16
Mayıs
2024
Perşembe
YAŞAM

Atatürk'ün sağlığı

Hayatını ülkesine, milletine adayan ve henüz 57 yaşındayken ebediyete intikal eden Büyük Önder Atatürk’ün sağlığı üzerine yapılan araştırmalar, rahatsızlık geçirdiği dönemlerde bile savaşmayı ve mücadeleyi sürdürdüğünü ortaya koyuyor.

Trablusgarp Savaşı’nda şiddetli bir göz enfeksiyonu geçiren Mustafa Kemal, zorlukla ikna edilerek hastaneye tedaviye gönderilmişti. Anafartalar Savaşı’nın sonlarında akciğer iltihabı nedeniyle yatağa düşen ulu önder, planladığı zaferin son günlerini görememişti. 1919 yılında kulağından rahatsızlanması 15 Mayıs’ta 3. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a hareketini önleyememişti. Büyük önder, Samsun’a ayak bastığı sırada yeniden başlayan böbrek ağrılarını dindirmek için Havza’da kaplıca kürü almıştı. Sakarya savaşı öncesinde kaburga kemiği kırılan Mustafa Kemal, dinlenmesine ilişkin önerileri reddederek, bölgede kalmıştı. Atatürk, yeni yapılan dişleri nedeniyle, Cumhuriyetin ilanı ve ülkenin ilk cumhurbaşkanlığına seçilmesinin ardından kısa bir konuşma yapabilmişti...

GATA Diş Hekimliği Bilimleri Merkezi Ağız, Diş, Çene Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yavuz Sinan Aydıntuğ tarafından çeşitli kaynaklardan derlenen çalışmaya göre, Mustafa Kemal çocukluğunda sıtma haricinde alışılagelmiş çocukluk hastalıklarından başka önemli bir rahatsızlık geçirmemişti.

Mustafa Kemal’in, genç yaşlarda geçirdiği idrar yolları enfeksiyonu ise sonraları tekrarlayarak sol böbreğinin enfeksiyonuna neden olmuştu.

1911-1912 Trablusgarb Savaşı’nda geçirdiği şiddetli göz enfeksiyonu nedeniyle gözü şişen, kanlanan ve kapanan genç subay, zorlukla ikna edilerek hastaneye tedaviye gönderilmişti.

Anafartalar Savaşı’nın sonlarında, 1916 yılında İngilizler’in yarımadayı boşaltmasından bir ay evvel ateşi yükselen ve bir akciğer iltihabıyla yatağa düşen Mustafa Kemal, planladığı Anafartalar Zaferi’nin son günlerini görememişti. Çünkü, Mustafa Kemal, Dr. İbrahim Tali Bey ve arkadaşlarının uyarı ve ısrarıyla görevi Fevzi Paşa’ya devrederek İstanbul’a dönmüştü.

1918 yılı sonlarında Yıldırım Orduları komutanıyken böbrek ağrıları başlayan Büyük Önder, hekimlerin önerileriyle Viyana ve Karlsbad kaplıcalarına tedaviye gitmişti.

Mustafa Kemal, 1919 yılında İstanbul’da şu anda müze olan Şişli’deki evinde kaldığı aylar zarfında bir süre kulağından rahatsızlanmıştı. Fakat bu hastalık 15 Mayıs’ta 3. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a hareketini önleyememişti. Mustafa Kemal, Samsun’a ayak basar basmaz yeniden başlayan böbrek ağrılarını dindirmek için Havza’ya giderek 25 Mayıs-12 Haziran 1919 tarihleri arasında kaplıca kürü almıştı.

Milli mücadeleyi yürüttüğü dönemde sıtmaya yakalanan, 2. İnönü Savaşı’ndan sonra, 1921 yılının Nisan ayında sol yanağında büyük bir çıban çıkan Büyük Önder, Sakarya Savaşı öncesinde de attan düşerek kaburga kemiklerini kırmış, ancak buna rağmen dinlenmesi yönündeki önerileri reddetmiş ve ordunun başında kalmıştı.

