30
Mayıs
2024
Perşembe
YAŞAM

TARİH İLE COĞRAFYANIN SARKACINDA

Coğrafyanın komşu kıldığı ülkelerin tarih boyunca birbiriyle derdinin bitmemesi kaderin cilvesidir

Eski zaman savaşları siyah-beyaz film konusu olalı beri iyi kötü hedefi tahmin edilebilen ve tependen aşağı bomba yağacağı gibi öngörüyle beklenen şiddet şekil değiştirdi. Şimdi artık şiddeti her an, her yerden ve insanların doğrudan kendi bedenlerini cephaneliğe çevirebildiği bir cinnet halinden bekliyorsun. Tek değişmeyen gerçek, bazı bölgelerin şiddeti daha bir günlük hayat parçası kimliğiyle içselleştirmiş olması. Tıpkı Hindistan gibi.
Sayısız yöneticisini suikastlere kurban etmiş, yıllar yılı mezhepsel kıyımlarla sarsılmış Hindistan bu hafta bir kez daha kana bulandı. Ve elbette artık şiddeti de küresel boyutuyla algılamamız ve durumdan vazife çıkarmamız istendiği için ateşin düştüğü yere başkasının coğrafyası diye bakma kolaycılığı da kalmadı. Bazılarımız bunu tercih etse bile kalmadı.
Şiddetle göbek bağı tescilli bölgelerden Hindistan’ın finans, ticaret ve kültür kenti Mumbai’de (Bombay), kentin en büyük otellerinden Tac Mahal ve Trident/Oberoi ile bir Yahudi merkezinde eşzamanlı düzenlenen saldırılar, 195 kişinin ölümüne, 295 kişinin yaralanmasına, aralarında İçişleri Bakanı, Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Eyalet Başbakanı da dahil üst düzey yöneticilerin istifasına yol açtı. Bu görünür bilançonun arkasında ise hassas terazide tartılan güçlerin birbirine verdiği mesajların ağırlığı hissediliyor.
Saldırı sonrası sağ ele geçirilen tek terörist Leşkeri Tayyibe’nin, Pakistan’daki radikal dinci bir militan kampında aylarca komando eğitimi aldığının belirlenmesi üzerine zaten tarihten mimli komşu Pakistan, nota verilecek şüphe odağı haline geldi.
Tarihin en kanlı bölgesinin dünyanın en etkin pasifistini çıkarması kaderin nasıl bir cilvesidir halen bilinmez ama özellikle Pakistan ile Hindistan’ı karşı karşıya getiren şiddetin her defasında yine, en çok bu iki halkın barış içinde yaşayabilmesi uğruna canından olan Mahatma Gandi’yi vurduğuna şüphe yok.

Ayıran ve birleştiren


Coğrafyanın komşu kıldığı ülkelerin tarih boyunca birbiriyle derdinin bitmemesi de kaderin bir başka cilvesidir zaten. Tarih ve coğrafya arasında sarkaç misali zorlukla salınan ülkeler, tarihin tekerrür etmemesi adına sürekli, ortak payda coğrafya ile terbiye edilir gibidir. Dünyanın bir yerinde sınanan Hindistan ile Pakistan’sa, diğerinde İsrail ile Filistin. Kürt ve Türk halkının bir coğrafyada verdiği sınav beri yanda, tarihi kilitli, sınırı kapalı Türkiye ile Ermenistan’ın komşu devlet olma gerçeği üzerinden aradığı gelecek çıkışı öte yanda. Hayatın ödeşilmesi gerekenler üzerinden, tarafları zorla kafa kafaya dayatan düzenine kim karşı gelebilir ki...
Okullarla ilişiğim kesildikten sonra sık sık iki dersi düşünürken buldum kendimi: Bir tarih, bir de coğrafya. Gereksiz ayrıntılarla dolu, saman kağıda basılı her iki kitapta da mantıklı soru üretimini engelleyen bir hal vardı. Kaç fille ve hangi alet edevatla sefere çıkıldığı anlatılırken ya da hangi bölgemizden hangi ürün ve hammaddenin çıkarıldığı ezberlenirken bu iki dersin yer ve gök gibi birbirini bütünleyen ufuk çizgisine dair hiçbir bağlantı kuramıyordu insan. Bol bol kenar süsü yapılan bu kitaplar, kimbilir belki tam da bağlantı soruları sorulmasın diye böyle hazırlanmıştı.
Oysa tarih ve coğrafya hayatımızı belirliyor. Bu büyük kudreti teslim etmek içinse diğer pek çok hakikatin keşfinde olduğu gibi önce okuldan mezun olmak, sonra da hayat müfredatının birkaç dersinden çakmak gerekiyor. En isabetli sorular yere düştüğünde sorulur ne de olsa.

