16
Mayıs
2024
Perşembe
YAŞAM

Latife Hanım'dan mektup var

Latife Hanım’dan Erdoğan’a mektup

Sayın Başbakan,

"Birinci Cumhurbaşkanımız Atatürk’ün eşi de türbanlıydı" şeklindeki açıklamanız üzerine bu mektubu tarihe karşı bir borç duygusuyla kaleme aldım.

Bilmenizi isterim ki, zorunluluk olmadığı dönemlerde ne ben, ne de ailem hiçbir zaman başörtüsü kullanmadık.

Londra’da Chislehurst Tudor Hall School ve Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nde okurken başım açıktı. Pasaportumdaki fotoğrafımda bile başım açıktı.

İzmir’deki yaşamımda da örtünmedim. Sadece sokağa çıktığım zaman mecburen başıma bir örtü geçiriyordum. Bu örtünme benim kişisel isteğim değildi. Dönemin gelenekleri-ádetleri bunu emrediyordu.

Başörtüsüne ilişkin Osmanlı hukukunda zorunlu bir yasa olmamasına rağmen, başınızın, yüzünüzün açık olması kadı huzuruna çıkarılıp kınanmanıza neden olurdu. Bir kadının bu kınamaya maruz kalması ise itibarının-namusunun yok olması demekti.

Bu nedenle örtünmeye mecburdum.

25 Kasım 1925’teki şapka kanunu ile başlayıp, 3 Aralık 1934’te çıkan 2596 sayılı kanun ve 18 Şubat 1935’te çıkan 2933 sayılı kıyafet yasalarıyla süren reformlar kadınların giyim konusunda tamamen özgürleşmesini sağladı.

Ve ben de örtüyü kaldırıp attım.

Sayın Başbakan,

Büyük önder Mustafa Kemal’le evlendikten sonra mecburen, devlet görevi gereği örtündüm.

Ancak benim örtüm biraz farklıydı: Döneme göre modern giyiniyordum; çarşaf giymiyor, peçe takmıyordum.

Yüzümü tümden açık bırakan kendime özgü başörtüm, tayyörlerim, pelerinlerim, çizmelerim, elmas küpelerimle o dönem için çok farklı bir giyim tarzına sahiptim.

Bu tarz, yabancı gazetelerde haber bile oldu.

17 Mart 1923 tarihli İngiltere’de yayınlanan London Illustrated News ile ABD’de yayınlanan 14 Mart 1923 tarihli New York Times gazetelerine göz atarsanız, Türk kadının özgürlük simgesi olarak beni gösterdiklerini görürsünüz.

Diğer yandan, büyük önder Atatürk’le birlikte erkek meclislerinde bulunmam, lokantalara gitmem, toplantılarda bacak bacak üstüne atmam da yadırganıyordu.

Bu nedenle gizli bir örgüt olan "Anadolu Osmanlı İhtilal Komitesi", benim kıyafetim ve davranışlarımı kastederek, "Yarın senin de karı ve kızının bu hallere getirileceğini, ırz ve namusunun mubah kılınacağını düşün, vicdanına kulak ver, dininin namusunun ne kıratta bir Millet Reisi elinde oyuncak olduğunu anla! Ey Müslüman, fazla söze hacet yok, din ve ırk ocağımızın haremine kadar uzanan bu eli bugün kırmazsan dinine, Kuran’ına, ırz ve namusuna ebediyen veda et" şeklinde bildiriler dağıttı. Ben yılmadım ve hiç korkmadım.

Sayın Başbakan,

Önemle belirtmek istiyorum: "Atatürk’ün eşi de başörtülüydü" polemiği yarın tehlikeli tartışmalara neden olabilir.

Birileri çıkıp "Atatürk’ün döneminde içki yasaktı, halifelik kurumu vardı, laiklik yoktu, kadınlara çalışma izni yoktu" diyebilir!

Oysa bunlar da tıpkı "benim başörtüm" gibi dönem şartları altında değerlendirilmesi gereken konulardır.

Sayın Başbakan,

Devlet görevi gereği, siyasal kriz çıkmaması için, kısa bir süre zorunlu olarak giydiğim başörtüsünün bu şekilde değerlendirilmesine çok üzülüyorum.

Ayrıca düşünüyorum da, bu polemiği çıkaranlar, "Cumhurbaşkanı eşinin başının açık olması gerekiyor" diyenlerle aynı safta olduklarının farkındalar mı acaba?

Unutmayınız ki bizim dönemimizde de bazı çevreler, "Cumhurbaşkanı eşinin başının kapalı olması gerekiyor" diyordu! Yazdığım gibi, bunu devlet görevi olarak kabul ettim ve örtündüm.

Madem böyle bir tartışmanın doğmasına neden oldunuz, şimdi size soruyorum: Sayın Hayrünnisa Gül de tıpkı benim yaptığımı yapar, başörtü meselesini devlet görevi sayar ve başını açar mı?

Sayın Başbakan,

Bu gereksiz tartışmalarla ne beni, ne de Hayrünnisa Hanım’ı siyasete "malzeme" yaptırmayınız lütfen.

Size çalışmalarınızda başarılar diler, kuracağınız 60. hükümetin vatanımıza, milletimize hayırlar getirmesini dilerim.

