22
Mayıs
2024
Çarşamba
YAŞAM

Hz. İsa'nın çivileri Çemberlitaş'ta mı?

Hazreti İsa'ya çakılan çiviler Çemberlitaş'ın altında mı gizli?

Katolik dünyası, özellikle de Avrupa, Hazreti İsa ile ilgili hemen her türlü eşyaya, hatta İsa'nın kanı yahut kemiği gibisinden bedenine ait objelere ve İncil'in Vatikan tarafından reddedilen versiyonlarına gayet meraklıdır. İsa ile çok yakın ilişkisi olduğuna inanılan ve Hristiyan inancında büyük önemi olan bir diğer obje de, İsa'nın gerildiği çarmıhın parçaları ve Hazreti İsa'nın elleriyle ayaklarına çakılan çivilerdir. Çarmıh parçalarıyla çivilerin İstanbul'da, Çemberlitaş'ın altında bulunduğu söylenir..

Belgesel kanallarının meraklıları gayet iyi bilirler: Katolik dünyası, özellikle de Avrupa, İncil'in Vatikan tarafından reddedilen versiyonlarına ve Hazreti İsa ile ilgili hemen her türlü eşyaya, hatta İsa'nın kanı yahut kemiği gibisinden bedenine ait olduğu söylenen objelere gayet meraklıdır. Bazı İspanyol ve Fransız kiliselerinde, asırlardan buyana muhafaza edilen ve içerisinde "İsa'nın kanı" olduğu söylenen siyahlaşmış koyu bir mayi ile dolu küçük şişeler vardır. İnanışa göre, Hazreti İsa'yı gerildiği çarmıhtan indiren ilk Hristiyanlardan olan Arimatealı Yusuf, çarmıhtan damlayan kanları İsa'nın 12 havari ile beraber yediği son yemekte kullandığı kaba koymuş, daha sonra şişelere aktarılan ve Hristiyanlar tarafından asırlarca saklanan bu kutsal kan, kiliselerde muhafaza altına alınmıştır. Simsiyah olmuş koyu mayiler, bulundukları kiliselerde senenin belli günlerinde tantanalı ayinlerle Katolikler mü'minlerin ziyaretine açılır. İsa'nın kanı, bugün, bu kana sahip olduklarını söyleyen kiliseler arasında bir cemaat kapma yarışının vasıtasıdır.

