22
Mayıs
2024
Çarşamba
YAŞAM

Neden 'gavur' İzmir?

Cumhuriyet mitingi ile  gündeme gelen, Recep Tayyip Erdoğan'ın ima ettiği  "gavur İzmir" sözünün niçin söylenmiş olduğunu kenthaber köşe yazarı Erdem Yücel  kendince yorumladı... 

Başbakanın “İzmir’e ne denir bilir misiniz? Ama biz bunu önümüzdeki seçimlerde değiştireceğiz” sözü, basında ve toplumda yeni bir tartışma başlattı. Bu tartışma yeni bir gündem veya buna benzer yeni bir söz ortaya çıkıncaya kadar da süreceğe benziyor. Başbakanın bu sözü ile, İzmir’i üstü kapalı olsa da “Gavur İzmir” olarak tanımlamak istediği ileri sürüldü. Siyasilerimiz, basınımız bu sözü tartıştı, kendi doğrultusunda bir şeyler söylemeye çalıştı, tartışması yapıldı ve halen de yapılıyor. Bazı CHP’liler savcılığa suç duyurusunda bile bulundular. Ne var ki, bundan en çok üzülen de gerçek İzmirliler oldu.

Kısacası, herkesin aklı biraz karıştı ve biraz da suni gündem yaratıldı. Ardından Başbakanlık sözcüsü Akif Beki, Başbakanını “Gavur İzmir” ifadesi kullanmadığını Solun Kalesi imasında bulunduğunu basına açıkladı. İzmir’in solun kalesi olduğu iddiası da tamamen yanlış ve yakın tarihi bilmemekten kaynaklanan talihsiz bir açıklamadır. Gazeteci Mustafa Mutlu’nun deyişi ile komik bir savunmadır. İzmir hiçbir zaman solun kalesi olmamıştır; 1954 yılından bu yana yapılan seçim sonuçlarına baktığımızda İzmir’in daima demokrasiden yana olduğu açıkça görülmektedir. Örneğin Demokrat Parti, l954 ve 1957 seçimlerinde, CHP’yi tamamen silerek İzmir’den büyük çoğunlukla oy almıştır. Demokrat Parti, 1960 ihtilalinden sonra ortadan kalkınca Adalet Partisi 1961ve1969 seçimlerinin galibi olmuştur. 1973 ve1977 seçimlerini CHP’nin almasında Bülent Ecevit’in Karaoğlan efsanesinin ortaya atılışı kadar, sağ partilere gösterilen bir reaksiyon olduğu düşünülmektedir. Halkçı Parti ile ANAP 1983 seçimlerinde başa baş oy almış, 1991 seçimlerinde beş parti arasında sol partilerin toplam oyu %40’ın altında kalmıştır. Refah Partisinin oyu ise %5 civarında kalmıştır. Bu da dinci partilere İzmir’in pek yüz vermediğini açıkça göstermektedir. l995 seçimlerinde Refah Partisi %8’de kalmıştır. 1999 seçimlerinde ise DSP %40, ANAP %15, CHP %9 ve Fazilet Partisi de %4 oy almıştır.

Bu seçim tablosu gösteriyor ki, İzmir hiçbir zaman sol partilerin kalesi olmamıştır. Ancak dinci kökenden gelen ve bunu kamufle etmeye kalkan partiler de İzmir’den hiçbir zaman oy alamamışlardır. Ahmet Hakan’ın bir yazısından öğrendiğimiz kadarıyla bir parti veya cemaatin desteklediği ışık evleri de burada tutunamamıştır. Benim çocukluğumun birkaç yılı İzmir’in yanı başında Manisa’da geçmiştir. O günlerde olduğu gibi bu gün de İzmir, her zaman “Demokrat İzmir” olarak tanınmıştır. İzmir’in köklü gazetesi Yeni Asır’ın yanı sıra Demokrat İzmir Gazetesi daima ön planda gelmiştir.