1923 senesinde ufak tefek kalp rahatsızlıkları geçirmeye başlayan Atatürk’ün bu rahatsızlıkları 1924’de 2 kez tekrarlamış, 1927’de enfarktüs şeklinde ortaya çıkmıştı.

HASTALIĞINA İLK TEŞHİS
Kuvvetli bünyesi sayesinde uzun seneler sağlık durumu düzgün giden Atatürk, 1936 Kasım’ı ortalarında bir gece geç vakit bahçeye çıkarak üşütmüş, ciğerlerinde kan toplanmasıyla oluşan ve yüksek ateşle seyreden bir hastalık daha geçirmişti.

1936 senesi sonlarında Atatürk’ün genel durumunda bir halsizlik başlamışsa da henüz sağlığından ciddi bir şikayeti olmamıştı. Ancak, 1937 başlarında görülen ve sık sık tekrarlayan burun kanamaları, karnı ve bilhassa bacaklarındaki kaşıntılar gibi belirtiler, kısa zamanda sonun başlangıcı olarak ortaya çıkmıştı.

Bu belirtilerle başlayan “karaciğer atrofik sirozu” denilen amansız hastalık, Ulu Önder’i çok sevdiği milletinden koparıp almıştı. Atatürk’e bu teşhisi ilk kez Dr. Nihad Reşat Belger 1938 yılının Ocak ayında koymuştu. Aydıntuğ, çalışmasında şu saptamalarda bulundu:


“Atatürk’ü muayene ve tedavi eden birçok doktorun, Atatürk’te 1937 senesi başlarında görülen burun kanamaları ve kaşıntıların karaciğer hastalığına bağlı olduğunu düşünmemiş olmaları hala tartışma konusudur. Atatürk’ün hastalığının geç teşhis edilmiş olması, sağlığında biraz düzelme olduğu zaman iradesine aşırı güveni yüzünden hemen ayağa kalkmak ve siyasi problemlerde görev başında olmak istemesi ve çalışkanlığı gibi faktörler Atatürk’ün hastalığını kısa zamanda geliştiren ve şiddetlendiren talihsiz sebeplerden olmuştur.”

ATATÜRK’ÜN AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI
“Atatürk’ün ağız sağlığını genel vücut sağlığından ayrı düşünmeden, O’nun savaş alanlarında geçirdiği stresli ve yorucu yıllar çerçevesinde düşünmeli ve değerlendirmeliyiz” diyen Aydıntuğ, ayrıca Osmanlı’ların son devresiyle yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde diş hekimliğinin durumunun da hesaba katılmasının önemine değinmişti.

Aydıntuğ, çalışmasında, Prof. Dr. Bedii Şehsuvaroğlu’nun “Atatürk’ün Sağlık Hayatı” kitabından, “Ulu Önder’in dişlerinden rahatsız olduğunu ve son senelerinde ağzında bir total protez taşıdığını, dişçisinin de 2. Abdülhamit’in dişçisi olan Musevi asıllı bir pratisyen Sami Günzberg olduğunu” aktarır.

Aydıntuğ’un çalışmasına göre, Enver Behnan Şapolyo’nun “Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi” ismini taşıyan kitabındaki “Fizyolojik Arıza” başlıklı bölüm ise şöyle:


“Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet’i ilan ettikten sonra ilk Reisicumhurluğa Atatürk’ü seçti. Kendisini Meclis’e davet ettiler. O gün bir nutuk verecekti. Fakat tarihi günde nutukların en kısasını verdi. Bunun sebebini Bayan Afet’e şu şekilde anlatmıştı:


(Ben sana bilmediğin bir şeyi anlatayım: Tarihi hadiselerin cereyanı arasında, bazen fizyolojik arızalar mühim rol oynarlar. Tabiat ya mani olur yahut yardım eder. Cumhuriyet’i ilan etmek lazımdı. Hadiselerin seyri bunu icap ettiriyordu. Meclis’te münakaşalar cereyan ederken beni davet ettiler. O heyecanlı celsede söz söylemek benim aradığım işti. Uzun söz söyleyemedim. Cumhur reisi seçildiğim zaman Meclis’te söylediğim nutuk da en kısa beyanatlarımdan biridir. Neden? Çünkü dişlerimi yeni çektirmiştim. Yeni yapılan dişlerim tecrübe devresinde idi. Söz söylemeye başladığım vakit ya ıslık gibi bir ses çıkıyor, yahut da ağzımdan düşüyordu. Bu sırada yapılacak hiçbir çare yoktu. Bu tabii hadise siyasi hayatımın en mühim safhasına, böylece bir mani teşkil etti. Kim bilir, uzun söylemediğim belki de isabetli olmuştur.)”

“EN TEHLİKELİ ZAMANLARDA BİLE MUHİTİNİ YÜREKLENDİRİRDİ”
Aydıntuğ’un çalışmasında, Niyazi Ahmet Banoğlu’nun “Nükte, Fıkra ve Çizgileriyle Atatürk” adlı kitabındaki, Atatürk’ün hastalığının son dönemlerinde yaşanan bir olay Dr. Mim Kemal’in ağzından şöyle aktarıldı:
“Bir gün muayenehanemde hastalarımla meşgulken telefonda Neşet Ömer, ‘Ufak bir arıza oldu. Kan dondurucu ilaçları alarak saraya gel’ diyordu. Telaşla bu ilaçları eczaneden yaptırarak saraya koştum.

Diş protezi, diş etinde bir et kabarıklığı yapmış, dişçi arkadaşımız hastalığının esasını ve bu hastalıkta kan durmasının müşkülatını bilmediği için bu kabarık eti kesmiş ve koparmış. Müthiş bir kanama olmuş. Dişçi korkmuş, benim hemen çağrılmam gerektiğini söylemiş. Bir taraftan yapılması icap eden tedbirlerini tatbik etmeyi unutmamış, kan durmuş. Atatürk, en tehlikeli zamanlarda bile muhitini yüreklendirirdi. İşte bu defa da etrafında telaş edenlere sükunet tavsiye etmek suretiyle itidalini muhafaza ediyordu. Hem de ehemmiyetsiz bir müdahalenin beklenilmeyen bir neticesi karşısında telaş eden, korkan dişçiyi yüreklendirmiş. Ben geldiğim vakit kanama tamamen durmuştu. Tamponun kaldırılmasına ihtiyaç yoktu. Onu yerinde bıraktık. Ondan sonra kanama tekrarlamadı.”

Atatürk 1935 yılında ise ağrıyan dişi için çağırdığı diş hekimi Ziya Cemal Büyükaksoy’a “Ne yapmak lazım geldiğini” sorar.

Büyükaksoy’un boynunu bükmesi üzerine durumu anlayan Atatürk, “Çek öyle ise, beni bir an evvel şu ıstıraptan kurtar” der. Büyükaksoy ağrıyan dişi çeker ve yerini diker.

LİDER-HEKİM İLİŞKİSİ
Ayduntuğ’un çalışmasında, 3. Uluslararası Atatürk Sempozyumu’nda “Atatürk’ün Genç Yaşta Ölümüne Neden Olan Hastalığının, Günümüze ve Geleceğe Yönelik Lider-Hekim İlişkileri Açısından Değerlendirilmesi” başlıklı bir bildiri sunan Dr. Mehmet S. Bayraktar’ın şu tespitine de yer verildi:
“Lider-hekim ilişkilerindeki zorluğun ve çekingenliklerin, geçmişe ait bu acı örneği unutmayarak, günümüzde ve geleceğe yönelik ilişkilerde büyük sorumluluğun tıp doktorlarına ait olduğunu düşünüyor, bunun siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda ülkeyi etkilediğine inanıyorum.”

aa
Yayın Tarihi : 10 Kasım 2007 Cumartesi 21:03:42
Güncelleme :10 Kasım 2007 Cumartesi 21:05:51


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?