Yeşil inek, uçan at


Ve bazen ders kitaplarında sizden esirgenen o bağı, bir sanatçının hayatına değin ayrıntılarda ve yapıtlarında buluyorsunuz en çok. Hiçbir akıma dahil edilemeyen, renklere bile bambaşka bir doku kazandıran ressam Marc Chagall da, kendi hayatı ve sanatı üzerinden tarih ve coğrafya ile hesaplaşan sorgulayıcı ruhlardan biri. Tanığı ve parçası olduğu toplumsal çalkantıları en az özgün hayal dünyası kadar ustalıkla yansıtan Chagall’ın hayatını kısaca tarihin kovaladığı noktalarda yeni coğrafyalara sığınmak olarak tanımlamak mümkün.
Çarlık döneminin sonlarında Rusya’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Chagall, ömrü boyunca savaşın dehşeti onu bir ülkeden diğerine savururken onca yıkım karşısında korunaklı kıldığı tek liman olan umuduna sığındı inatla.
I. Dünya Savaşı başladığında Almanya’da sergilenen tablolarının yanı başında bombalar patlıyordu. Rusya’daysa Bolşevik devriminin coşkulu günlerinin ardından ödeşilecek bir diğer gerçek belirmişti olanca acıtıcılığıyla: Giderek totaliter bir rejim olmaya yönelen devrim, sanata da kendi tanımını getiriyor ve bir yarar gözetemediği Chagall’in resimlerine “İnekler neden yeşil, at neden gökyüzünde uçuyor?” diye soruyordu.
Oysa Chagall için resim yeni bir dildi. Kaosun yeni bir düzen olarak yaşanageldiği o günlerde yerleşik hiçbir sanat dilinde kendi hissettiklerinin karşılığını bulamıyordu. Dünyanın zembereğinden boşaldığı bu zamanları o da alışılageldik bağlamından ayırdığı nesne ve insanları biraraya getirerek yansıtacak ve yeni bir aidiyet bulmak üzere yola çıktığı Fransa’da bir ahlak tanımı gibi anlatacaktı resimlerini: “Tanrı, perspektif, renk, İncil, biçimler ve renkler, gelenekler ve insan hayatı olarak adlandırılan her şey sevgi, güvenlik, aile, okul, eğitim, peygamberlerin sözleri ve İsa’da yaşam- bütün bunların hepsinin çivisi çıktı. Belki ben de zaman zaman kuşkuyla doluyordum. Böyle zamanlarda altüst olmuş bir dünya resmettim, figürlerin baş kısmını söktüm, onları parçalara ayırdım ve boşlukta bir uçtan diğerine salındırdım”.
Tarihin Chagall’e huzur vereceği yoktu. II. Dünya Savaşı’nda Almanlar Fransa’ya dayanınca Chagall için bir kez daha sürgün vakti geldi çattı. Sığındığı yeni coğrafyanın adı Amerika Birleşik Devletleri’ydi. Burada da unutmanın kolaycılığına sığınmadı. Rusya’daki Yahudi kökeninden taşıdığı zamansız yüzlü bir hahamı, kızıl bayraklı, tüfekli askerleri, insanlığın günahlarının bedelini öder gözüken ve ışığı damıtan çarmıhtaki İsa’yı, alevlerden kaçan at arabalı insanları aynı tabloda birleştirdi. Sonra da devasa boyutlara taşıdığı bir vazonun içerisindeki çiçeklere âşık çifti kondurdu. Mutluluktan uçurdu âşıkları şehrin semalarında.

Tarihin sonsuz bir şimdide asılı kaldığı, coğrafyanın ise yerçekimsiz gökyüzünden ibaret sayıldığı bu dördüncü boyutta Chagall, tarih ile coğrafyanın kıskacından özgürleşti. Bir sanatçı sorumluluğu ile özgürlüğünü kendisine saklamadı, hepimizle paylaştı. O yüzden onun tablolarına halen zaman ve mekânı aşan bir ferahlık hissiyle bakıyoruz. Bize kendi kovulduğumuz çağlara ve topraklara nispet iç memleketimizi bulmayı öğretiyor, kendi tarih ve coğrafyalarımızla layıkıyla yüzleşebilelim diye...

Radikal
Yayın Tarihi : 8 Aralık 2008 Pazartesi 15:30:49
Güncelleme :8 Aralık 2008 Pazartesi 15:35:10


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?