Saygılarımla,

Latife Mustafa Kemal

Abdullah Gül, Einstein gibi yapabilirdi!

İsrail Başbakanı Ben Gurion, "modern fiziğin dehası" Albert Einstein’a çok gizli kaydıyla bir mektup gönderdi. Einstein mektupla gelen teklife çok şaşırdı. Bu teklife Einstein’ın verdiği yanıtla cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ün ne ilgisi vardı?

Tarih 16 Kasım 1952

ABD, New Jersey, Princeton

O gün Albert Einstein için hayli hareketli geçti.

Mütevazı evinde sabah kahvaltısı yaparken okuduğu New York Times’taki habere gülüp geçti.

Ancak bir saat sonra İsrail’in Washington büyükelçisi Abba Eban imzalı "çok gizli" damgalı mektup olayın rengini değiştirdi.

Gülüp geçtiği haber, doğruydu.

İsrail’in ilk cumhurbaşkanı Chaim Weizmann vefat etmişti.

İsrail Başbakanı Ben Gurion bu nedenle, Albert Einstein’a İsrail’in cumhurbaşkanı olmasını teklif ediyordu.

Weizmann dünyaca ünlü bir kimyacıydı. İsrailliler şimdi de ünlü bir fizikçi olan Einstein’ın cumhurbaşkanı olması istiyorlardı.

Nobel fizik ödülü sahibi Einstein, bilim çalışmaları yanında toplumsal konulara da ilgisiz değildi.

Yahudi’ydi; ama Yahudiliği dini inançtan çok kültürel boyuttaydı. Dinsizdi.

Önceleri Yahudi sorunuyla pek ilgili değildi; milliyetçilik fikrine karşıydı; dünya vatandaşlığını savunuyordu. Komünistti.

Savaş sonrasında komünist olduğu gerekçesiyle ABD’de soruşturmalara uğradı; hatta vatandaşlıktan atılması bile gündeme geldi.

Ve tüm bunlara rağmen İsrail onu cumhurbaşkanı olarak görmek istiyordu.

Karar vermekte zorlandı, sıkıntısı kararsızlık değil, insanları üzmeden olumsuz cevabı nasıl vereceğiydi.

18 Kasım 1952’de büyükelçi Abba Eban’a şu mektubu gönderdi:

"Devletimiz İsrail adına şahsıma yapılan teklif beni son derece duygulandırdı, ama aynı zamanda üzdü. Zira bu teklifi kabul etmem mümkün değil.

Ömrüm boyunca kendimi cisimlerin dünyasına adamış olduğumdan, insanların dünyasıyla ilgilenmek ve resmi görevlerle uğraşmak için gerekli deneyimden de, doğal yetenekten de yoksunum.

İleri yaşım her halükarda gücümü sınırlamamış olsaydı da, böylesine önemli bir makamın gereklerini yerine getiremezdim. Tüm bunlar benim için çok üzücü.

Yahudi halkıyla aramdaki ilişkinin, uluslar bünyesindeki nazik konumumuzun bilincine vardığımdan beri en fazla gönül verdiğim şey haline gelmiş olması üzüntümü daha da artırıyor.

Bu ağır ve zor görevin üstesinden gelebilecek birinin bulunmasını tüm kalbimle diliyorum..."

Albert Einstein cumhurbaşkanlığı teklifini reddetti.

Sonuç: Bizim gibi Üçüncü Dünya ülkelerinin en sorunlu yanı sağlıklı bir demokrasinin olmamasıdır. Bunun temelinde de uzlaşma kültürünün yoksunluğu yatar.

Keşke Abdullah Gül de, uzlaşma kültürünün kökleşmesi için fedakárlıkta bulunup, "makamları hiç önemsemeyen" Einstein’ın tavrını sergileyebilseydi!
Soner Yalçın-Hürriyet
Yayın Tarihi : 19 Ağustos 2007 Pazar 08:48:28
Güncelleme :19 Ağustos 2007 Pazar 08:54:09


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
murat gündüz IP: 85.110.88.xxx Tarih : 19.08.2007 16:16:43
Haksız yorumlar ve saçma örneklerinizin de etkisiyle Akp rekor bir oranla tekrar tek başına iktidar oldu. Artık halkın haksız gereksiz müdahale ve yorumlara tahammülü kalmadı. ortalığı bulandırmanın yok atatürkün mezardaki karısı adına mektuplar yazmanın bu ülkeye bir faydası olmayacak. zaman demokrasiyi idrak etme halkın iradesine saygı gösterme zamanı. herkes haddini bilsin ve böyle saçma sapan olaylarla insanların midesini bulandırmaktan vazgeçsin artık.

Hasan PALAMUT IP: 85.101.149.xxx Tarih : 19.08.2007 13:05:45
YETER, SIKTINIZ BEEE. Bu gidişle mezarda ne kadar yatan varsa birer mektup gelir, hatta yetmez, "ben yaptım, oldu" mantığıyla bir takım tv kanalları MEZARDAN CANLI YAYIN VE RÖPORTAJLARDA yayınlarlar. Sıktınız beyler, siz kimi isterseniz ona devlet yönettirecektiniz de, bu seçimler ne için yapılır, bu kadar para ne diye harcanır? Koyun bi bosran korkuluğunu, o yapsın bu işleri. hem sizlerin yapacağı çok iş(!) vardır.