22
Mayıs
2024
Çarşamba
YAŞAM

Geçmişi sorgulayan diziler

Türkiye’nin bambaşka bir güne uyandığı 27 Mayıs sabahının, bireylerin hayatında yaptığı sarsıntıları, bıraktığı izleri Hatırla Sevgili’de Yasemin ile Ahmet’in yaşamlarında izliyoruz.

70’li yılların Türkiye’sindeki kaos ortamında ailelerin, gençlerin geçirdikleri süreçleri zengin aile kızı Yurdanur ile anarşist genç Mehmet’in hikâyelerinde Çemberimde Gül Oya’da bir kez daha görmüştük. 

Bir eylül sabahı gerçekleşen 80 darbesinin kuşaklarda bıraktığı izleri Babam ve Oğlum’da eski bir devrimci olan Sadık’ın hikâyesinde bir kez daha hissettik. Önümüzdeki hafta gösterime girecek olan Zincirbozan filmi ile de beyazperdede gazeteci Abdi İpekçi suikastı ile başlayarak 12 Eylül 1980 askerî müdahalesine kadar tırmanan terör olaylarını, ordunun yönetime el koymasını ve o süreçte yaşanan; fakat fazla bilinmeyen ayrıntıları izleyeceğiz. Daha önce siyasî romanlarda kişisel hikâyeler çerçevesinde sunulan yakın tarihe dair olaylar son dönemde beyazperdenin ve televizyonun vazgeçilmez konuları arasında yer alıyor. 

Arka arkaya sunulan yapımlar adeta tarih hafızamızı tekrar tazeliyor ve geçmişin aslında daha geçmediğini göstererek o dönemlerle yeniden yüzleşmemize zemin hazırlıyor. Tarih merakımızı tarih kitapları ile değil daha çok siyasi romanlarla ya da anı kitapları ile gideriyoruz. Zira tarihi insanların hikayelerinden okumak ve anlamak, ağır tarih kitaplarının sayfalarını çevirmekten çok daha cazip geliyor okuyucuya.

Son dönemde ise özellikle yakın tarihi, sinema filmlerinde ya da televizyon dizilerinde izliyoruz. Vizontele, Babam ve Oğlum, Beynelmilel, Eve Dönüş, Hatırla Sevgili, Kırık Kanatlar, Köprü, Çemberimde Gül Oya, Hacı, Kınalı Kuzular, Ayrılık gibi sinema ve dizi filmlerinde genellikle tarih bir fon olarak kullanılıyor ve kişilerin ilişkileri ve karakter açmazları ön planda tutuluyor. Tarihsel olaylar ön plandaki karakterlerin yaşamlarında bıraktıkları izler ile anlam kazanıyorlar.

Yakın siyasi tarihimizde en çok konuşulan ve toplumdaki izleri tartışılan olayların başında hiç şüphesiz ki darbeler geliyor. Bunun bir yansıması olarak filmlerde ön plana çıkan hikayeler de genellikle darbeleri konu alıyor. Filmlere darbelerden sonra en çok konu olan tarihsel olgu ise Çanakkale Savaşı. Sırada ise Ermeni meselesi var. Elbette siyasi tarih çok katmanlı bir süreç; bunlardan hangisinin öne çıkacağı ise hangi meselenin daha popüler olduğu ile ilgili bir durum.

Türkiye’nin tarihinde yaşanan sıkıntılı dönemler filmlerde kimi zaman bir aşk hikayesi ile kimi zaman da bir baba-oğul ilişkisi ile izleyiciye sunulunca beklenen ilgiyi fazlası ile görüyor. Sosyolog Ferhat Kentel bu durumu toplumun “tarih talebi”nin kültür piyasasında karşılığını bulmasına bağlıyor. Ona göre talep edilen tarih, toplum mühendislerinin kurduğu inşaatlardan farklı olarak, insan duygularının ve insanın “kendi aklının” ilişkisinde kurmak istediği bir tarih ihtiyacından kaynaklanıyor. Senaryosunu yazdığı Beynelmilel ile 12 Eylül darbesinin taşra üzerindeki etkisini anlatan Sırrı Süreyya Önder, Türk tarihinin, ağır hafıza imhaları ile örtülmüş olduğunu ve sinema ile o günlerin anlatılmasının bir bakıma tarihî hafızayı tazelemek olduğunu belirtiyor.

Elbette ki her yapım kendi içinde sübjektif bir bakış açısını da taşıyor. Her ne kadar anlatılan vakalar yakın tarihin olayları olsa da filme imza atanların kimi zaman düşünceleri kimi zaman inançları kimi zaman da yaşamları olayları sunmalarında etkili oluyor. Peki bu durum tarihin gerçekliğine zarar veriyor mu? Yazar Buket Uzuner, buna tarihî romanların ya da filmlerin bilgi edinmek için değil, tarihi yeniden nasıl okumalıyız, konusuna getireceği alternatifler için yapılması gerektiğini söylüyor. Sırrı Süreyya Önder de sanatçı bakışının daima sübjektif olduğunu, değilse bir noksanlık olduğunu böyle bir iddiaları olmadığını belirtiyor. Tarihçi Hakan Erdem ise tarihî olayların sadece dizilere, sinemaya konu olduğunda değil, tarihçiler tarafından işlendiklerinde de sübjektif değerlendirildiğini söylüyor.