Gavur İzmir kavgasının arkasında hiç kimsenin üzerinde durmadığı, kültürümüz açısından acı bir olay vardır; O da İzmir’in tarihini bilmemektir. İzmir’e “Gavur İzmir” denilmiştir. Ama kim demiştir bilir misiniz? XIV.Yüzyılın başında Büyük Menderes’ten itibaren Tire, Ayasuluk ve Birgi bölgesinde kurulan bir Türk Beyliği olan Aydınoğulları bu sözü İzmir için kullanmıştır. Orta Çağ’da İzmir, Avrupa’dan Kudüs’e giden Haçlı ordularının yol güzergahı üzerinde idi. Haçlılar bugünkü Kadifekale’de toplanır, kale çevresinde yaşayan Rumlardan izzeti ikram görürlerdi. Çevrede ise, yöreyi baskı altında tutan Türk Beyliği Aydınoğulları vardı. Haçlıların, eski ismi Kaydefa olan Kadifekale’de toplanmalarından ötürü Aydınoğulları Beyliği de buraya “Gavur” ismini yakıştırmıştır.

Bir söz söylemeden önce biraz tarih karıştırmamızın önemini bir türlü öğrenemedik. Bunu yapmayınca da gaflar birbirini izliyor, pot üzerine pot kırılıyor.

İzmir’in XIX.Yüzyıl tarihini Soner Yalçın “Efendi” isimli kitabında gözler önüne sermiştir. İlk kez Avusturya-Macaristan İmparatorluğu İzmir Başkonsolosu Dr. Karl von Scherzer l873’de Viyana’ya gizli olarak gönderdiği raporunda “Türkler, İzmir vilayetinin ticari yaşamında gözükmemektedirler” diyerek bu konudaki görüşünü belirtmiştir. O günlerde İzmir’in nüfusu 155.000 olup, bunun 75.000’i Rum, 45.000’i Türk, 15.000 Yahudi,10.00’i Katolik, 6.000 Ermeni ve 4.000’i de diğer yabancılardan oluşuyordu. XIX.yüzyılda Türkler İzmir’in ticari yaşamında söz sahibi olamamış, çoğunlukla kırsal kesimde yaşamış, tarım ve hayvancılıkla geçinmişlerdi. Bunun yanı sıra İzmir’e yerleşmiş yabancılar ile Osmanlı tebaası ekalliyet ticaret ve komisyonculukla uğraşıyordu. Tanzimat’ın ve İslahat Fermanı’nın getirdiği haklardan yararlanan yabancılar vergiden muaf tutuluyor ve herhangi bir suç işlediklerinde de kendi konsolosluklarında yargılanıyorlardı. Tanzimat’ın ilanı ile İslahat Fermanı’nın biraz da Avrupa çıkarlarına yönelik olup olmadığı da tartışılacak bir konudur. Ne yazık ki, bunun üzerinde de tarihçilerimiz yeterince durmamışlardır. Bu dönemde yabancı devletler; başta İngiltere, Fransa ve İtalya olmak üzere İzmir’de konsoloslukları vardı ve bunlar şehrin yönetiminde söz sahibi olup, kendilerine ters düşen valileri değiştirebilme gücüne de sahiptiler. Nitekim İzmir Valilerinden Ahmet Rasim Paşa, Mehmet Hurşit Paşa, Hacı Naşid Paşa eski sadrazamlardan Abdurrahman Nureddin Paşa bunların başında geliyordu. Bu dönemde İzmir’de Evliyazadeler, Yemişçizadeler, Kapanizadeler, Osmanizadeler, Şerifzadeler, Caferizadeler, Uşakizadeler, Mussulluzadeler, Kilimcizadeler, Tuzcuzadeler, Helvacızadeler ve Giridlizadeler gibi zengin Türk aileleri de yaşıyor ve ticareti yabancılarla birlikte ellerinde tutuyorlardı. Bu aileler yabancılar ile birlikte ticaret yapıyor, şehrin ayrı bir kesiminde Tilkilik (Dönertaş) ve Karşıyaka gibi semtlerde yaşıyorlardı. Bu ailelerden bazılarının İspanya’dan sürülmüş Yahudi ailelerinin soyundan, Buldan ve Konya’dan geldiklerini, birbirleri ile akrabalık ilişkileri olduğunu Soner Yalçın belirtmiştir. Bu konu bizim yazımızın dışındadır.

İzmir’deki yabancı egemenliğinin nedeni, Osmanlı yönetiminin yanlış tutumunda aranmalıdır. Osmanlı yönetimi Osmanlı’yı yalnızca İstanbul olarak düşünmüş, Anadolu başta olmak üzere tüm topraklarının sosyal ve ekonomik yönüne ilgi göstermemiştir. Nitekim bunun acı sonuçlarını daha sonraki yıllarda Türkiye çekmiştir. Atatürk, Cumhuriyet ile birlikte Anadolu’nun sorunlarını çözmeye çalışmış, batının sömürülecek topraklar düşüncesinden Anadolu’yu sıyırmıştır. Ne yazık ki, O’ndan sonra gelenlerin, O’nun yolundan yeterince yürüdüklerini söyleyemeyiz.

