22
Mayıs
2024
Çarşamba
YAŞAM

Bu ülke sırtlanlara kalacak!

Prof. Ünsal Oskay’ın, ülkenin geleceğinden pek umudu yok. “Bu gidişle ülke sırtlan zekası taşıyanlara kalacak. Yani hırsızlara, ahlaksızlara, az düşünen insanlara... 

20 yıl sonra İTÜ’den bir Turgut Özal, bir Süleyman Demirel bile çıkmayacak” diyor. Üstelik Demirel’in bu ülke insanının hayatını ‘Millete plan değil, pilav lazım’ diyerek melodrama çevirenlerin başında olduğuna inanan biri olarak...

Aşkla başladık sohbetimize, söz bitmek bilmedi. Çünkü Yeşilçam filmi çevirmedik, hayattan bahsettik aslında. Tek düzelik, boş idealler, umutsuzluk için bir ilaç olsun diye... Hoca bu ilaçtan içmeye çalışıyor, kendi deyimiyle fazla kaybedilmiş bir zamanın ardından. Bu yüzden sıradan evlilikleri dobra dobra analiz ettiğinde özellikle feministler çok bozuluyor. Oysa o kimseyi kızdırmanın derdinde değil, küçük mutluluklar peşinde. Zira şu an gelecekten pek umudu yok. O yüzden olabildiğince dalgaya almaya çalışıyor hayatı, bir nebze olsun katlanabilmek için... Ekrana bakarken hayret içinde kalıyor, kim bu insanlar diye... “Ne anneme, ne babama benziyorlar. Yılışık yılışık üç beş erkek... Seda Sayan’dan tencere dilenen kadınlar” diye tarif edebiliyor onları. Bu değişimi anlamakta zorlanıyor, aslında anladığını sohbetin sonunda anlıyoruz. Bir nebze olsun umut peşinde. “Bu gidişle bizden sonra bu ülke sırtlan zekasına sahip, acımasız, fikri olmayan insanlara kalacak” diyor Beykent Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Ünsal Oskay... Bu kadar mı kara tablo? Ona göre ortada tablo falan yok, berbat bir karikatür var. İşte size bu kara tabloyu özetleyen bir cümle; “Eskiden Yeşilçam trajedileri vardı. Hani, baba karşı çıkar ama evin kızı triko atölyesinde işe başlar. Sonra atölyedeki şefin metresi olur, baba bunu hazmedemez. Kızı evden kovar, dertlenir, kızının adamdan aldığı harçlıkla eve getirdiği rakıyı içer... Aslında o baba da o herifin metresidir. Bu Yeşilçam trajedisiydi. Millet olarak bunu da aştık artık. Öylesine haysiyetsiz ve bilgisiziz ki trajedide bile rolümüz yok. Bu hayatımıza melodram yakışır!” O üzülüyor, ben üzülüyorum... Gülüp eğlenerek başlayan sohbet, hüzünle noktalanacakken, gülümsüyor; “Ne mutlu ki üzülebiliyoruz. İnşallah başkaları da üzülür. Üzülebilmemiz elimizde kalan son umut!” diye küçük umutlar yüklü bir son nokta koyuyor...

Artık kadınlar Saatli Marif Takvimi bile okumuyor. Durum bu! 

Öyle bir noktaya geldik ki, babalar kızlarının kötü yola düşmesine bile göz yumabiliyor. Ne oluyor bize hocam? 

