Birçok psikiyatra göre, aşkın semptomları ile "obsesif-kompulsif bozukluk" göstergeleri benzerlikler içeriyor. Tabii biraz farkla: Aşk daha eğlenceli!
Bazı bilim adamları, aşka "obsesif-kompulsif bozukluk" adını takmışlar bile. Yani, sürekli aynı konuyu düşünme, hayatı sadece belirli bir davranışa endeksleme hali...
Birçok psikiyatra göre, aşkın semptomları ile "obsesif-kompulsif bozukluk" göstergeleri benzerlikler içeriyor. Tabii biraz farkla: Aşk daha eğlenceli!
Aşkın bir tür obsesif-kompulsif bozukluk (OKB) olduğu tezini, ilk kez 1990'da İtalya'nın Pisa Üniversitesi'nden Psikiyatr Donatella Marazziti ortaya attı. Marazziti, OKB hastalarının beyninde "serotonin" adlı maddenin daha az salgılandığını tespit etti.
Beyin üzerinde teskin edici etkisi olan serotonin, yeterli düzeyde salgılanmadığı durumlarda saldırganlık, depresyon ve kuşkuculuk hallerinin artmasına neden oluyor. Serotonin salgısı, günümüzde prozac türü ilaçların yardımıyla artırılıyor.
Marazziti bu sonuca, Nobel ödülüne layık görülen araştırmasıyla vardı. Ama araştırmayı gerçekleştirmesi pek de kolay olmadı.
Nobel ödüllü araştırma
Üniversitelere bir duyuru asan Marazziti, son 6 yıldır âşık olan ve her gün en az 4 saat âşık olduğu kişiyi düşünen, ancak sevdiği kişiyle cinsel ilişki kurmamış öğrencileri aradığını duyurdu. Amacı, aşkları zaman ve cinsel tatmin yoluyla "erozyona" uğramamış gençler, modern Romeo ve Jülyetler bulmaktı...
Ortalama yaşı 24 olan 17 kadın ve 3 erkek başvurdu. Marazziti, 20 kişiden oluşan bir OKB grubu, bir de 20 kişilik "normal" insanlardan oluşan bir grup kurarak, araştırmasına üç ayrı grupla devam etti.
Her 3 gruptaki üyelerden tek tek kan örnekleri alındı. Normal deneklerdeki serotonin düzeyi de "normal" sınırlarda gezinirken, OKB hastaları ve âşıklarda bu düzey yüzde 40 daha düşüktü!
Marazziti bu sonucu şöyle değerlendirdi: "İnsanın âşık olduğunda aklını yitirdiği söylenirdi. Bu galiba doğru!"
Bilim adamları, bu tespitin doğruluğunu incelemek amacıyla 20 âşık öğrenciyi bir yıl sonra tekrar incelemeye aldılar. Sonuç aynıydı.
Aşkın tetikçisi
PEA, feniletilamin, ya da diğer adıyla "aşk molekülü". Göz göze gelmek, el ele tutuşmak, ya da "yanlışlıkla dokunmak" bile bu basit kimyasalın beyinde tetiklenmesini sağlıyor. Araştırmacılar, kalp atışlarının hızlanması, ellerin terlemesi ve soluk alıp vermedeki zorlanmaları, beyindeki yüksek dozda PEA salgılanmasına bağlıyorlar. Bu arada, paraşütle atlama gibi heyacanlı sporlar ve çikolata tüketmek de PEA'yı artırıyor.
Aşkın gözü kör mü? O eski şarkı aklıma geliyor: "Aşkın gözü kör mü acaba-uyan artık bitti bu rüya..."
Bilim adamları, aşkın gözünün kör olmadığını söylüyor. Koku gibi havada hareket eden feromonlar, burnumuza yerleşip beynimizi uyarıyor. Evet, aşk aynen böyle başlıyor.
Araştırmalara göre, hangi kadını-erkeği çekici bulacağımıza hormonlarımız karar veriyor. Ve bütün insanlar, hormonlarının esiri olarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Hayvanlar gibi insanlar da, "feromon" adında mucizevi bir hormon salgılıyorlar. Bu hormon, canlının idrar ya da ter gibi tüm beden sıvılarıyla dışarı çıkış yolu buluyor.