HEYKELE GİZLEDİLER
Hazreti İsa'nın bedenine temas ettiği ileri sürülen bir başka obje, peygamberin çarmıhtan indirilen cesedinin sarıldığı kumaş, yani kefendir. İtalya'nın Torino şehrindeki Vaftizci Yahya Kilisesi'nde muhafaza edilen meşhur kefenin öyküsünü, bu sayfadaki kutuda okuyabilirsiniz. Katolik dünyası, bugünlerde bir başka işle uğraşıyor, yepyeni İnciller keşfediyor. İznik'te dördüncü asırda toplanan Konsil, Hazreti İsa'dan sonra yazılan yüz küsur İncil'in dördünü kilisenin resmi kitabı olarak seçmiş, diğerleri imha edilmişlerdi ama öteki İnciller ile ilgili tartışmalar hep varolmuştu. Konsil'in üzerinden 1400 sene geçtikten sonra, Avusturya'da Barnabas'a ait olduğu söylenen bir İncil ortaya çıktı ve İspanya'da 1970'lerde aynı İncil'in bir başka kopyası bulundu. Barnabas İncili'ni, 1945'te Mısır'ın Nag Hammadi bölgesinde ortaya çıkan bir başka İncil, Thomas İncil'i; bunu da son senelerde bulunan ve İsa'yı Romalılar'a ihbar ederek idamına sebep olan Yahuda İskaryot'a ait bir diğer İncil takip etti. Bulunan belgeler sadece İncil parçaları değildi. 1946 sonbaharında Ölüdeniz civarındaki Kumran köyünde, Romalılar'dan kalma el değmemiş küplerin içerisinde, Hristiyanlığın ilk yılları hakkında o zamana kadar duyulmamış çok önemli bilgiler veren ama son derece netameli olan tomarlara rastlandı. Tomarlar netameli idi, zira üzerlerinde yazılı olanlar, Katolikler'in resmi inancını zedeler mahiyetteydi ve bu konuda başlayan tartışmalar hala devam ediyor. İsa ile çok yakın ilişkisi olduğuna inanılan ve Hristiyan inancında büyük önemi olan bir diğer obje ise, peygamberin gerildiği çarmıhın parçaları ve çarmıha germe sırasında kullanılan, yani Hazreti İsa'nın ellerine ve ayaklarına çakılan çivilerdir. Konunun bizim için önemli tarafı ise, çarmıh parçalarıyla çivilerin İstanbul'da bulunduğuna inanılması ama çok az kişi dışındaki İstanbullu'nun bu söylentiden pek haberdar olmamasıdır. İşte, İstanbul, İsa ve çiviler üçgeninin kısa öyküsü: Hazreti İsa'nın ellerine ve ayaklarına çakıldığı söylenen çivilerle gerçek haçın bir parçasının İstanbul'da saklandığı söylenen yer bildiğimiz meşhur Çemberlitaş, daha doğrusu Çemberlitaş'ın hemen altında olduğuna inanılan gizli bir odadır. Çemberlitaş, İstanbul'u 330 yılında kendisine başkent yapan Doğu Roma İmparatoru Konstantin tarafından dikilmiş ve Konstantin, Bizans tarihçilerine göre, taşın üzerine kendisinin bir heykelini oturtmuştu. Heykelin baş kısmı Roma'nın tanrılarından Apollon'u andırıyordu ve imparatorun gayet dindar olan annesi Helen de, o zamana kadar Kudüs'te muhafaza edilen çivilerle haç parçasını İstanbul'a getirtip oğlunun heykelinin içerisine koydurmuştu. Hatta, bazı tarihçilere göre, Kudüs'ten gelen kutsal eşya sadece haç parçasıyla çivilerden ibaret değildi; İsa'nın son yemeğini yediği meşhur "kutsal kase" ile Hazreti Musa'nın asası da heykelin içerisindeydi.

BURNUMUZUN DİBİNDE
Heykel, 700 sene boyunca o zamanki adı "Forum Constantinus" yani "Konstantin Meydanı" olan alanın ortasındaki taşın tepesinden şehri seyredip durdu ama 11. yüzyılın ilk senelerinde çıkan şiddetli bir fırtınada devrilip parça parça oldu. Bizanslılar, heykelsiz kalan sütunun tepesine bu defa som altından bir haç yerleştirdiler, sonra taşın altını kazıp buraya bir hücre yaptılar ve heykelin içerisinde bulunan çivilerle haçın parçasını da bu hücreye sakladılar. Emanetler, bugüne kadar Çemberlitaş'ın, yahut tarihteki asıl ismiyle "Konstantin Sütunu"nun altındaki hücrede kaldı. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u almasından sonra sütunun üzerindeki haçı indirtti ama Hristiyanlar'ın kutsal emanetlerinin konuldukları yerde kalmasını istedi ve zeminin kazılıp hücrenin ortaya çıkartılmasına izin vermedi. İşte, Da Vinci Şifresi'nin çok önemli ayağı: Söylentiler doğruysa Hazreti İsa'nın çarmıha çakıldığı çiviler, çarmıhın yani kutsal haçın parçası ve hatta İsa'nın meşhur kasesi, hala Çemberlitaş'ın altında bulunuyor... Bu yazdıklarımı okuyup da sakın ola ki "Haydi, gidip Çemberlitaş'ın altını iyice kazalım ve işin aslını öğrenelim" demek istediğimi zannetmeyin. Sadece Da Vinci Şifresi'nin gündemden inmediği ve sık aralıklarla yepyeni İnciller'in bulunduğu bugünlerde Hristiyan dünyası için çok önemli olan bazı kutsal eşyanın burnumuzun dibinde bulunma ihtimalini hatırlatmak istedim, o kadar... 


