten çok kadın merkezli, babadan çok anne figürü odaklı. Hele bir de çocuk sahibi olmak için ‘baba’ya değil, sperme ihtiyaç olduğu, sperme ulaşmak için de bin takla atmak gerekmediği anlaşılınca, ‘baba’ kavramı yavaş yavaş yok olacağa benziyor.
Geçen hafta gazetelere yansıyan son haber bunun kanıtı: Artık çoğalmak için birden fazla erkeğe de ihtiyaç yok! İngiliz bilim adamları embriyondan alınan kök hücreyi kullanarak laboratuvar tüpünde sperm üretmeyi başardı. Yani tek embriyon kullanılarak sınırsız sperm kaynağı olacak kök hücre dizini oluşturulabiliyor, yeni üretim için tekrar bir erkeğe gerek olmuyor. Araştırmacılar bu uygulama için önümüzde 10 yıl olduğunu söylüyor ama zaten o 10 yıl içinde teknolojik gelişmelerden çok sosyal gelişmeler aileyi, babayı, anneyi epey değiştirecek gibi görünüyor.

‘Anlamı, içeriği değişmiş babalık yolda’

Hülya Gülbahar (Aile avukatı)

“Her şeyden önce şundan söz etmek gerekiyor; Türkiye’de Medeni Kanun’un 40. maddesiyle cinsiyet değişikliği konusunda faşizan bir düzenleme yapıldı. Bu yasada artık kişilerin cinsiyet değiştirmek için mahkemeden izin alması, evli olmaması, 18 yaşından büyük olması, transseksüelliğinin ruhsal açıdan zorunlu olduğunu ve üreme yeteneğinden ‘sürekli yoksun’ olduğunu ispatlaması gerektiğinden söz ediliyor. Bütün bu hususların da bir eğitim ve araştırma hastanesinden alınmış bir sağlık raporuyla belgelenmesi gerekiyor.

Üreme yeteneğinden sürekli yoksunluk... Bu korkunç bir istek. Kişi üreme yeteneğinden sürekli yoksun değilse bile ameliyat olabilmek için bu yeteneğini feda edecek belki. Bu en temel insan haklarına aykırı. Bu zihniyet, insanların bedenleri ve hayatları hakkında kendi kendilerine karar verme hakkının nasıl gasp edildiğinin tipik bir göstergesi. Yani daha bunları konuşuyorken, kadının kendi soyadını kullanamadığı bir ülkede, hukuk sisteminin ‘yeni aile’ biçimlerine göre düzenlenmesi epey zaman alacak.

Bu yeni aile biçimleri konusunda sadece Avrupa’da değil tüm dünyada çok canlı bir tartışma yürüyor. Birçok ülke cinsiyet ya da nikâh koşulu olmaksızın aile halinde yaşayan tüm bireylere eşit haklar verilmesi gerektiğini tartışıyor.
Benim bakış açım, özgürlük üzerine kurulu. İnsanların seçim hakkı olması gerekiyor. Başkalarının hakkına zarar vermediği, kadınların çocukların istismarını içermediği sürece insanlar özgürce kendi yaşam standartlarını belirleyebilmeliler.

‘Kaçma şansımız yok’

Yan yana pek çok aile biçimi birbirlerini yargılamadan değişebilir. Kişiler de bunu değiştirebilir. Bu seçim hakkı ve özgürlüğünün hem hukuksal hem sosyal olarak tüm insanlara tanınması gerekir. Hukukun da bu anlamda insanların bu temel hakkını güvence altına alacak şekilde düzenlenmesi gerekir.
Ne yazık ki Türkiye’de hukuk sisteminin bu konuda kat etmesi gereken çok büyük bir mesafe var. Cinsiyet değişikliği ameliyatlarında olduğu gibi, insanların cinsel tercihleri nedeniyle ayrımcılığa uğramamak konusundaki en basit taleplerine bile karşı çıkılan bir ülkede yaşıyoruz. Ne ceza yasasına, ne Anayasa’ya, ne medeni yasaya bu insanların cinsel tercihlerine saygılı düzenleme koymak şu ana kadar mümkün olmadığı gibi, bu alandaki örgütlenmeler de dernek kapatma davalarıyla durdurulmak isteniyor.

