2
Mayıs
2024
Perşembe
İSTANBUL

Utanmak İçin Etiyopya’ya mı Gitmeli?



30 Ocak tarihli Kent Haber’de Anadolu Ajansı kaynaklı bir haber… Başlığı, “Afrika yoksulluğunu görünce”. 
Yanındaki resme bakınca anlaşıldı olay, konu başbakanın Afrika gezisi… Başbakan o gezide Addis Ababa’ya da uğramış. Addis Ababa ya da benzer söylenişiyle Addis Abeba, bir zamanlar Habeşistan dediğimiz Etiyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti’ nin başkenti. 1886 yılında, İmparator İkinci Menelik’in eşi İmparatoriçe Taytu Betul’un gösterdiği yerde kurulmuş. Bugünkü nüfus dört milyon civarıymış. Seksen civarında konuşulan dil, semaviler de dahil olmak üzere onlarca dinin mensubu varmış kentte…. Günümüz Etiyopya’sının ticaret merkezi olan Addis Ababa, sanayi açısından da önemli bir şehir.

Adil İnsanlar Ülkesi
Etiyopya kralları, ülkelerinin Habeşistan diye anıldığı devirde Hristiyanlığı en çabuk seçenlerden olmuş. Kendilerine sığınan Müslümanlar’ı korumalarıyla da ünlüler. Bu yüksek vasıflara şaşmamak gerek. Ne de olsa ilk Müslümanlar’dan Hazreti Bilâl-i Habeşi’nin ülkesi. Biz de gerek Osmanlı, gerekse Türkiye Cumhuriyeti olarak çoğu zaman yanlarında olmuşuz. Faşist İtalyanlar’ın sömürgeci istilalarına karşı da destek vermişiz onlara. Bugün, ilişkilerimizin artması için karşılıklı çaba içindeyiz.

Hindili Türkiye’den Habeşsiz Etiyopya’ya
Etiyopyalılar ilginç insanlar aslında. Marifet zannederek kendi ülkesine Turkey diyen yaratıkların saçmalıkları yüzünden, Türkiye için yapamadığımız devrimi büyük bir direniş göstererek gerçekleştirmişler. Eski isimleri Habeşistan’ı akıllı bir taktikle silmişler dünyadan. Adres kısmında Habeşistan yazan hiçbir mektubu, hiçbir resmi belgeyi, açacağı uluslararası krizleri dahi sineye çekerek ülkelerine sokmamışlar. Patrik Deveciyan’ın sıkça alay konusu yaptığı huyumuz gibi “Önce atıp, tutup sonra boş vermemişler”. Uygulamalarını el birliğiyle ve ısrarla sürdürmüşler. Sonuçta; pes eden dünya, isteğine ulaşan Etiyopya olmuş.

Başbakanım Utanmış
İşte bu ülkedeki gezisinde sayın başbakanımız, başkentin kenar mahallelerine de gitmiş. Oradaki yoksulluğu görünce çok şaşmış, çok üzülmüş, "Böyle yerleri görünce insanlığımdan hicap duyuyorum” demiş. 
İşin özü bu. Başbakanımızın insanlığından utanç duyması…

Utanmak İçin Etiyopya’ya mı Gitmeli?
Haberin özü ilginç geldi bana. Sayın başbakanımız bu tür utançları duymak için, ta Etiyopya’ya kadar gitmişti. Oysa; Etiyopya trajedisi uzun yıllardır televizyonlarda yayınlanıp internette geniş yer kaplamakta. Sakın, “Sen oradaki sefaleti biliyor musun?” demesin o her şeyi bilenler. Biliyorum. Addis Ababa’da görülenden çok daha kötüsünü hem de... 
Etiyopya’nın kırsal kesimlerindeki açlık, sefalet, hastalık gerçekten insanın içini sızlatacak düzeyde. Çünkü, koskoca Etiyopya' nın mini minnacık bir bölümünde ekili tarım yapılabiliyor. Kişi başı gayri safi milli hasıla yüz ABD Doları’nın az bir şey altındaymış. Altmış milyonu aşkın nüfusun yarısı yoksulluk sınırının altında kazanıyor. Bu oranı ülkemizdeki durumla karşılaştıran kişiler, çok çok iyi olduğunu söylemek zorunda kalır. 
Yiyecek alışkanlıklarına gelince; hem bizler gibi, hem de farklı. Farklılık; bazı et türlerinin çiğ tüketilmesi ve bize ters gelen bazı maddelerin kırsal kesimde kullanılmasından kaynaklanıyor. Lokantalarda, kısaca ETB denen para birimleri Birr’den üç tane verince tıka basa yiyebilir, sonra da karnınızı ova ova “amma da yedim ha!” diyebilirsiniz. Kurlar haftalık olarak tespit edilir. Normal uygulamaya göre, bir Amerikan Doları dokuz ETB civarıymış. Arttı mı, eksildi mi son durumu bilmiyorum. Söz fazla uzamasın. Geçim indekslerini inceleyenlere göre; yaşanan tüm yokluk ve sıkıntıya rağmen Etiyopya'da hayat ucuz mu ucuz. Ne demek istediğimi tam ifade edemedim. Aslında, yokluk nedeniyle hayat pahalılığının ora halkı için had safhada olma gerekliliğine rağmen Etiyopya, Etiyopyalılar için de ucuz bir yer. Bize göre tuhaf kabul edilebilecek bu durumu ülkemizle kıyaslamışsınızdır umarım.