13 Nisan’da vizyona girecek olan Zincirbozan filminin senaryosunu yazan gazeteci Avni Özgürel’e göre elbette 100 yıllık yakın tarihimizde sinemaya yansıtılacak daha birçok konu var. Ancak sinemaya ya da televizyona tarihi aktarmanın yeni yeni başladığı bugünlerde elbette ilk nasiplenenler, en sivri ve tanığı en bol olan vakalar oluyor. Ona göre Ermeni meselesi, İstiklal Mahkemeleri ve daha birçok tarihi dönem bundan sonra sinema ya da televizyon ile tekrardan gündeme gelecek.

Avni Özgürel tarihi sadece kişisel hikayelerin belirlemediğini, ana eksenin Türkiye’nin genelinin yaşadığı atmosfer olduğunu söylüyor. Zincirbozan filmi bu anlamda bir ilk olarak vizyona girecek ve 12 Eylül bu filmde sadece bir fon olmanın ötesinde tamamen ihtilali anlatıyor.

Öyle görünüyor ki bundan sonraki süreçte daha sık tarihî vakalar filmler aracılığıyla izleyici ile buluşacak. Böylelikle tarih bir kez daha farklı hikayelerde gündeme gelip, tartışılacak. r.sezgin@zaman.com.tr



Tarih okumasına dönüşmüyor

Hakan Erdem (Tarihçi): ”Kurgu”nun insanlarda geçmişi bilme merakı uyandırdığı kesin. Kesin de, bu ne kadar tarih okumasına dönüşüyor, pek bir şey söylemek mümkün değil. Eğer satış rakamları gösterge ise, bu toplumda tarih çalışmalarının eskiye göre daha çok tercih edildiğini söylemek zor. Bana öyle geliyor ki görsel veya basılı kurgunun uyandırdığı ilgi gerçek bir tarih okuma-öğrenme ilgisine dönüşmüyor, sadece belirli bir süre için benzer “ürünlerin” tüketimini artırıyor.

Toplumun “tarih ihtiyacı” patladı

Ferhat Kentel (Sosyolog): Şimdiye kadar kişisel hafızaları hakarete uğramış insanlar bu filmlerde ve dizilerde kendilerine dair bir şeyler bulmayı umarak, tekrar kendi gerçek dünyasında yaşadığını hissetmek istiyor. Yani aslında dayatılan değil, kendi kişisel güzergahında hissettiklerini, kendinden önce gelen nesillerin aktardıklarını ve dolayısıyla kendisine en uygun tarihi yeniden bulmak istiyor. Onun dahil olmadığı, onu ciddiye almayan, zorla tıkıştırıldığı kurgusal, sahte bir “beton apartman” yerine, bu dünyayı içinde yaşanabilir bir “ev”e ya da “yuva”ya dönüştürmek istiyor.

Bu kadar travmaya yüzlerce film çekilir

Sırrı Süreyya Önder (Yönetmen): Tarih, egemenler tarafından her gün tahrif edilmekte ve her konjonktüre göre yeniden yeniden yazılmakta.. Okullarda okutulan hamasi tarih derslerine bakmak yeter. Ben yoksulların tarihindeki tahrifatları onarmaya çalışıyorum. Bu ülke darbe dönemlerinde en kıymetli evlatlarını, toplumsal ruh sağlığını, umutlarını ve zamanını yitirmiştir. Dünyanın hangi coğrafyasında bunun yarısı kadar travma yaşansa binlerce kitabı yazılır, yüzlerce filmi çekilirdi.. Bizdeki toplam üretim henüz çok cılız.

Tarih boşlukları dolduruluyor

Buket Uzuner (Yazar): Kendi tarihine ilgi duymayan bir ulus olduğunu sanmıyorum. Ancak tarih içinde milliyetçiliğin yükseldiği, kimliklerin yeniden tanımlanmasının dayatıldığı dönemlerde -ki, şu anda böyle zamanlardan geçiyoruz- tarihe ilgi artar. Hep böyle olmuş bu. Ayrıca bizim koyu sansürden ve/veya yazma-kaydetme konularındaki ilgisizlik ve eksikliğimizden kaynaklanan ciddi tarihi boşluklarımız var. Tarihimiz kendi tarihçi ve yazarlarımız tarafından ne yazık ki, bol kaynak oluşturacak şekilde yazılmamış olduğundan, daha çok yabancı gezgin ve tarihçilerden öğrendiklerimiz şimdi yaşanan açlığın da bir sebebi sanki...

Geçmişi sorgulama ihtiyacı var

Avni Özgürel (Gazeteci): Zaman zaman tarihe dönük bir merak uyanıyor. Bu AB süreci ile ve demokratikleşme ile ilgili. Roman, sinema ve televizyonda yakın tarihin gündeme gelmesi geçmişi sorgulama ihtiyacından kaynaklanıyor. Şimdilerde sorgulamadan ziyade daha itiş-kalkışlı bir şey var; fakat ne olursa olsun böyle bir sürecin başlamış olması güzel. Geçmişe dönük birçok olay sinemadan ya da televizyonda izleyiciye aktarılacak. Bunun için geç kalınmadı mı, kalındı. Bu yüzleşmelerde kimisini beğenmeyeceğiz kimisine tepki duyacağız; ama bir şekilde hatırlayacağız.
zaman
Yayın Tarihi : 8 Nisan 2007 Pazar 22:07:05


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?