28
Mayıs
2024
Salı
YAŞAM

Elde kürek karları kürüyen dekandı

Milliyet gazetesinden Melis Alphan'ın Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi  eski Dekanı Hüsamettin Koçan'la yaptığı röportaj şöyle.... 

Ben Profesör Hüsamettin Koçan'ı yeni tanıdım. Bu röportajdan önce bir kere görüşmüştüm, bu röportajla iki oldu. Hani şu efsanevi hocalar vardır, namları öğrencilerinin dillerinde yürür. Tanımasanız da birilerinden dinleye dinleye hayranı olursunuz. İşte Koçan da böyle biri. Konuştukça ona hayranlığınız artıyor, o konuşma hiç bitmesin istiyorsunuz. Ben her iki görüşmede de birkaç saatin sonunda onun vaktini daha fazla çalmamak için kalkıp gittim. 

Dokuz yıl Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde (MÜGSF) dekanlık yapan ve geçtiğimiz günlerde görevi sona eren Koçan, bu fakülteyi dünyaya açtı ve hayallerin ötesinde bir konuma taşıdı. Şimdi önümüzdeki yıl açılması planlanan İstanbul Moda Akademisi'nin direktörü. Ama kendi deyimiyle "hayatının en büyük, en uçuk ve en avangard projesi", memleketi Bayburt'taki Baksı köyünde kurduğu müze. Kimilerine göre o bir çılgın, sırf bu yüzden.

Bayburt'tan İstanbul'a okumaya geldiğinizde "Köyden indim şehre" durumunuz oldu mu? 

İlk yıl kantine hiç gitmedim çünkü kızlardan utanıyordum. Yine ilk yıl sınıftaki tartışmalar nedeniyle popülaritem arttı. Bir derste hoca, Michalengelo'nun heykellerinin mimariyle uyumlu olduğunu söyledi. Ben de dedim ki: "Bu görüşe katılmıyorum. Böyle hırslı bir adam mimariyi hesaba katmaz. Mimari ancak ona uyabilir." Tartışma çıktı. Hoca "Haklısın" dedi. O yıl gördüm ki bu çocuklar bir şeyler okumuşlar. Köye gittim, kitapları okumaya başladım. Annemin ilk sorusu "Sınıfı geçtin mi?" oldu. Kitap okumayı ders çalışmak sandığı için "Ya bu çocuk galiba sınıfta kaldı" diye düşünmüş. Desenimi geliştirmek için kardeşimi çıplak model olarak kullanıp resmini yapıyordum. Annem buna da çok şaşırdı. Okula sonuncu girdim, ilk yıl sonunda birinciydim.

İstanbul'a öğrenci olarak gelmeye nasıl karar verdiniz? 

Babam mühendis olmamı istediği için İstanbul'a mühendislik okuluna geldim. Üçüncü sınıfta mühendis olmak istemediğime karar verdim. Tatbiki Güzel Sanatlar'da resim bölümüne başladım.

Güzel sanatlar okumak istediğinizi nasıl fark ettiniz? 

Üniversite öncesinde bir yıl boş gezdim. O yıl resim yaptım. Mühendislik okulundayken mühendisliğin mantığı ve ufkunun beni heyecanlandırmadığını gördüm. Yaratıcı alan beni çekiyordu.

Okulunuz size çok şey kattı. Galiba eşinizle de orada tanıştınız. 

Okuldaki kız arkadaşlarımız mahcubiyetimizin farkındaydılar ve bizi eğittiler. Gülşen ve Nazan adlı iki arkadaşımız komplekslerimizden arınabileceğimiz kadar bize dostça davrandılar. Öğrenci cemiyeti başkanlığım sırasında okula giriş kursları düzenliyorduk, eşimle orada tanıştık. Barbaros adlı arkadaşım "Artık sana birini bulmamız lazım" diye karar verdi ve Oya'yı o buldu. Uzun süre flört ettik. Sonra işi resmileştirelim dedik. Babam çok iyi davrandı bana. Abim Oya'yla ilişkimizi onaylamadı çünkü onu "tango" buldu.

Tango ne demek? 

Kısa etekli, boyalı.

"Hayatımın en uçuk ve avangard projesi" 

Siz sanatçıların gönlündeki kültür bakanısınız. Politikaya atılmayı düşünüyor musunuz? 

Politikanın kulvarına giremem. Özerkliğime çok düşkünüm. Bizim partiler sistemi özerk insanı genel başkan olarak kabul eder, onun dışındakiler özerk değildir. Onun için böyle bir yapı içinde belli bir yere gitmek akıl kârı gözükmüyor. Ama bir gün birileri "Gel, kültür bakanı ol" dese isterim. Türkiye'nin kültür problemleriyle yakından ilgilendim. Bayburt'un Baksı köyündeki müze projesi buradan doğdu. Projeye yabancılar ilgi gösteriyor.

Ne zaman tamamlanıyor? 

Eylülde ana binamız tamamlanıyor. Bunu İstanbul'da yapsaydım muhteşem olmazdı. Onu muhteşem kılan, kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde olması. Burası müze ve kültür merkezi. İsmi Baksı Müzesi Halk Sanatları Araştırma Uygulama Merkezi. Hayatımdaki en büyük, en avangard ve uçuk projedir. n

"Kantinin ve laboratuvarların yönetimini öğrenciye vermek istedim ama yapamadık"

Sizin mezun olduğunuz Tatbiki Güzel Sanatlar nasıl bir okuldu? 