Etiyopya’dan İşverenlerimize Ders Gibi Uyarı
Bitmedi. Etiyopya’da haftalık çalışma süresi 39 saat. Yani bizden çok daha uygarlar iş saatlerinin tespitinde. Üstelik bizde sabah patronun istediği saatte girmek, akşam da patronun istediği saatte çıkmak gibi bir mecburiyetin zulmedici baskısını yaşarsın. Etiyopyalılar genelde beş gün çalışıyorlar. Öğle tatilleri haftanın dört günü bir, bir günüyse iki saat. Resmi tatil günleri, cumartesi ve pazar. Özel müesseselerin çalışma süreleri pazartesiyle cuma günleri arasında ve saat 17’oo ile sınırlı. Devlet daireleri de aynı uygulamayı yapıyor ama orada paydos zamanı 17,3o. Alışveriş merkezleriyse öğlenleri üç saat öğle paydosu yapar ve her gün 19,3o’da kapanır. Hafta sonu geldiğinde kapanış saati 19,oo, çalışma günüyse yalnız cumartesileridir. Bankalar hafta içi saat 16,oo’da, cumartesi günleriyse 12,oo’de kapanır. 
Acep bizde kaç iş yeri öğle tatili verip, işçisinin o bir saatini özgürce bırakır kendisine? Hemen söyleyeyim. Dört dörtlük kurumsallaşmış birkaç şirketi saymazsak; öğle paydosunu özgürce uygulamaya kalkan işçi, pek yakın bir zamanda eline alacağı sepetin seçimini de özgürce yapmaya başlamış demektir.

Takdir Edilmesi Gereken Bir Girişim ve Ona Bağlı Bir Dilek
Sayın başbakanımız; alışılagelmiş çikolata dağıtımından sonra, gerçek anlamda takdir ettiğim, yürekten alkışladığım bir anlayışla “Bu yılın Haziran ayı ortalarında Türkiye’de üst düzey bir Afrika zirvesi yapılacaktır” demiş. Zirve gerçekleşmeden önce, kendi halkımızın sefaletine son verildiği anda, takdirlere yansıyacak bir girişim bu...

Bir kısmı genel kültürmüş gibi görünse de buraya kadar yazdıklarımın başka hangi anlama geldiğini şöyle kısaca yorumlayın lütfen. Eğer gerçekten yorumladıysanız gelmekte olan sözleri de tahmin etmişsiniz demektir. Sıradaki konu, bir başbakanın “İnsanlığından hicap duyması”. Sıradaki konunun özetiyse Türkiye!

Ve Türkiye’nin Hâli
Sayın başbakanım, Türkiye’de işsizlik aldı başını gidiyor. Ortaya atılan olumlu veriler inandırıcı değil. Genci de yaşlısı da gaspçı, terörist, hırsız, tecavüzcü oluyor. Açıklanan enflasyon oranları tümüyle yanlış. Gerçeklerden sapmış hâlde. Onu bile memur emeklisine veriyor, işçi emeklisine vermiyorsunuz. Millet birbirine diş biler hâle geliyor. Emekli olanlar yaşamak için iş arıyorlar. Bulmak ne mümkün. Gençler bulamıyor ki onlar iş bulsun. Emekli maaşları rezil bir seviyede. Emeklilerle ailelerinin yaşatılmaması için verilen sadaka gibi. Emekliye, asgari ücretliye teslim edilmeyen haklar, kaynak yok fırdöndüsüyle başka yönlere gidiyor. En kuytu köşelerdeki evlerin kiraları bile emekli ve asgari ücretlinin maaşını katlıyor. Bu insanlar ne yiyecek, ne içecek, ne giyecek? Terör örgütleri, iç barış kırıcıları, bölücüler, dışa bağımlı götürücüler ve bu durumdan nemalanan bir dolu pislikten sonra, mevcut hâli en iyi kullanan kesim patronlar. Sigortalıları işten çıkmış gibi gösterip hem sigorta primlerinden hem de vergiden kurtuluyorlar. İşçiye gelince… İsterse çıkmasın. İşsizlikten asgari ücretin dörtte birine razı olanların varlığını duyuyoruz sık sık. Başbakanımız boşuna, “Kayıt dışını ihbar edin!” demesin. Birazcık dikkat eden herkes, hemen her iş yerinde, kayıt dışı işçiyi de kayıt dışı işlemi de yakalar. Ortalık kayıt dışından geçilmez hâlde. Üstelik öyle de pervasızca yapıyorlar ki! Başbakanımızın mesleği tüccarlık olduğuna göre, bu konuları çok iyi bilmesi gerek. 
Bir gün o konulara da gireriz inşallah.

