2
Mayıs
2024
Perşembe
MERSİN

Küçükbaş hayvan yetiştiricileri sıkıntılı

Mersin'de küçükbaş hayvan yetiştiriciliği yapan aileler, hayvancılığın artık karlı bir iş olmadığını belirterek, Türkiye'de otlakların azalmasından dert yandı.

Mersin merkeze bağlı Çavak köyünde dede mesleği hayvan yetiştiriciliğiyle uğraşan Nevzat Başpınar, 2 çocuğu ve eşiyle naylon kaplı barakada 130 küçükbaş hayvanla birlikte yaşıyor.

Ailece her gün onlar gibi yaşadıklarını, gece hayvanların yanında yatıp gün boyu onların başında beklediklerini söyleyen Başpınar, Türkiye'de hayvancılığın giderek yok olduğunu söyledi.

Kötü yaşam koşulları ve sık sık hastalıklarla boğuşmalarına rağmen dede mesleği hayvan yetiştiriciliğini ailesiyle birlikte sürdürmeye devam ettiklerini ifade eden Başpınar, köylerinde hayvancılığın babadan oğula geçen bir meslek olduğunu kaydetti.

1930 yılında dedesinin başlattığı hayvancılığın sonra babasına, ondan da kendisine kaldığını söyleyen Başpınar, "Küçük yaşta babamla birlikte hayvan gütmeye başladım, hala bu işe devam ediyorum. Oğlum ve kızım da bana yardım ettikleri için onlar bu mesleği devam ettirecekler. Nereye kadar böyle gider bilmiyoruz. Bizim yaşam tarzımız bu olmuş. Başka iş, meslek görmedik, yapmadık. Bundan sonra da başka iş yapmamız mümkün değil. Herkesin uzmanlık alanı vardır. Bizim de uzmanlık alanımız hayvancılık olmuş" dedi.

Ailece kalabalık olmadıklarını, 2 çocuğu ile birlikte 4 kişilik nüfusun ekmeğini bu hayvanlardan kazandığını kaydeden Başpınar, "130 tane hayvanımız var. Biz ailece her gün onlar gibi yaşıyoruz. Onlar nerdeyse biz de ordayız. Gece onların yanında yatıyor, gün boyu sürekli başlarında bekliyoruz. Bizim hiçbir zaman bir evimiz ve düzenli aile yaşantımız olmadı. Dedemden bu zamana kadar yaşam tarzımız hep aynı. Bir barakada yaşıyoruz. Naylonla kaplı olduğu için yazın içinde nefes alamazsınız. Kışın da çok soğuk olur. Yaşama şartlarımızı hayvanlara göre belirlediğimiz için mecburuz böyle olmaya. Başlarından bir dakika ayrılsanız, insanlar arabalarıyla geçerken bile hayvanlardan bir kaçını alıp götürebiliyorlar. Bu tür olaylar çok başımıza geldi. Elimiz kolumuz bağlı bir şey yapamıyoruz" diye konuştu.

Hayvanları ailece güttüklerini ve sürekli hayvanların başında çobanlık yaptıklarını anlatan Başpınar, "Gütmeye yaylara gidince de sürekli çobanlığını yapmak zorundasınız. Hayvan çok olunca tek başınıza bu işi yapmak zor oluyor, bu nedenle ailece güdüyoruz. Akşam da alıp evimize getiriyoruz. Belirli bir mekanımız, yerimiz olmadığı için zor oluyor" şeklinde konuştu.