XIX.Yüzyılın ikinci yarısında İzmir’de farklı bir sosyal yaşam vardı. Üst tabakada yaşayanların evleri fayans sobalarla ısınır, abajurla aydınlanır, küvetli banyolarda yıkanırlardı. Bunlar o günlerin Anadolu’su ile taban tabana zıttı. Salonlarındaki koltuk takımları yemek masaları, duvarları kaplayan büyük aynalar, duvar saatleri ile farklı bir yaşam sürülür, piyano sesleri her evden duyulurdu. Deniz kıyısında iki katlı evlerde yaşamak moda idi. Ayrıca şehirde C.Whittall and Co. ve Levant Co. isimli yabancı şirketler kurulduğu gibi, onların devam ettiği Smyrna Races Club başta olmak üzere özel kulüpler vardı. İzmir sosyetesi at yarışlarında bir araya gelirdi. Bütün bu Levantenler İzmir çevresindeki Aydın, Manisa gibi yerlerdeki incir, üzüm gibi ürünleri toplar, batıya gönderir ve komisyonculuk yaparlardı.

İzmir’de batının sosyal ve ekonomik yönden egemenliği 9 Eylül’de Türk ordusunun İzmir’e girişine kadar sürdü. İzmir’in kurtuluşu ile birlikte ezilen yerli halk kendi benliğine kavuştu ve kendisini sömürenlerden bir ölçüde kurtuldular.

Şimdi sormak gerekir. İzmir’e “Gavur İzmir” bu yüzden mi denilmiştir? Yoksa Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren çağdaşlaşmanın bir örneği mi olmuştur?

Cumhuriyetin ilanından sonra İzmir her zaman aydınlığın bir sembolü olmuştur. Benim büyükbabam Cumhuriyetin ilanından sonra İzmir’e atanan ilk hakimlerdendi. Cumhuriyetin ilk yıllarında en görkemli baloların burada verildiği, halkın ve özellikle kadınların çağdaş giysileri burada hemen benimsediğini söylemiştir. Kısacası İzmir aydınlanmanın ve çağdaşlaşmanın örneği olmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra İzmir daima çağdaş, demokrat ve uygar bir kent olmuştur. İzmir’i üzen iki önemli nokta olduğunu da burada sırası gelmişken belirtmekte yarar vardır; bunların başında Yunan işgali ve Cumhuriyetin ilanından sonra yakınındaki Menemen’de Kubilay’ın şehit edildiği yobazların isyanıdır. Ayrıca Yunanlılara atılan ilk kurşun da yine İzmir’de olmuştur.

Gavur sözcüğü, çok çirkin bir sözcüktür. Gavur sözcüğü bence cehaletin ta kendisidir. Sözlükler “Gavur”u Müslümanların dışında olanlar, dinsizler için kullandığı gibi, acımasız, katı inatçılar, bir işin boşa harcanması gibi yerlerde de kullanmıştır. Bu konuda üretilmiş ve kullanılmış sözcükler de vardır, Örneğin Gavur etmek, Gavur eziyeti, Gavur icadı, Gavur inadı, Gavur olmak, Gavur orucu,Gavur ölüsü,Gavura kızıp oruç yemek gibi...

İzmir’in bu günkü aydın ve çağdaş görünümü bazı kişilerin işine gelmemiş, bağnazlık da buraya sızmamış olabilir. Nitekim 1954’den beri yapılan seçimler de bunu göstermiştir. İzmir “Gavur İzmir” olmadığı gibi, bugün çağdaşlaşmanın, aydınlanmanın uygarlığın sembolüdür.
Eğer uygarlık ve aydınlanma gavurluk ise, bu konuda bizim söyleyecek bir sözümüz yok...


erdemyucel2002@hotmail.com

erdem yücel/kenthaber
Yayın Tarihi : 13 Mayıs 2007 Pazar 14:23:16
Güncelleme :13 Mayıs 2007 Pazar 15:00:53


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Atalay IP: 88.243.110.xxx Tarih : 15.05.2007 14:13:24
önemli bir afişin remini unutmuşsunuz! "gavur İzmir kadar müslüman olun, yeter!" başka söze de gerek yok, onlar anladılar...

