16
Mayıs
2024
Perşembe
YAŞAM

Ünlülerin saçına yalnız onun eli değer

İftira etmeyin, benim kuaförüm filan değil! Bir kere bile saçımı ne kesti ne de taradı. Ama o bir efsanedir.

Üç efsaneden biridir: Erdem Kramer, Metin Mehmet Bahçecik ve Muammer Yaprakgül. Vehbi Koç’un merak ettiği adamdır o. "Sen benden meşhursun evladım. Bütün aile efradım ve dostlarım sana geliyor, seni merak ettim, tanışmaya geldim" dediği adam. Mesleğinde bir duayen. Bu ülkede ne kadar tanınmış insan varsa, Zeki Müren’den Muazzez Abacı’ya, Ajda Pekkan’dan Belma Simavi’ye kadar, herkesin saçına, onun eli değdi. Hálá değiyor. Bugün bu sayfada yaptığı işi çok iyi yapan bir adamın hikayesini okuyacaksınız. İşine aşık bir adam. Aynı zamanda kadınlara da...

Nereden geldiniz, nereye gidiyorsunuz?

- Valla, anne tarafım Yanya’dan, baba tarafım Tiran’dan...

Varlıklı bir aile mi?

- Nerdeee? Ben doğduğumda, dedem ve anneannem Balmumcu’da bahçıvanlık yapıyorlarmış. At arabasıyla mahalle mahalle gezip, domates, biber, patlıcan satarlardı, hatırlıyorum. Yoksulluk ve sefalet içinde geçen bir çocukluk. Ben de dut ve incir satıyordum.

Babaya gelelim...

- Baba eve 3 gün gelirse, 25 gün yok. Çiçek Pasajı’nda çiçek satıyor. Annem zavallı, bizi okutmak istiyor, babam da "Ne gereği var?" diyor. Annem, bizi okutabilmek için bir yün fabrikasında çalışıyor. Ne var ki, ilkokulu zar zor bitirdim. Sonra, beni bir terzinin yanına koydular. Sevmedim. Bir de parası azdı. Ben, bisiklet istiyorum. Terzinin yanında çalışarak almam mümkün değil. Dediler ki, "Seni kuaföre verelim. Bisiklet de alırsın, her şeyi alırsın..." Önce Beyoğlu’nda, sonra Talimhane’de bir mahalle berberinde çalışmaya başladım. Bir müşterim, "Türkiye’nin en büyük kuaförü Vecihi’dir, yanına kalfa arıyor, senin adına konuşurum, onunla çalış" dedi. "Yok, istemem, sağ olun" dedim.

Neden istemediniz?

- Çünkü korktum! O kadar büyük bir isim ki. Gerçi mahalle berberinde de ne uzarım ne kısalırım, onu da biliyorum. Tarlabaşı’nda bir odada 6 kişi kalıyoruz, önümü göremiyorum ama onun gibi birinin dükkanında da çalışmaya cesaret edemiyorum. Annem dedi ki: "Git bir kapısına bak bakalım..." Sözünü dinledim, gittim. Kadının biri çıktı. Ben de arkasından fırladım. Galatasaray’a doğru yürüyor, ben de onu takip ediyorum...

VECİHİ BEY’İN MUHTEŞEM SAÇI

Pardon, niye takip ediyorsunuz?

- Vecihi Bey’in taradığı o muhteşem saçı görmek için! Sağından giriyorum, solundan çıkıyorum, saçı inceliyorum. Sonunda tam olarak gördüm. Aman Allah’ım o ne saçtı öyle, bir sanat eseri. Otobüse bindim eve geldim, acayip moralim bozuk, "Anne" dedim "Adam dahi, inanılmaz bir saç taramış" "İyi ya, çalış onunla" dedi. "Yok" dedim, "Benim yeteneğim ve görgüm yetmez!" Ama tabii sonunda orada çalışmaya başladım. Hiç saçı olmayan 1.50 boyunda bir adamdı, ama sanki bir dev. Müşteri 5-6 saat onu beklerdi, hiç sesini çıkarmazdı, dillere destan topuzlar yapardı. Onun yanında inanılmaz çok şey öğrendim.Ve askere gittim.