Hayvanlarla iç içe yaşadıkları için özellikle çocukların sık sık hastalandıklarını vurgulayan Başpınar, "Hayvanlarımızda hastalık olunca veterinere götürüyoruz, aşı yapıyorlar. Salgın olmadan çaresini bulmuş oluyoruz. Ben ileride emekli olmak için kendimi Bağ-Kur'lu yaptım. Hem de bu işlerle uğraştığımız için ve kötü şartlarda çocuklar büyüdüğü için çok sık hasta oluyorlar, onların sağlık güvencesi olsun istedim. Özellikle kızım çok fazla hastalanıyor. Köyün içinde bir sağlık ocağı var, oraya götürüyorum aşı yapıyorlar. Sürekli hayvanların içinde olduğumuz için mutlaka hastalık kapabiliyoruz. Tabii yaşadığımız yerde çok nemli ve rutubetli olunca naylon hava almıyor. Yerde de bir kilim var. Onun üzerinde yatıp kalkıyoruz. Cam yok, kapı yok. Zaten eşyamız yok. Sürekli seyahat halinde olduğumuz için sadece kaplar ve yataklar var. Haliyle çocuklar çabuk hasta oluyorlar. Diğer insanlar kazandıklarını eve, eşyaya yatırıyor. Biz kazandığımızı hayvanlara yatırıyoruz. Bizim sermayemiz de bu
hayvanlar" dedi.

Hayvancılıkla uğraşmanın her geçen gün zorlaştığına işaret eden Başpınar, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Türkiye'de büyük bir yer tutan koyunlar ne yazık ki her geçen gün hızla azalmakta, verim yönünden de ileri bir adım atılamamaktadır. Meralar hızla azalmakta ve tarım alanlarına dönüşmektedir. Tarım alanları ise yerini hızla yerleşim alanlarına veya çeşitli sanayi alanlarına bırakmaktadır. Dolayısıyla hayvancılık ve özellikle koyunculuk, ekime elverişli olmayan dağlık ya da çorak bölgelere doğru kaymakta ve yok olmaktadır. Uzun yıllardan beri eti, sütü, yapağısı ve derisiyle insanların en önemli ihtiyaçlarını karşılayan koyunlar, ülkemizde hemen her yerde yetiştirilmekteydi. Ama artık alanlarımız azaldı. Ormanlarda otlatamıyorsunuz, yasak. Her yer kısa sürede satılıyor. Ya ekin ekiliyor ya da büyük inşaatlar yapılarak bizim alanlarımız her geçen gün daraltılıyor."

Türkiye'de her karış toprağın satıldığını ve hayvan güdecek yerin kalmadığını söyleyen Başpınar, "Biz hayvancılıkla uğraşanlar büyük sıkıntı yaşıyoruz. Hayvanlara yem verelim desek yem de çok pahalı. Biz de bazen yem bazen saman vererek idare ediyoruz. Gittiğimiz yerlerde otlatacak yer bulabilirsek otlatmaya çalışıyoruz. Hayatımızdan çok memnun değiliz. Ama bildiğimiz bir iş diye hayvancılığı da bırakamıyoruz. Bildiğimiz işin peşinden gitmeye devam ediyoruz" diye konuştu.

Koyunculuğun yetiştiriciye çok para kazandıran bir meslek olmadığını belirten Başpınar, "Ancak yapılan işler günün şartlarına göre yönlendirilirse yeterli olur. Koyun yetiştiriciliğinde tek bir verim almaya kalkarsanız bu işten zararlı çıkarsınız. Koyunun her şeyinden para kazanmalısınız ki kar bıraksın. Koyun sadece sütü için yetiştirilmemeli, süt verimi yanında yapağı verimi veya et verimiyle de ilgilenmeniz gerekmektedir. Siz hayvanlara doğru bakarsanız, onlar nankör değildir. Baktığınızın karşılığını fazlasıyla size geri verirler. Hayvanların rahatça dolaşacağı yerler düz ya da az eğimli olmalı, dik ve kayalık olmamalıdır. Meranın büyüklüğüne göre hayvan olmalı ve aşırı otlatma yapılmamalıdır. Ağıllarda barındırılacak hayvanlar ne kadar iyi ırktan olurlarsa olsunlar ve ne kadar iyi beslenirlerse beslensinler beklenen verimi vermezler. Hayvanlar açık havada ve yaylarda otlanırsa çok verim verirler" şeklinde konuştu.

.
Yayın Tarihi : 28 Mayıs 2008 Çarşamba 12:44:18


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?