Bahattin Çağdaş, Türkiye'den Londra'ya yerleşen gazetecilerden... Eski Akşam gazetesi muhabiri, şimdilerde Londra'da kendisine yeni bir yol, ikinci bir hayat kurma mücedelesi veren Bahattin Çağdaş'ın yolu bir aralar Küba'ya düştü..
Bahattin Çağdaş, kenthaber için Küba izlenimlerini kaleme aldı.. İlgiyle okuyacağınızı umarız..


HER ŞEYE RAĞMEN ABD’YE DİRENEN ÜLKE...
Küba, lideriyle, rejimiyle, ABD’ye karşı duruşuyla dünyanın en ilginç ülkelerinin başında geliyor.
Amerika’nın dünyanın her yerine burnunu soktuğu bugünlerde, hemen yanındaki Küba’ya dokunamaması durumu Küba adına daha da anlamlı kılıyor.

Amerika, Türkiye’ye binlerce kilometre uzaklıkta, arada kıtalar ve okyanuslar var.
Ama 50 yıldır içimizde uyguladığı kontrol politikalarıyla bizim ayağa kalkmamıza izin vermedi.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, bir takım oyunlarla geldi Irak’a çöreklendi ve bize “komşu” oldu, uçaklarıyla sınır ihlalleri bile yapmaya başladı.

Ve ordan bize neler yapıp yapmadığımız konusunda küstah talimatlar vermeye devam ediyor.
Tabiki geldiğimiz noktadan kendimiz sorumluyuz.

Burda hatırlatılması gereken nokta her şeye rağmen Küba’nın onurlu duruşu.
Yine bizim baş belamız olan, içimizi karıştıran, senelerdir ekonomimizi kontrol altında tutan IMF’yle, ilişkisi olmayan ve haliyle borcu da olmayan ender ülkelerden biri Küba.

Kendi parasının değerini kendi ayarlıyor, kimseden icazet almadan.
“Paramın değeri ABD dolarıyla eşittir” demiş ve uygulamaya koymuş. Kimse de itiraz edemiyor.
Konu Küba olunca kendimi tutamadım bu girişi yapmak zorunda kaldım.
Yukarıdaki değinmeler başlıbaşına bir yazı konusu.
Aslında amacım sizlerle bir süre önce bulunduğum Küba ile ilgili izlenimlerimi paylaşmak.
Fakat ülkemizin içinde bulunduğu sıcak günler ister istemez konuya böyle başlamama neden oldu.

Küba gezisinde niyetim Fidel Castro ölmeden bu ilginç ülkeyi çıplak gözle görmek ve insanlarıyla mümkün olduğu kadar yüz yüze konuşmak, imkan dahilinde gözlem yapmaktı.
İkincil amaç olarak da Londra’nın bulutlu, kapalı havasından bir süre de olsa kurtulup gökyüzünün hep mavi olduğu Karayiplerin bu meşhur adasında güneşle buluşmaktı ..
Pasaportlarında Küba vizesi olanların ABD’ye girişlerine izin verilmediği için. Küba vizeleri pasaporta vurulmuyor. Ayrı bir kağıt olarak veriliyor. Küba’ya gitmek isteyen ABD’liler ise doğrudan değil Kanada üzerinden gidiyorlar.

Yaklaşık 10 saatlik bir uçak yolculuğundan sonra Küba’ya varıyorsunuz. Kışın ortasında yazı görmek insana farklı bir sevinç veriyor. Uçak Karayip adaları üzerinde seyrederken pilotunuz altınızda uzanan sağlı sollu yeşil Karayip adalarını size anlatmaya çalışıyor.
Havaalanı girişinde kişilerin ve pasaportların uzun uzun incelenmesinden “Sıkı, otoriter” bir ülkeye geldiğinizi hissediyorsunuz. Ama havaalanının kapalı alanında sigara içilmesine şaşırıyorsunuz.
SSCB’nin yardımı kesildikten sonra bir süre sıkıntı yaşayan Küba, çözümü 2001 senesinde kontrollü olarak turizme açılmakta bulmuş. Küba’nın sembolü haline gelen eski Amerikan arabalarının yanı sıra turizme hizmet eden yeni model arabalara da rastlıyorsunuz.
Yol boyunca belli aralıklarla bulunan polislere karşı, şoförler hoş bir dayanışma içinde birbirlerini dikkatli olmaları için işaretlerle uyarıyorlar.

Yol kenarında otlamaya çalışan büyük baş hayvanların zayıflıkları dikkatinizi çekiyor.
TURİZM DENGELERİ BOZMAYA BAŞLAMIŞ

Avrupa’nın soğuk halkından sonra Küba’nın sıcakkanlı, güler yüzlü insanıyla karşılaşmak kişiyi mutlu edip rahatlatıyor ve Kendi Türk insanını görmüş gibi oluyorsun. Fakat turizmle kıyısından köşesinden ülkeye giren kapitalizmle tanışan bir kısım Küba halkı bizim gibi bozulmaya başlamış
Turizm sektöründe çalışanlarla diğer kesimler arasında gelir makası açılmaya başlamış.
Devlet parayı sıkı takipte tutsa bile bir şekilde yastık altında saklanabiliyor.
Gelen turistler, mütevazı standartları değiştirmiş dengeleri bozmuş. Turistler gibi marka ve lüks giyinebilme, onların eşyalarına sahip olma hevesi gençler arasında yayılmaya başlamış.
Bazı hoş olmayan davranışlara da ister istemez rastlıyorsunuz.
Size arkadaşça yaklaşan birinin bir süre sonra niyetinin taklit puro satmak olduğunu, balkondan mayonuzun çalındığını, sizde görüp beğendiği bir çantayı ısrarla istediklerini, otelden ayrılırken “bazı eşyalarını bana bırakır mısın” tekliflerine rastlıyabiliyorsun.
Bazı gençler yurtdışına çıkmayı arzuluyor. Vize almak için her yolu deneyenler var. Bazıları kadın kılığında vizeye başvuruyormuş.
Avrupalı tropikal Küba ikliminde yaşamayı, Kübalı ise soğuk ülkelerde yaşamayı tercih ediyor.

