22
Mayıs
2024
Çarşamba
YAŞAM

'Hayvanları seveceksiniz'

Usta edebiyatçı Necati Güngör, dünyayı yalnızca insanlarla paylaşmıyor. O dünyanın diğer canlıları ile de dostluk kurmanın erdemine ulaşmış bir insan. O nedenle bu yazısında "Hayvanları seveceksin" diyor... Necati Güngör'ün yazısını ilgiyle ve ibretle okumanız dileğiyle...

“İnsanları Seveceksin” demiş bir yazar. İyi güzel de, hangi insanı? Mağdur da insan, katil de insan… 

Atalarımız daha gerçekçi bir saptamada bulunmuş: “İnsan insanın kurdudur.” 

İnsan yeryüzünde var olduğu günden beri birbirinin kuyusunu kazıyor, birbirinin gözünü oyuyor, birbirinin yaşama hakkını elinden almak istiyor. İnsanın gözü, hiç mi hiç doymak bilmiyor… Vicdan da, vicdansızlık da insana özgü. Ama vicdansızlık günden güne yayılıyor. İnsan insana karşı vicdansız davranıyor. Güçlü uluslar güçsüzlere karşı vicdansızlık ediyor! Dünyanın doğal dengesini vicdansızca bozuyor insanoğlu. Teknolojiyi geliştirmek için aklını kullanan insan, doğayı koruma yolunda akılsızca ve vicdansızca davranıyor? Çıkarı, doğayı yok etmeyi gerektiriyorsa, bu konuda vicdanını kolayca çıkarıp çöpe atıyor insan. Kimse kusura bakmasın, biz, o insanı sevemeyiz!
Bugün, bu çağda, yeryüzünde yaşayan hayvanlar, insanoğlunun mağduru durumunda! Hayvanların yaşama alanları talan edilmiş durumda. Ormanlar yok edilmiş, sular kirletilmiş… Küresel ısınma nedeniyle, kutup ayıları kilo kaybetmeye başlamışlar. Buzullar eridikçe yaşama alanları daralıyor, daha az balık bulabiliyorlarmış. 

Yüzyıl öncesine kadar, bütün savaşlar hayvanların sırtında yapılmıyor muydu? İnsanın doğayla mücadelesine katılması yetmiyor gibi, bir de savaş alanlarına sürülüyordu atlar, filler, develer, katırlar… Havanların, insanlar arası savaşta ne işi vardı? Bu yetmezmiş gibi, bir de sirklerde, arenalarda eğlence aracı yapılıyordu hayvanlar. Yarattıkları uygarlık tarih kitaplarına sığmayan Romalılar, Afrika ormanlarından getirdikleri milyonlarca yabani hayvanın -sırf eğlence olsun diye- kanını döktü, işkence altında öldürdü. Bazı türleri o kadar çok öldürüldü ki, zavallı hayvanların soyu tükenme noktasına geldi! 

İlkel insan, inandığı soyut güce karşı günahlarından kurtulmak için, her yıl milyonlarca hayvanı bıçak altına yatırıyor! Bre, bu nasıl iştir? Hayvanı da, insanı da Tanrı yaratmıyor mu? Birini, ötekinin kurbanı olarak niye istesin? Bu işte bir terslik, bir çelişki yok mu sizce?
Din simsarları, yüzyıllardır bir söylem geliştirmiş, diyorlar ki; yeryüzündeki her şey insan içinmiş… Niye? Yeryüzünün, bütün canlıların ortak malı olarak benimsenmesi, tanrısal adalete daha uygun değil mi? Tanrı, yarattığı bir varlığı, ötekinin kölesi ya da kurbanı olarak neden görmek istesin? 

Bu işte bir bityeniği var… Biri bizi kandırıyor! 

Yeryüzünü insan kanıyla da, hayvan kanıyla sulamanın gereği yok! Yeryüzünün kaynak suları kirletilmesin yeter. 

“Yaratılanı seveceksin, Yaratan’dan ötürü” diyor büyük ozanımız Yunus. Yaratan, hayvanları da yarattığına göre, hayvanları da seveceksin! 

Geçenlerde bir TV kanalından işittim: Birtakım din bezirganları buyurmuşlar ki; kedi köpek bulunan evlere melaike girmezmiş! Al sana bir kaya… 

Kafatasının içinde beyin mi, yoksa başka bir tür et parçası mı taşıdığı belli olmayan böylesi cüdamlar (adam demeye dilimiz varmıyor!) geçmiş yüzyıllarda da toplumu karanlıkta koymak için durmadan fetva verirlerdi. Örneğin, İstanbul’a kahvenin ilk geldiği yıllarda, bir din adamı şöyle buyurmuştu: “Kömür derecesinde kavrulmuş bir nesneyi kaynatıp suyunu içmek, dinen caiz değildir!” 