Peygamberin sahte kefeni, meğerse İstanbul'da yapılmış



İTALYA'NIN Torino şehrindeki Vaftizci Yahya Kilisesi'nde ketenden dokunmuş eski bir örtü vardır ve örtünün Hazreti İsa'nın çarmıhtan indirilmesinden sonra sarıldığı kefen olduğu iddia edilir. İki buçuk metre uzunluğundaki örtü, 11. yüzyıla kadar Urfa'da bir kilisede saklandı ve daha sonra İstanbul'a getirildi. Haçlılar'ın İstanbul'u 1204'de yağmalaması sırasında kayboldu, 1350'lerde Fransa'da bulundu, bir kiliseden ötekine taşındı, 1532'de yanma tehlikesi geçirdi, 16. yüzyılın sonlarında İtalya'ya götürüldü ve Torino'daki Vaftizci Yahya Kilisesi'ne kondu.

VATİKAN PİŞMAN
1898'de, kefende o güne kadar farkedilmemiş bazı izler keşfedildi: Kefen parlak ışığa tutulduğunda, tam ortasında kırbaçlanmış, başına dikenden bir taç oturtulmuş ve çarmıha gerilmiş bir insanın negatif filmi andıran görüntüsü beliriyordu. Üstelik, görüntünün el kısımlarında kurumuş kanlar vardı ve bir gözüne de İsa'nın doğumundan 30 yıl öncesine ait bir para sıkıştırılmıştı. Romalılar'ın çarmıha gerdikleri mahkumların gözlerine kendilerinden geçmeyip acıyı daha fazla hissetmeleri için madeni paralar koydukları eskiden beri bilinirdi. Hristiyan dünyasında, birdenbire bir "kefen tartışması" başladı. Bazı Hristiyanlar kefenin Hazreti İsa'ya ait olduğunu kabul ediyor, bazıları ise ortaçağda papazlarının kiliselerinin şanı ve şöhreti için efsane uydurduklarını söylüyordu. Tartışmalar senelerce devam etti ve Vatikan, 1988'de kefene Karbon- 14 testi yapılmasına izin verdi. Kefenden kesilen milimetrik parçalar önce Teksas, daha sonra da Arizona, Oxford ve Zürih Üniversiteleri'nin laboratuvarlarında incelendi ama gelen sonuçlar, Vatikan'ı teste izin verdiğine pişman edecekti. Kefenin tarihi 13. asırdan geriye gitmiyordu, yani İsa'dan en az 1200 yaş genç idi. Moskova'da son teknoloji uygulanarak yapılan test ise, Torino Kefeni'nin 8. asır başlarında yapıldığını ortaya çıkardı. Üstelik, kefenin üzerindeki flora kalıntılarının, yani otlarla çiçeklerden kalma mikroskopik tozların çoğu İstanbul'a aitti ve kumaş çok büyük bir ihtimalle İstanbul'da dokunmuştu. Sadece Torino Kefeni değil, Çemberlitaş'ın altında bulunduğuna inanılan kutsal eşya da acaba birer Bizans yalanı mı? Ah bir bilebilsek..

Yanda, İstanbul'da bulunan ama az kişi tarafından bilinen tuhaf bir tarihi ojenin fotoğrafını görüyorsunuz: Üst kısmı insan, daha doğrusu bir çocuk, alt kısmı da timsah şeklindeki garip bir mumyayı... 1940'lı senelerde Topkapı Sarayı'nın Harem Dairesi'nde tesadüfen bulunan bu mumya, şimdi sarayın Enderun Avlusu'ndaki Hekimbaşı Kulesi'nde muhafaza ediliyor. Saraya ne zaman, niçin ve kim tarafından getirildiği hakkında hiçbir kayıt yok. Bir çocuğun kafasından beline kadar olan kısmıyla bir timsahın beraberce mumyalanmasının manası bir türlü anlaşılamıyor. Bilinen tek şey, müze müdürlerinden birinin bundan senelerce önce o zaman koyu gri olan mumyaya daha parlak görünmesi için baştan aşağı yağ sürmesi ama mumyanın bırakın parlamasını, gün geçtikçe kararması... Saraydaki bu tuhaf mumya, asırlardan buyana esrarını çözecek uzmanın gelmesini bekliyor.



Sabah/Murat Bardakçı
Yayın Tarihi : 15 Ocak 2007 Pazartesi 09:05:09


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?