Ayyy çok fena. Mesleki olarak durakladınız askerde öyle değil mi?

- Tam tersine. Orduevi’ndeydim Ankara’da. Mesela Ajda yeni programı mı başlıyor, Vecihi Bey, "Orada oğlum var, ona git" diye bana yolluyor. Sonra Neriman Köksal geliyor, Zeki Müren geliyor, Gülşen Işık geliyor. Öyle bir an geldi ki Orduevi’ne günde 25 müşteri giriyor. Müthiş bir askerlikti anlayacağın. Hatta o kadar ki, Ankara’da kalmaya karar verdim, Vecihi Bey kalktı geldi, "Delirdin galiba?" dedi, "Herkes Ankara’dan İstanbul’a göç eder, sen Ankara’ya mı taşınacaksın. Kalk gidiyoruz İstanbul’a." Ne var ki, 6 ay daha birlikte çalıştık, anlaşamadık ve ayrıldık.

Sonra?

- Onun rakibi olan Kuaför Demir’e girdim. "Vecihi’nin adamı bana yaramaz" diye beni önce almak istemedi, araya hatırlı dostlar girdi, Dündar Kılıç gibi. İşe aldı almasına ama 6 ay bana selam vermedi. Her şeye sıfırdan başladım yani. Ama nasıl çalışıyorum, nasıl kendimi göstermeye uğraşıyorum. Makyajcıların, manikürcülerin saçını kesip tarıyorum. Soruyorlar: "Bu saçı kim taradı?" Ya da Demir Bey Avrupa’dan peruklar getirmiş, çuvallara koyup bir kenara atmışlar, onları yıkayıp, kesip, tarıyorum, vitrine koyuyorum. Gören "Bu saçı kim kesti, kim yaptı?" diye soruyor. "Muammer mi? Gel bakayım oğlum sen buraya." 2.5 ay içinde acayip müşterim oldu.

İşle yatıp kalkıyorsunuz yani...

- Bir de sevgilim vardı, ayıptır söylemesi: Filiz. Dükkanda birlikte çalışıyoruz. Aşkımız gizli. Güzellik uzmanı. Vaktiyle Adana pavyonlarında çalışmış, Adanalı birinin kapatması olmuş, adam onu pavyondan çıkartmış, Paris’e götürmüş. Filiz orada 7-8 sene yaşamış, makyaj üzerine eğitim almış, cilt bakımı filan öğrenmiş, sonra da adam onu Divan Oteli’ne Demir Bey’in dükkanına koymuş. İlişkileri sürüyor, ama bu arada benimle de birlikte. Müthiş bir kızdı. Benden büyüktü. Bana çok şey öğretti. "Şarap kadehi nasıl tutulur?" "Kadeh kaldırırken öyle havaya ya da önüne değil, karşındakinin gözünün içine bakılır." Ben bunları hep ondan öğrendim. Çok aşık oldum ona. "Bir gün seni bir yere götüreceğim" dedi. Meğer falcıya götürecekmiş...

Eeeeee?

- Tabii ben o kadar ümitsizim ki. Tamam gelecek vaat ediyorum, çok da çalışıyorum ama bütün paramı eve veriyorum, Filiz’i adam gibi yemeğe bile götüremiyorum. Cihangir’de dik bir yokuştaydı Falcı Ayhan Hanım’ın evi. Baktı falıma, başladı anlatmaya: "Üç vakit bile değil, çok kısa zamanda yurtdışına gidiyorsun." Güldüm, "Mümkün değil. Ben İzmir’i bile görmedim" dedim. "Gideceksin evladım" dedi, "Sonra ev alıyorsun, araba alıyorsun, kendi işini kuruyorsun, mesleğinde çok ama çok yükseliyorsun. Bir an gelecek ki senin üzerinde hiç kimse olmayacak. Ve bütün bunlara 26 yaşına basmadan kavuşmuş olacaksın. Olan bitene sen bile inanamayacaksın!" dedi.

Aşk maşk yok mu peki falda....