Geleneksel aile yapısı konusunda ‘bu derin hassasiyeti gösterenlerin’ her fırsatta erkek çokeşliliğini bir sosyal ve hukuksal norm olarak kabul ettirmeye çalışmalarıysa manidar.

Hiçbir sosyal ve hukuki baskı olmadan devlet, hukuk eliyle yurttaşlarının cinselliklerini yaşama tercihlerine, kendileri için seçtikleri aile biçimine saygı göstermek zorunda. Kadınların kendi çocuklarına bile soyadlarını veremediği bir ülkede bunları tartışmak biraz fantezi gibi görünse de dünyadaki sosyal, teknolojik ve hukuki değişimlerden Türkiye’nin kaçma şansı yok.

İnsanlar komünler şeklinde yaşamak istiyorsa yaşasın, geleneksel aile olarak yaşamak istiyorsa yaşasın, gay çiftler evlenmek istiyorsa evlensin. Bunlara hukukun olumsuz anlamda diyeceği olamaz. Mirası korumak gibi bir sebeple karşı çıkıyorsa, bu da çok saçma. Miras hukuku yeniden düzenlenebilir.
Babanın gerekliliğine, çocuğun kişiliğinin gelişimi için gerekli diyorsa hukuk, bunu da komik buluyorum. Geçen gün bir maganda kurşunuyla ölen bir çocuk vardı, babasını hiç görmemiş ki. Savaş ya da doğal nedenlerle babasını görmeyen, babasız büyüyen çocuklar ne olacak? Bu çocuklara sorunlu çocuk muamelesi mi yapılacak? Kim araştırma yapmış ki bu çocukların tehlikeli olduğunu gösteren...
İnsanların da hukukun da buna alışması lazım. Bazen iyi şeyler de oluyor tabii. Mesela evlilik içi doğan çocukla evlilik dışı doğan çocuğun hakları 1960’lı yıllardan beri aynıdır. O zamana kadar evlilik dışı doğan çocuk cezalandırılıyor ve babasının mirasından mahrum bırakılıyordu ama şimdi çocuklar evlilik içi ya da dışı fark etmeden aynı payı alıyor.

‘Aslında çok kapalı değiliz’

Aslında bir yandan da çok kapalı bir hukukumuz yok bu yeni aile meselesine. Mesela iş hukukunda, evli olmasalar bile birlikte yaşayanların ‘tazminat’ alma hakkı var yıllardır. Türkiye’nin ücra bir köyünde, kadının nikâhsız eşi iş kazası geçiriyor ve destekten yoksun kalma adı altında tazminat alıyor. Ya da babasının emekli maaşını almak için kadınlar eşlerinden boşanıp öyle yaşıyor. Kimse de yadırgamıyor. Böyle bir tolerans da var.

Bizde tabii bir de soyun devamı meselesi açısından erkek önemli hâlâ. Kadın kendi soyadını kullanamıyor, kocasının soyadını almak zorunda. Bu durumda hâlâ soy, soyadı, miras gibi tartışmalar sürerken yeni ailenin hukuki düzenlemesini beklemek zor.

Bizi yakın zamanda anlamı ve içeriği değişmiş bir babalık bekliyor. Kendi başına çocuk yetiştirmek isteyen babalar var artık. Paylaşılan ebeveynlik meselesiyse maalesef Türkiye’de Avrupa’daki gibi olmuyor. Coğrafi olarak bile zor. Düşünsenize, anne Avrupa yakasında, baba Asya’da olsa ne olacak?
İnsanların aile halinde yaşamasının modası da, bunun hukuksal düzenlemesi de hiçbir zaman geçmez. Belki yakında klasik annelik, babalık modelleri kalkacak ve buna göre hukuki düzenlemeler yapılacak.