1968'de okul kuruluna katılma hakkı almıştık. Ertesi yıl müdürlük seçiminde biz temsilciler oy kullandık. Dekan ya da rektör seçiminde oy kullanmak bugün hiçbir öğrencinin aklından geçmez. Biz böyle demokratik bir ortamda yetiştik.

Dekanken MÜGSF'de öğrencilerinizle ilişkileriniz nasıldı? 

Normal hocayken olağanüstüydü. Haftanın iki günü dersim vardı, yetmiyordu. Telefonlaşıyorduk, özlüyorduk birbirimizi. Dekan olunca sorumluluk alanım genişledi, öğrenciyle ilişkim bu kadar yüz yüze olmaktan çıktı. Ama her zaman eşitlikçi oldu. Öğrenci sizi taze tutar. Geçenlerde bir arkadaş "Bastonun nerede?" dedi. Öğrenciyle beraber olursanız bastonunuz olmaz.

Okulda yapmak isteyip de yapamadığınız ne oldu?
 
Okulun kantininin ve laboratuvarlarının yönetimini öğrenciye vermek istedim ama yapamadık.

Okulda yaptığınız en büyük değişiklik neydi? 

Kurduğum danışma kurulları aracılığıyla hem yeni teknolojiden hem uluslararası ilişkilerden hem de sektörel birikimlerden yararlandık. Halka yönelik eğitimler başlattım. "Üniversite kültür merkezi, herkes girebilmeli" dedik. 11 galeri açtık. Yurtdışında 26 kurulla işbirliği sözleşmesi yaptık. Öğrenci göndeririz, öğrenci gelir; öğretim üyesi göndeririz, öğretim üyesi gelir. Yabancı dil hazırlık sınıfını açmak, kredi transfer sistemine geçmek önemli projelerimdendir. Bunlar üniversitemizi bir dünya üniversitesi haline getirdi. Öğrencimiz dünya öğrencisiyle tanıştı ve temas kurdu.

"Zamanı geldiğinde insanlar geri çekilmeli"

Dekanlık süreniz boyunca sizi en çok heyecanlandıran ve üzen olay ne oldu?
Bir gün bir öğretim üyesi arkadaşımız aşağı doğru koşuyordu. "Çatıdan öğrenci düşmüş" dedi. Parçalanmış bir öğrenci göreceğimi düşünerek aşağı koştum. Çocuk "Hocam ben iyiyim, bir şeyim yok" dedi. O gün oradaki 2 bin kişiden sorumlu olduğumu anladım. Fakülteden ayrıldığım gün benim için bir ayrılık yemeği düzenlendi. Herkesin yazdıklarını okudum, çok etkilendim. 67 arkadaş oturup benim için bir resim yapmışlar, öğrenciler bana boyalı bir önlük hediye etti. Anıları yoksa mekanlar, hele koltuk hiçbir şeydir. Bu tür duygularla ayrılmış olmak insanı daha derinlikli yapıyor. Bence dokuz yıl çok uzun bir süre. Demokratik yapının oluşabilmesi için bu tür patronajların kökleşmemesi lazım. Zamanı geldiğinde insanlar geri çekilmeli.

Karları küreyen dekan

Nazan Erkmen (MÜGSF Dekanı): "Değerli hocamı tanımaktan büyük bir onur duydum. Devamlı olarak üreten, bir işten diğerine yetişmeye çalışan, büyük hedefleri olan bir lider tanıdım. Şimdi uluslararası bir kuruluşu yönetiyor. Umarım günün birinde Kültür Bakanlığı'nı yönetir, ülkeyi zirveye çıkarır."
Defne Alphan (MÜGSF mezunu): "Hüsamettin Koçan benim için bizim okulun gelmiş geçmiş bir numaralı hocası! Okulu gerçek bir güzel sanatlar fakültesine dönüştürdü. Soğuktan ellerimiz donduğu için desen yapamadığımız, yaptıklarımızı asacak temiz bir duvar bulamadığımız atölyelerden oluşan okulu, harika bir sergi salonu, bilgisayarlar ve pırıl pırıl atölyelerle donattı. Okul uluslararası bir fakülte oldu, bizi yabancı okullara yolladı, yabancı okulları bizim okula getirdi. Bize bir "Güzel Sanatlarlı" olmanın gururunu, farkını yaşattı. Madem okuldan emekli oldu, onu şimdi de kültür bakanı olarak görmek istiyorum! Bu ülkeye çok şey katacağına eminim…"
Fatma Batukan (2003-2004 Öğrenci Temsilcisi): "Bu okulun öğrencisi olmaktan hep gurur duydum; kar yağdığında gece gelip dalları kırılmasın diye ağaçları silkeleyecek, sabah eline küreği alıp kapıdaki karları küreyecek kadar bu kurumu seven bir dekanımız olduğu için kendimi şanslı saydım."

Hocanın yeni girişimi

"İTKİB'in yürüttüğü bir Avrupa Birliği
projesi olan İstanbul Moda Akademisi'nin direktörlüğünü üstlendim. Burası Londra'daki London Institute modeli bir okul. Türkiye artık marka yaratma aşamasına geldi. Marka yaratabilmek için Türkiye'nin eğitim kurumlarına ihtiyacı var."
Milliyet Pazar
Yayın Tarihi : 9 Temmuz 2006 Pazar 13:35:18
Güncelleme :9 Temmuz 2006 Pazar 14:44:02


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?