Günümüzde her saat binlerce kişinin inip bindiği Tünel ilk açıldığı zaman da, yetkin bir din adamı, bayramlık ağzını açmış ve Tünel hakkında şöyle demişti: “Zir-i zemin arabalarıyla insan taşımak dinen caiz değildir!” Yani, yeraltı araçlarıyla insan taşımak dine aykırı… 

O dönemlerin bu softa kafalarına karşın, kahve Türkler arasında o kadar yaygınlık kazandı ki, “Türk kahvesi” adıyla dünyaya nam saldı… Tünel’e gelince; yapıldığı günden beri, şehr-i İstanbul’un vazgeçilmez bir öğesi halinde… Toplumsal yaşamın gelişmeleri ve gereksinimleri, ilkel kafalı din adamlarının yüzünü kara çıkarmıştır! 

“Hayvan giren eve melaike girmez!” safsatasına karşı çıkan aklı başında bir din adamıysa şu karşılığı veriyor: “Azrail de bir melek… Öyleyse, Azrail evimize uğramasın diye sürekli kedi köpek bulundurur; böylece uzun yaşarız!” 

Yunus Emre, Ortaçağda yaşamış bir bilge kişi. Onun yaşadığı çağda neler yoktu, bir düşünsenize… Elektrik yoktu. Tren yoktu. Karayolu araçları yoktu. Uçak, telgraf, telefon, bilgisayar, atom bombası yoktu, hatta top, tüfek bile icat edilmemişti. Ama, bütün bunları gören bilen, kullanan bugünün din adamından daha ileride, daha yukarıda düşünebiliyordu Yunus. Kedi köpek giren eve melaike girmez safsatasını savuran dinbazlardan daha uygardı. 

Ortaçağın bilgesi, bugünün din adamından daha ileride düşünce üretmişse; teknolojik ilerlemeyle uygarlık arasında bir orantısızlık var demektir. Fikir ürettiğini sanan birtakım dinbazlar, külahlarını önlerine koyup bir parça düşünsünler: Hayvan düşmanlığı yapmak, ne kadar uygarca bir tutum acaba? 

Yunus Emre’yi eski çağların uzaklığından ötürü unutmuş olsak da, “Hayvan sevgisi bir uygarlık rozetidir!” diyen Yunus soylu Çetin Altan’ın bu düşüncesinden dersler çıkarmalıyız kendimize. Dersler çıkarmalı ve bu çağın insanı olarak, kedi köpek düşmanlığından utanç duymalıyız! 

Bu çağda hayvan düşmanlığı yapmak utanç verici bir durumdur, evet… Uygarlık dışıdır. 

Orman yangınlarıyla yuvaları ve yuvadaki yavruları yanan hayvanları gördükçe insanlığından utanmayana, ben insan diyemem! Yaşama alanı petrolle kirletilmiş bir deniz canlısını görünce vicdanı sızlamayan kişiye, ben insan diyemem! Bunaltıcı yaz sıcaklarında susuzluktan kavrularak, apartman merdivenlerinden sokağa taşan deterjanlı suya saldıran hayvancıklar için, kapısının önüne bir kâse su koymayan insanı, insandan sayamam! Bütün gün döner kokusu yayan büfelerin, lokantaların çevresinde yutkunarak dolaşan aç hayvancığı doyurmak yerine tekmeleyerek kovan yaratığa, insan gözüyle bakamam! 

Benim için, çağdaş ve uygar insan olmanın bir tek ölçütü var: Hayvanları ne kadar düşünüyor ve kolluyorsak, o kadar insanız. İnsan hayvandan akıllıdır; öyleyse, onları koruyup kollamalıdır. Hep söylüyorum: Hayvan hakları, insan haklarından önce gelir; çünkü, insan kendi haklarını savunmasını bilir; hayvansa insanın savunmasına muhtaçtır. 

Milan Kundera da bu konuda, bizimle aynı görüşte: “İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, onun merhametine bırakılmışlara karşı davranışında gizlidir,” diyor. Üstadın, “insanoğlunun merhametine bırakılmış olanlar” dediği, elbette hayvanlar. Özellikle de burnumuzun ucunda, sokağımızda, kapımızın önünde, mahallenin çöplüğünün çevresinde aç, susuz, hasta, sakat, sevgiden yoksun, korku içinde, kâh susuzluktan içi yanarak, kâh yağmurdan sırılsıklam ıslanarak, insanlığımıza sığınan hayvanlar… 

Bu konuda söyleyeceğim son söz şudur: 

Hayvanları savununuz, onları koruyup kollayınız ki, insan olasınız!

Necati Güngör/kenthaber
Yayın Tarihi : 19 Mart 2007 Pazartesi 15:01:26
Güncelleme :19 Mart 2007 Pazartesi 15:15:57


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Çağla Gertik IP: 82.145.233.xxx Tarih : 22.03.2007 18:03:48
hayvanları cok seviyorum ve herkesin onları korumasını istiyorum. benim bir kedim ve iki köpeğim var. aynı zamanda sokak kedileri de benim kedilerim gibi sayılır. Çünkü onları da besleyip elimden geldiği kadar korumaya çalışırım. Böyle bir haber yaptığınız için çok teşekkür ederim. saygılar...