Hormonlar karar veriyor
Feromonun bir kere dışarı çıktıktan sonra gideceği yer de belli: Burnumuzdaki "VNO" adı verilen özel bölüm. O anda Eros görevini yapmış, ok yaydan çıkmış, gerisi "durumsal faktörler"e kalmış...
Yalnız burada feromonu kokuyla karıştırmamak gerekiyor. Her ikisi de havayla yolculuk eden kimyasal maddeler; fakat feromonlar koku duyusunun keşfedemeyeceği kadar düşük yoğunlukta. Kadınlar ve erkekler, bağışıklık sistemi genleri birbirlerinden ne kadar çok farklıysa da, ki buna da MHC deniyor, birbirlerini o denli çekici buluyorlar. Burundan süzülen feromon beyne kadar çıkıp, karşı cinsi ihbar ediyor: "Dikkat, sol tarafa dikkatli bak!"
Beyinlerimiz, biz farkında olmadan, karşıdan alınan MHC yapısını kontrol ediyor. Kişinin kendi MHC yapısıyla karşılaştırıyor. MHC yapıları birbirinden çok farklı gözüküyorsa, alıcılar da harıl harıl çalışmaya başlıyor.
Karşı cinsin kokusu çekici
İsveçli bilim adamı Klaus Wedekind, bir grup kadına, üzerine özel bir parfüm sıkılmamış ama iki gece boyunca erkeklere giydirilmiş tişörtleri koklatıyor. Daha sonra da deneklerine neler hissettiklerini soruyor. Kadınlar, araştırmacıların önceden tahmin ettikleri gibi davranıyorlar; MHC'leri kendilerinkine benzemeyen erkeklerin kokusunu çekici buluyorlar!
Bilim adamlarının aşk ve cinsellikle ilgili bulduğu en önemli hormonlardan biri de "oksitosin". Doğum, emzirme ve orgazma da "çarkı" döndürüyor; ama yumuşacık bir bakışta veya bir sarılmada da salgılanabiliyor.
Kendilerine sevgi göstermeyen kişilerde oksitosin oranı daha düşük. Düşük oksitosin erkeklerde iktidarsızlığa neden oluyor. Aile ve dost ilişkilerinden hoşlanan, yemek sofrasında uzun oturup gevşemekten keyif alan erkeklerin daha fazla oksitosin salgıladıkları ve cinsel yaşamlarında da daha başarılı oldukları belirtiliyor.
Bu arada, Paris'teki Kronobiyoloji Laboratuvar'ndan Allain Reinberg'in belirttiğine göre, erkeklerin cinsel etkinlikleri yaz sonu ve sonbaharda en yüksek noktaya ulaşıyor. Kadınlar da ise ayda bir...
A., kadın, 39 yaşında
Bana bir cümle not yazıp bırakan bir erkek çıksa...
"10 yıllık evliyim, ama buna evlilik denirse... Maalesef aramızdaki her şey bitti. Hayatımda bu kadar değişen başka bir insan görmedim. Cinsellik mi... Son üç yıldır birbirimize dönüp bakmadık bile. Ortak bir çocuğumuz olduğu için mecburen aynı çatı altında yaşamaya devam ediyoruz. Benim evlendiğim adam bu değildi... Şiddet bile başladı. Bir anasının kuzusu haline geldi. Bir tek güzel söz işitmedim. Yıllardır. Çok, ama çok mutsuzum. Bana bir cümle not yazıp çantamın içine bırakan bir erkek karşıma çıksa, hemen çantamı bırakıp evi terk edeceğim. El ele dolaşalım, sokaktan simit alıp yiyelim... Nasıl buraya geldik, nasıl birbirimizden nefret eder haldeyiz; hiçbir anlam veremiyorum. Bir kadın olarak bir güzel laf duymaya, bir okşamaya, hadi olmadı sevecen bir bakışa o kadar çok ihtiyacım var ki, anlatmaya kalksam seanslar dolusu psikoloğa gitmem gerekir. Sizin anlayacağınız, çok mutsuzum..."
Milliyet
Yayın Tarihi :
18 Ağustos 2006 Cuma 04:53:42