Anlatacağım... Bir Türk filmiyle... Genç kız, annesi ve yaşlı baba... Süleymaniye’deki ahşap evlerden birinde oturuyorlar. Adam da dertten mertten rakıcı olmuş. Dolayısıyla içen bir adam... Adam emekli, geçinemiyorlar. Kız Cağaloğlu’nda trikotaj atölyesinde çalışmak istiyor. Baba istemiyor. Bağırıyor, çağırıyor; ‘Kötü olur’ diyor. Anne, ’Ama komşunun kızı Feride gitti, bir şey olmadı’ diyor. Sonunda zorla izin veriyor. Ama adamın korktuğu şeyler de olmaya başlıyor. Kız atölye şefinin metresi oluyor. Adam kızını evden kovuyor. Kız o adamın metresi olarak yine fakir bir evde yaşamını sürdürüyor. Ama haftada bir gün, iki gün babası yokken eve geliyor, annesi için para bırakıyor. Babası için de rakı... Baba o rakıyı içiyor! Bu nedir? Kız metres. Herif ne? Herif de metres. Atölye şefinin metresi. Bunları böyle düşünmek lazım. Anlatabiliyor muyum?

Ya günümüzde? 

O 20 sene önceki Türk filminde bu bir trajedi olarak veriliyordu. Şimdi işin trajik boyutu değişti. Melodram başladı.

Artık herkes kısa yoldan dansöz olmak istiyor... 

Televizyon programlarına bakıyorum. İzleyici diye toparlanıp getirilmiş pek çok insan... Hiç birisi artık anneme benzemiyor. Bunlar nereden çıktı? Anneme benzemiyor, teyzeme benzemiyor, babama benzemiyor... Oradaki yılışık yılışık üç beş erkek tipi amcama, babama hiç benzemiyor. Bana da hiç benzemiyor. Ki ben oldukça hafif meşrep bir adamım, bu hayata katlanabilmek için, başka bir yöntem bulamadığım için... Aslında ben hiç de öyle fazla sulu bir herif değilim. Ciddi bir insanım. Toplumun durumu bu... Artık anneme benzeyen kadınlar kalmadı ortada. Bir de kendilerini savunuyorlar. “Buraya geliyoruz, Allah Seda Sayan’dan razı olsun. Tencere veriyor, halı veriyor, bilmem ne veriyor” diye...

Herşey para oldu değil mi? 

“Yahu” dedim, “Seda Sayan’dan tencere mencere bekleyeceğinize, 20-30 yıl önce kocanızın iyi sendikacı olması için, sendikaya üye değilse, üye olması için elinden tutsaydınız, şimdi tencereniz olmayacak mıydı? Niye öyle yapmadınız?” Ali Kırca da bozuldu.

Siyaset Meydanı’nda mı söylediniz? 

Evet. 8 Mart Dünya Kadınlar günüydü. Ali Kırca, “Gel hoca” dedi. Gittim. 200 kadın üstüme saldırdı. Bana çok kırıldılar. “Sen bizi sevmiyorsun da, işte bilmem ne de... Biz okuyoruz da...” Baktım; “Ne okuyorsunuz?” dedim; “Eskiden Saatli Marif Takvimi okunuyordu. Bugün şu çorbayı mı yapalım, bu çorbayı mı diye... Şimdi o takvim de yok ortada. Ne okuyorsunuz?”

Böyle mi düşünüyorsunuz gerçekten? 

Aynen...

Bütün bunlar yaşanırken, gözümüzün önünde Afrika’daki bebekler de açlıktan ölüyor... 

Onun sebebi şu; sermaye kendine çeki düzen veriyor. Ama tabii böyle çeki düzen verirken ne olacak? Afrika’daki insanların açlıktan ölmesi sistemin rasyonalize hale gelmesi için belki gerekli. Yüksek harcama düzeyi, yüksek üretkenliği olan toplumsal sistemler, iyi eğitim görmüş az sayıda insanla, çok iş, çok değer yaratacak. Türkiye’deki, Afrika’daki insanların çoğunun varlık nedeni şu anda tüketici olarak onlara ihtiyaç duyulması. Bir süre sonra belki dünyanın gelişmiş ülkelerinin kabul edebileceği yeni tüketim şekilleri çıkacak. Bugün günlerden ne? Cuma. Ee, o zaman sağcı olmak lazım... 