- "Evleneceksin, çocukların olacak" dedi. Ama Filiz değildi kastettiği. Biz güldük çıktık oradan. Ciddiye almadım tabii. Bu arada müşterilerim günden güne artıyor. Ve bir gün Demir Bey, "Bu pazar işin var mı?" dedi. "Yok abi" dedim. "İyi o zaman Tarabya’da bir yemek yiyelim seninle" dedi. Ve orada küt diye "Paris’e gidiyorsun, pasaportunu çıkart" demesin mi? Aman Allah’ım, bana 6 ay selam vermeyen adam, mesleğimde ilerlemem için beni Paris’e yolluyor. Gittim. Ve bir sürü yenilikle döndüm. Neredeyse bütün Türkiye bizim dükkanın müşterisi oldu...

Kimler mesela?

- Bir kere baştan aşağı Yeşilçam, Türkan Şoray, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Emel Sayın, Fatma Girik... Sonra Koç ve Sabancı ailesi, Musevi camiası, Ermeni camiası, Rum camiası. Bana tatil- matil yok, ne senelik izin ne haftalık, Allah ne verdiyse çalışıyorum. Bir gün, saat 6 civarı, dükkan inanılmaz kalabalık, dediler ki: "Vehbi Koç geldi, seni istiyor?" Hoppalaaaa! "Ne alaka? Beni niye istesin?" Hemen çıktım, "Buyurun" dedim. Şöyle bir baktı bana, "Sen Muammer misin?" dedi. "Evet" dedim. "Evladım" dedi. "Sen benden bile meşhursun. Aile efradından, dostlarımdan hep seni duyuyorum, seni merak ettim, tanımak buraya için geldim." O arada içeriden Sevgi Gönül fırladı, "Yanlış anlama" dedi. "Babam başarılı şirketleri dolaşır, başarılı yöneticilerle tanışmak ister. Ne özelliği var diye merak eder." Benim tabii sesim sedam kesildi, öylece duruyorum. Sordu: "Kaç yaşındasın oğlum?" "23 efendim." "Güle güle çalış..." dedi, gitti.

Siz de anlaşılan öğüdünü hep tutmuşsunuz...

- Evet, gerçekten de hep güle güle çalıştım. Önce evimi aldım. Hayatta ödeyemem bu senetleri derken, ödedim. Ama tabii hiçbir eşyamız yok, iki tane divan o kadar. Rahmetli annem, Nispetiye Mahallesi’ndeki bu 4 odalı evin bütün pencerelerine gazete kağıtları yapıştırdı unla, içinin boş olduğu görülmesin diye. Yavaş yavaş eşya aldım. Sonra Murat 124’ler yeni çıkmıştı. Önce Ajda aldı bir tane, sonra da ben. 6 ay sonra bir BMW aldım. Ama hep çalışıyorum, sürekli çalışıyorum. Gece 2’de bile saç tarıyorum, eve 3.5’ta dönüyor, 8’de tekrar iş başı yapıyorum.

Hiç sevgilinizin adı geçmiyor...

- Demir Bey işten çıkardı. Çünkü Demir Bey’le ortak olmuştuk, dikkatimin dağılmasını istemiyordu. Filiz de o sırada, Vecihi Bey vefat etmişti, onun dükkanını satın aldı, zannediyordu ki ben de geleceğim onunla birlikte çalışacağım...

Gittiniz mi?

- Hayır. Taş yerinde ağırdır dedim, gitmedim. Ben işlerimi rayına oturtmuştum. Türkiye’nin en çok iş yapan kuaförüydüm. Vecihi Bey öldükten sonra işler 10 misli daha artmıştı. "Kusura bakma, gelemem" dedim.

İş, hep mi daha önemli oldu hayatınızda?

- Düzenim bozulurdu gitseydim... Evet, ben işimi çok sevdim...

Hayatta en çok işinizi mi sevdiniz?

- Ben her şeyi işimden gördüm. Mecburdum böyle davranmaya. Başarılı bir kuaför olmadan önce kimse yüzüme bile bakmıyordu. Pek çok kere aşık oldum ama kadınlar yüz vermiyordu. Ancak belli bir yere geldikten sonra kadınlar benimle ilgilenmeye başladılar. O kadar ki, bir ara kendimi şaşırdım. Alain Delon muyum neyim dedim. Türkiye’nin en güzel kadınlarıyla ilişkim var. Millet onlara para akıtıyor, onlarsa benim yanımdan ayrılmıyor. Şöhret böyle bir şey, işinizde başarılıysanız, kadınlar size gelir. Allah’tan sonra durumu toparladım.