Bazen iyi hukukçular çıkıp doğru dürüst işler de yapıyor. Mesela eskiden 4320 sayılı kanunda, şiddet gören kadın sadece resmi nikâhlıysa korunuyordu. Yargıç Eray Karınca karar verdi ve “Bu en temel insan hakkıdır; evli olanları koruyacağım, diğerlerini korumayacağım diye bir şey yok” deyip yasayı değiştirdi. Bu çok önemlidir. Yani sağduyulu hukukçular oldukça özgürlükler her zaman korunabilir, yasalar düzenlenebilir. Yeni tür aileler için de kişileri mağdur etmeyecek şekilde düzenleme yapılabilir.

‘Türkiye’de yeni aileyi ancak belli bir kültür ve gelir grubunun üstü kurabilir’

Güliz Erginsoy
(Sosyolog, Mimar Sinan Üniversitesi)
“Değişen kavramlarla birlikte toplumbilim yazınına eşcinsel ebeveynler, tek anne ya da baba, sperm bankasından hamile kalma gibi ‘geleneksel’ aile yapısına ‘aykırı’ bir yazın da eklenmeye başladı. Burada hemen belirtmekte yarar var; üç çok farklı konudan söz ediyoruz. Birinde cinsel tercihler söz konusu; aynı iki cinsin birlikteliği, karı-kocalığı... Diğerinde cinsel tercih ön planda olmadan, babası-anası belli olsa bile çocuğunu tek başına büyütmek isteyenler... Ve üçüncü olarak anonim bir biçimde sperm bankasını kullanarak hamile kalan kadınlar... Bu son durum, erkeklerin bugünün tıp koşullarında kullanamayacakları bir yöntem. Ancak bu yolla hamile kalmış bir kadınla anlaşarak bebeğin babası olma şansları olabilir.

Bu sıraladığımız, ‘yeni aile’ diye nitelendirilebilecek biçimlenişler, Türkiye açısından bakıldığı zaman belli bir kültür düzeyinin üstünde ve belli bir gelir grubunda olmayı gerektirir. Eşcinsellik, tek başına anne ya da babalık, ailenin koruyucu çerçevesinin dışında olmak demektir. Bu da ekonomik olarak sağlam biçimde iki ayağının üzerinde olmayı gerektirir. Zira insan yaşamının farklı evrelerinde eşcinsel ebeveyn olmayı seçmiş bir ailenin tarihi de farklı olacaktır. Bebekliği, çocukluğu, ilkgençliği, ergenliği, erginliği yaşayacak ve hatta belki ebeveynleri sağ iken yaşlanacak yeni bir birey vardır.

Toplumda aynı zamanda işleyen sessiz protokoller de vardır. Bunlar yaşanan binada, çalışılan işyerinde, kreşte, okulda, çocuğun arkadaşları arasında ve onların ailelerinde, yakın çevrede, sokakta, kahve, lokanta gibi mekânlardaki insanlarda bir ‘etik’ ve ‘insan hakları’ anlayışı meselesi olarak yumuşaktan serte doğru giden ideolojik bir boylam üzerinde değerlendirilecektir.

Kız ve erkek çocuklarımızın tam ve yeterli düzeyde sekiz yıllık zorunlu eğitimden geçmelerini, tam ve yeterli beslenmelerini, tam ve yeterli olarak standart sağlık hizmetlerinden yararlanmalarını henüz sağlayamadık. İnsan hakları açısından da anne ve baba sözcüklerine eklenen ve bu rolü çift sözcükle ifade eden ‘gay baba’, ‘lezbiyen anne’ gibi terimlerinin yasal sistemimize girmesi ve işletilmesi gerekir.
Bu tür hassas konularda toplumbilimsel yazında yüzyıllardır süren bir heteroseksüel paradigmanın daha az savunmacı, daha toplumbilimsel olarak bilgilenmeye yönelik bir çözümleyici çerçevede oluşturulması gerekiyor.