DÜZ İŞÇİ 15 DOKTOR 25 DOLAR
Turizm sektöründe çalışan bir çok eleman zamanında SSCB’de ve sonra Rusya’da eğitim görmüş. Rusça hala okullarda okutuluyor.
Küba’da iki para birimi var birisi Küba pezosu, bir de değiştirilebilir pezo. İkinciyi ABD’dolarına eşitlemişler. Küba doları diyorlar. ABD doları Küba’da döviz olarak kabul edilmiyor.
Turistler ABD dolarına eşit Küba pezosuyla alışveriş yapabiliyor.
Düz işçiler ayda 15 Küba doları, kalifiye olanlar(Doktor, mühendis vs) ise 25 Küba doları kazanıyor.
Bu nedenle bir çok kalifiye eleman daha fazla kazanabilmek için kariyerlerini kenara bırakıp turizm sektöründe çalışmayı tercih ediyor.
Zaten size yaklaşımlarından, kısıtlı da olsa sohbetlerinden, yaptıkları zekice şakalardan rafine insanlarla muhatap olduğunuzu anlıyorsunuz.
Londra Madame Tussaud müzesinde Fidel Castro’nun balmumu heykeliyle çektirdiğim fotoğrafı gösteriyorum tepki ölçmek için. Çok hafif bir şaşırmadan sonra anlıyorlar. Öyle ulaşılmaz biri olarak görmediklerini hissediyorsun. Castro’nun hasta olmadan önce, randevu alan turist guruplarla görüştüğünü, turistlere gazetecilerden daha rahat randevu verdiğini söylüyorlar.
Fidel Castro dava arkadaşı Che Guevara’yı kendinden daha ön plana çıkarmış. Okullar Che marşlarıyla başlıyor, ders kitaplarında bir kahraman olarak okutuluyor. Che Guevara meydanı, resimleri Castro’yu adeta ikinci planda bırakmış. Castro’nun bu tutumu insanı düşündürüyor. Vefakarlık mı, borç ödeme mi, ölene saygı mı yoksa başka nedenler mi?
Halk, Fidel Castro’nun ölümünden sonra Küba’nın bir çok şeye gebe olduğunu her fırsatta dile getiriyor.
Biraz da bunun içten içe bir temenni olduğunu hissedebiliyorsunuz. Bu “temenni” üzüntüyle karışık sizi şaşırtıyor.
HAVANA’MI SULUKULE Mİ?
Havana’da (La Habana) rehberlerin size ilk uyarısı kapkaça karşı dikkatli olmanız.
Tarihi dökük binalarıyla Havana adeta eski yüzyıllarda donmuş kalmış bir şehir havası veriyor.
Bu havayı cıvıl cıvıl insanlar dağıtıyor. Kapı önlerinde oturan, hayatı, fakirliği, çevrenin pisliğini umursamadan keyiflerine bakan insanları görünce bir an “acaba Sulukule’de miyim ?” diyorsunuz.

TIR’dan bozma ucube otobüsler 120-150 kişi alıyor. Dolmadan da kalkmıyor. İçerisi adeta insan seli. Göz göze gelmeden insanları kaçamak gözlerle izlemeye çalışıyorsun, kabullenmişliği görüyorsun.
Beyazsaray’ın benzeri Capitalio önünde resim çektirirken Türk olduğumuzu öğrenen bir kaç Kübalı bize hemen Hakan Şükür ve Galatasaray’ı sordu. Beyzbolun birinci spor olduğu, futbolla fazla ilgisi olmayan dünyaya kısmen kapalı bu ülkede bunu duymak hoşumuza gitti.
Özellikle Havana son yıllarda seks turizmiyle anılır oldu. Öyle bir takım “model, manken” sıfatlarının arkasına saklanmadan kendilerini net olarak ortaya koyan kadınlara caddelerde rastliyorsunuz.
Kayserili işçilerin turizmi
Havana’da bir pazarda aralarında Türkçe konuşan bir guruba rastlıyoruz, aralarında “Şurda daha ucuz” diye hararetli konuşurlarken uzaktan şaka babında sesleniyorum.

Kayseri’de bir çimento fabrikasında çalışıyorlarmış. Ama bizi gördüklerine pek memnun olmuyorlar.
“Başka gün öl” James Bond filminin çekildiği Havana Kalesi’nde ise 2 genç Türk doktora rastlıyoruz.

Bu kez onlar bizi farkediyor, ayak üstü sohbet ediyoruz. Diğerlerinin aksine bu arkadaşlar memnun oluyor.
bahacagdas@yahoo.com.tr
bahattin Çağdaş/kenthaber
Yayın Tarihi :
7 Haziran 2007 Perşembe 14:58:28
Güncelleme :7 Haziran 2007 Perşembe 15:40:08