Nasıl?

- E gittim, evlendim. Evlendiğim gün 23 tane sevgilim vardı, düşün. Hepsi müşterimdi, dükkana gelirlerdi. Hepsi birbirini tanırdı, ama hiçbirinin birbirinden haberi yoktu. Neyse ki son anda direkten döndüm. Bugün 8 ayrı yerde 21 dükkanımız var, 600 kişi çalışıyor yanımda. Bunda kendimi şaşırmamış olmamın payı çok.

Eşiniz peki?

- O da müşterimdi. Beyaz Kelebekler’den, Sevil Özyurt. Esas olarak annem tutturdu, "Bu kız benim gelinim olacak" diye. Demek ki kısmetmiş, evlendik. "Sen gidince bak neler oldu" diye bir şarkı vardır, o şarkıdaki ses benim karıma aittir. Evlendikten sonra gazino hayatını bıraktı, evinin kadını oldu. Allah’tan öyle bir kadınla birlikteyim ki, dünyada hiçbir şeyde gözü olmayan bir kadın. 32 senedir evliyim. "Onun şusu var, benim yok" demedi. Beni hiçbir zaman işimden alıkoymadı. İşim hep birinci planda, o hep ikinci planda kaldı...

DÜNDAR KILIÇ’A GİTTİM

MOS nasıl kuruldu?

- Demir Bey’den ayrılınca Maçka’da kendi dükkanımı aldım...

Hayrola Demir Bey’le neden ayrıldınız?

- Biraz hadiseli oldu aslında. Son zamanlarda o artık sadece para alıyordu, yalısında yaşıyor, dükkana mükkana uğramıyordu. Vehbi Bey, "Demir’i çıkartalım burayı sen işlet" dedi, "Ekmeğini yedim, olmaz" dedim. Demir Bey’le 5 yıllık yeni bir sözleşme yaptık, artık babam gibi olmuştu. O 5 yılın sonunda, konuşmaya gittim, "Oooo süreyi kaçırdın, üç gün önce ihbarname çekmen gerekiyordu, ortaklık otomatik olarak 5 yıl daha uzadı" dedi. Şoka girdim. Dündar Kılıç’a gittim, kızının, gelininin, karısının saçını ben tarıyordum, Allah’tan araya girdi, sorun kestirmeden çözüldü.

Peki Sedat ve Orhan ne zaman çıktı ortaya?

- Kendi dükkanımı açıp Maçka’da 10 yıl kadar tek başıma çalıştıktan sonra bunlar geldi. "Biz sadece kuaförlük yapmak istemiyoruz artık. Bu mesleği geliştirmek istiyoruz. Gel bize abilik yap, okullar açalım, insanlar yetiştirelim, dükkanlara bilgisayarı sokalım" dediler. İki zirzop, ama inanılmaz yetenekli zirzop. "Tamam" dedim, beş kuruş para ödemediler ama ben onları ortak aldım. Ve MOS dönemi başladı. Türkiye’de kuaförlük sınıf atladı. L’Oreal’le okul açtık, Milli Eğitim’le işbirliği yaptık, çıraklar yetişmeye başladı...

Demek ki falcı haklıymış...

- Evet evet. Bir gün aklıma geldi, ziyaret edeyim dedim. Evine gittim, ölmüş...

Peki Filiz ne oldu Filiz...

- Bir daha hiç görmedim. Ama Erol Simavi, bir gün beni çağırdı, "Muammer biliyor musun senin kızı nerede gördüm?" dedi. Şöyle bir yüzüne baktım, "Nerede efendim?" dedim. "Bursa’da pavyonda" dedi. O sözünü ettiğim dükkanı alıyor, ben gitmeyince işletemiyor, iflas ediyor, Adanalı adam da bırakıyor onu, tekrar pavyona düşüyor. Çok üzüldüm.


ayşe arman/hürriyet
Yayın Tarihi : 18 Mart 2007 Pazar 12:31:06


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?