Bilim adamları, ‘50 bin yıl sonra dünyada iki tür insan olacak. Güzeller ve zenginler, fakirler ve çirkinler’ diyor... 

Yok. Bu iyimser bir saptama. Sağlıklı, refah içinde, güzel insanlar bir yerde olacak, öbürleri neredeyse hiç olmayacak.

Karamsarsınız... 

Sosyal bilimci karamsar olmaz. Olacak olan o. Bu güzelim Hindistan’da o fakir insanları nasıl eğiteceksin, nasıl doyuracaksın, ne yapacaksın? Bugün Hindistan’da 200 milyon insan İngilizce, Almanca biliyor, bilgisayar biliyor. Gerisi ise hiçbir şey...

Ama Hindistan için Kanada ve Çin’le birlikte dünyanın yeni güçleri olacak deniyor... 

İşte 200 milyon insan ayrı olacak. Hindistan’ın nüfusu 1 milyarı geçti. Geride kalan 800 milyona lüzum yok. Sistemin rasyonalize edilmesinde bu insanlar ayak bağı oluyor. Onları halledecekler.

Nasıl halledecekler? 

Açlıkla! Bedenler zayıflayınca öksürük hastalığı salgını çıkacak, öksürürken ölecekler.

Yani kuş gribi salgını gibi bir şey çıkacak... 

Evet. Bizde de bu salgınların etkisi olacak, bir de biz trafikte araba kullanma biçimimiz sayesinde eleneceğiz.

Hızlılar mı ölecek o zaman? 

Hayır. Hızlılar, hırsızlar ve ahlaksızlar ayakta kalacak. Sistem, mantık, geometri diye ısrar eden, benim gibi adamlar da temizlenecek ortadan.

Zaten temizleniyor... 

Her gün üniversiteden eve gelene kadar üç-dört defa yüreğim ağzıma geliyor... Soldaki şeridi takip ediyorum ama adamın sağdan bana doğru direksiyon kıracağını tahmin edemiyorum. Adam üç şerit sağdan en sola geçiyor. Aniden, hızla... Bugün kaç defa içimden ‘Hay orospu çocuğu!’ diye küfrettim.

Türkiye’de doğal seleksiyon böyle olacak yani? 

Evet. En sonunda az okumuş, az düşünen, aklı sorunlar karşısında çok değişken olmayan, aynı anda düşünüp de bir senteze varabilen değil, kalıplarla düşünen, yırtıcı, akıllı değil, kurnaz insanlar kalacak hayatta. Onlara ne diyoruz? Hayvani zekalı, sırtlan gibi insanlar... İşte onlar kalacak. 20 sene sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Süleyman Demirel gibi, Turgut Özal gibi adamlar bile çıkmayacak. Daha seri düşünen, daha çabuk darbe yapan, daha çabuk rakibini, en yakınındaki arkadaşını hiç beklemezken aldatabilen inanılmaz adamlar gelecek. Ve şimdi, mesela benim kuşağımdan 10 yaş daha genç olanlar soldan sağa 20 yılda geçtiler... Çok yakın bir zamanda insanlar 20 günde soldan sağa, 20 günde sağdan sola geçecekler. Ve herkes bunu olağan sayacak. “Eee salı günleri solda olmak lazım. Bugün ne? Ramazan Bayramı. O zaman sağda olmak lazım.” Benim gibi, “Ayy ben neredeydim? Ne tarafa gitsem?” gibi kararsızlar kalmayacak. “Dün buraya gelirken sol tarafta bir bahçe vardı. O bahçe neredeydi?” diye düşünenler de zaten dönüp dolaşacaklar. O mahalleden bu mahalleye, öbür mahalleden öteki mahalleye... Bütün bunlar neyi gösteriyor? Hayvani zekayla hareket ediyoruz biz. Sırtlan zekasıyla... 





Mine ŞENOCAKLI/vatan
Yayın Tarihi : 4 Ocak 2007 Perşembe 09:32:19


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?