Bu çerçevede ‘eşcinsel düşmanlığı’nın çözümlenmesi; çocuğun toplumsal gelişiminde ebeveyninin cins seçimlerinin etkisi ve çocuğun cinsiyet seçimi ile ebeveyninin durumu (tek kişi veya aynı cins ebeveyn) arasındaki bağların toplumsal açıdan değerlendirilmesi şart. Bu konulardaki araştırma birikimi aynı zamanda yasama organlarına da ışık tutar nitelikte olacaktır. Sözü Anayasa’nın 10. maddesiyle bitirmekte yarar var: Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir!”

‘Ebeveynlikte mühim olan cinsiyet değil, işlev’

Neşe Hatiboğlu (Ergen psikoloğu)
“Elimizde henüz genelgeçer doğru ve yanlışlar yok. Her durum kendi dinamikleri içinde değerlendirilmeli. Anne-babalığı da cinsiyet ya da cinsel tercih merkezli değil, işlev merkezli değerlendirmek daha doğru. Çocuğun gelişimi boyunca ihtiyaç duyduğu en temel şey, aslında annelik ve babalık işlevidir. Annelik işlevi derken çocuğun ihtiyaçlarının ve içinde bulunduğu duygusal durumun kapsanmasını; babalık işlevi derken de çocuğa sınırlar, yasaklar konulmasını kastediyoruz. Önemli olan bu işlevlerin çocuğun hayatında var olması. Bazen ebeveyn kendi arasında bu rolleri paylaşabilir, bazen anne ya da baba tek başına iki işlevi de yerine getirmek zorunda kalabilir, bazen de bir kurum bu işlevi görür. Çocuğun ihtiyacı olan, geleneksel anne ya da baba değil, gelişimi için gerekli olan bu tür modellerdir.”

‘Karanlık tabloya rengârenk bir müdahale olur’

Bawer Çakır
(LAMBDA ve Bianet muhabiri)
“Türkiye’de birlikte yaşayan ve kendilerini -haklı olarak- aile gibi gören eşcinsel çiftler anne, baba ve çocuktan oluşan heteroseksist ve çoğu zaman faşizan aile dayatmasına karşı bir duruş sergiliyorlar. Yasal olaraksa durum malumumuz... Yasalar değil eşcinsel çiftlere, yalnız yaşayan heteroseksüel kadınlara dahi ayrımcı ve cinsiyetçi uygulama ve yasaklar getiriyor, kadınların tek başlarına (Buradaki tek başına aslında ‘erkeksiz’ demek oluyor onlarca) çocuk yetiştiremeyeceklerini, yalnız kadınların, iki kadının ya da iki erkeğin yetiştirmesinin o çocuğu olumsuz etkileyeceğini iddia ediyorlar. Burada dellenmemek elde mi? Kim neye dayanarak bunu söylüyor? Elde bir bilimsel veri var mı? Bu çocuklarla konuşulmuş mu? Nasıl bir gelişim gösterdiklerini kim biliyor? Bu faşizan ve ayrımcı yaklaşımın altında çok açık ki hayatın her alanında eşcinsellere ve heteroseksüellere dayatılan heteroseksist mantık var.

Bu nedenle hem ‘erkeksiz’ kadınların hem de eşcinsellerin evlat edinmeleri bu dayatmadan bizi kurtaracak ve toplumca nefes almamızı sağlayacak. Çocuklar da bu dayatmanın dışında ‘başka türlü’ ailelerin varlığını görerek, pratik ederek yetişecek ve hayata daha özgür bakacaklar.

Eğer özgür bir toplum istiyorsak bu ayrımcı, ırkçı yasaklar kaldırılmalı. Eşcinsellerin evlat edinmelerinin ve kadınların tek başlarına çocuk yetiştirmelerinin önündeki engeller yok edilmeli. Hele ki geçen yıl öldürülen eşcinsel Ahmet Yıldız’ın katil zanlısının babasının olduğunu hatırlarsak, belki de eşcinsel ebeveynler bu karanlık tabloya rengârenk bir müdahalede bulunabilirler.”

Elif Türkölmez - Radikal
Yayın Tarihi : 25 Temmuz 2009 Cumartesi 16:10:22


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?