önder gürbüz IP: 91.32.232.xxx Tarih : 12.03.2008 08:46:45

11.03.2008 ".gâvur İzmir." "Gâvur İzmir" deyimine tarihsel bir yaklaşım sergilemeyeceğim. İlgililer zaten bilir. Gâvur kelimesinin sözlük anlamı: - Dinsiz kimse, - Müslüman olmayan kimse, - Merhametsiz, - Acımasız, - İnatçı, - Düşman. Türkçemize Farsçadan girmiştir. Aşağılama ve hor gösteren bir anlam içermekteyken zaman içersinde kâfir sözcüğü ile eşanlamlı olarak da kullanılmaya başlanmıştır. İktidarda olan zihniyet ve onları destekleyenler, kendileri gibi düşünmeyen herkesi bir nevi "gâvur" ilan etmiştir. Onun için İzmirli vatandaşlarımız lütfen üzülmesinler ama söylenen sözleri de kesinlikle unutmasınlar. Unutmasınlar ki zamanı geldiğinde bu sözleri diğer TÜRKIYE CUMHURIYETI vatandaşları gibi hatırlasınlar. Çok söz söylediler ve o kadar yüzsüzce hareket ediyorlar ki şaşırmamak elde değil! Ancak söylemleri bir, bir ortaya çıktıkça elleri ayakları birbirine dolanmaya başladı. Vaatlerini tutamadıkça hoyratça hareketler ile beceriksizliklerini örtbas ediyorlar (türban ile örtmeye çalışıyorlar da diyebiliriz). Vahşi denecek bir anlayış ile Atatürk'e saldırma cüretini gösteriyorlar. Ya Atatürkçüler? Bu zihniyet, bu tutumunu hiç çekinmeden sergilerken bizler üzerimize düşeni yapıyor muyuz? Kesinlikle hayır! Lütfen hatırlayın, rahmetli Karaoğlan -Bülent Ecevit- Merve Kavakçı denen insana haddini nasıl bildirmişti. Ciddi bir muhalefet! Ciddiyet, bu kadar mı zor? >>> Halkın oyu ile iktidara gelenler yine halkın oyu ile giderler. <<< CHP genel başkanı Sayın Baykal halkın oyuna pek önem vermiyorlar galiba. Eğer önem verselerdi hani "anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az" misali bunca seçim kaybettikten sonra hala o koltuğa yapışıp kalmazdı. En azından ama ciddi bir muhalefet anlayışı ile AKP başkanının kendisi ile dalga geçmesini önlerdi. Neyse kendileri bilirler! Ama biz laik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları toparlanmalıyız. Bu toparlanma nasıl olabilir diye soranlara bir örnek vermek istiyorum. Mahatma Gandhi ismi sizlere bir şey ifade ediyor mu? Hindistan'da İngiliz sömürgeciliğine karşı Demokratik savunma araçlarını başarılı bir şekilde kullanarak ülkesine bağımsızlığını kazandırmıştır. Gandhi'nin direniş felsefesi arasında şiddetsizlik ve gerçekçilik kavramları da vardı. Ve bence bu felsefenin iki içeriği de bizlere yakışır. Atatürkçülerin şiddete, yalan dolanla, iftiraya ya da hakaret etmeye ihtiyaçları yoktur. Zaten bu tutum bizlere yakışmaz. Savunduğumuz davanın özü ile çatışır. Örgütlenme esastır. Şuurlu ve disiplinli bir şekilde "sivil itaatsizlik", birliktelik, kararlılık, özgüven ve azim ile Demokrasi anlayışını sulandıranlara ya da kendi amaçlarına uygun bir şekilde çarptırmaya çalışanlara karşı mücadele edebiliriz. Önder Gürbüz www.gurbuz.net


BİROL AKSU IP: 195.174.178.xxx Tarih : 2.01.2009 17:31:38

Gavur izmir adı;İzmir 1340 yılında Latin donaması tarafından zapt edilmiş idareside Rodos şövalyelerine verilmişti.Aydınoğulları şehri geri almak için çok uğraşmışlarsa da kalesi fazla müstahkem olduğundan başaramamışlardı.Bunun üzerine geride 2.bir İzmir şehri kuruldu.Buna müslüman İzmir dendi.Rodosluların elinde kalan sahil şehri ise Gavur İzmir diye anılmaya başlandı.Daha sonra Y.Beyazıd İzmirin tamamını alınca buranın kumandanlığını Hasan ağaya verdi.İzmir oğulları denen ailede işte bu zattan gelmiştir.