Bozulmanın Temeli Ekonomik Sefalettir
Gerek genel, gerekse öz kültürünü yitirmiş insanlar geziyor her yerde. Kitap, gazete okuyan yok. Çünkü onlara ayrılacak paranın “P” harfi bile yok ceplerde. Sabahları erken kalkarsanız, çöpleri ticari amaçla karıştıranların yanında, yemek bulmak için karıştıranları da görürsünüz. Pazarcılar yakın zamana kadar pörsüyen mallarını pazar bitiminde çöpçüler atsın diye bir yana bırakırdı. Onlar bile insanlar alıyor diye vazgeçtiler bundan. Ahlâk, vicdan eksikliği yüzünden halk da halka insaf etmez hâlde. Mezraların acımasızlığı kentlere indi. Yeni felsefe, ne yaparsan yap istediğini kap. Hak, hukuktan korktuğu için sertlikten uzak duranlar çareyi kredi kartında arıyor, sonra da “Ne yaptım ben!” diye feryat figan dövünüyorlar. Zengin habire tırmanırken, işçi, memur, çiftçi, esnaf her an daha fazla düşüyor. Düşünün facianın dozunu. Her aile ortalama 4 kişiyse yok ediliş potasına atılanların adedi çığ gibi büyüyor her an. Etiyopya'nın yarı nüfusu yoksulluk sınırının altında kazanıyordu. Ya Türkiye'nin kaçta kaçı? Bırakalım yoksulluğu, kaçta kaçımız açlık sınırının altındayız? İnsanların açıklanan verilere güveni kalmadığı gibi, kimse de kimseye güvenmiyor. Öyle konuları güvensizlik törpüsüne attılar ki! Değişik bir örnek mi istersiniz? Türbanım da türbanım, dinim, imanım diye bağıranların palavracılığı beni çok etkiledi. Onların eylemlerini din, iman, türban değil, provokasyon amaçlı tezgâhladıkları papanın Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’a yaptığı hakaretle birlikte açığa çıktı iyice. Çok acıdır, hiçbirinin kılı kıpırdamadı bu olayda... Oysa tuttukları kulüp maç kaybetmiş olsaydı görürdünüz gümbürtüyü.

Bitmek Bilmez Sorular
Neden iyi geçindiğimiz komşu ülke yok? Neden bu ülkenin gerçek insanı diğer ülkelerin halklarına göre daha değersiz muamelesi görmekte? AB neden tekme tokat üstümüzde her an? Sivil toplum örgütleri nerde? İnsan Hakları Derneği PKK aşkından ne zaman sıyrılıp adına yakışır işlere bakacak? Terör almış başını bazen rahvan, bazen tırıs, bezen dörtnal gidiyor. Şehit cenazeleri hep gariban çocuğu. Hepsi çelik yeleksiz, hepsi mayın koruyuculardan yoksun.
Anlayamıyorum. Bir ikisi hariç, gazete, dergi ve televizyonlar neden değerlerden bu kadar yoksun yayın yapmakta? Yöneticilerle siyasilerin olan biteni onaylayan davranışlarının amacı ne? Niye herkes güçlüden, para kokusundan yana? Neden namus ve doğruluk alaylara konu? Saygınlığın yolu neden, bilgi, birikim ve kültür değil de namus dışı yollardan da olsa paralı olmaktan geçiyor? Sonunda herkes, birkaç metre kefen içinde veremeyeceği hesapların acısını tatmayacak mı?
Bunun adı toplumsal ahlak çöküşü değil de ne? Sürekli uyarıyorum. Sürekli uyaran başkaları da var. Sanki tüm gayretler boşa... Toplumsal ahlak çöküşünü neyin takip ettiğini bir okuyup öğrenseler! Tarih, öğrenemeyen yöneticilerin ülkelerini soktukları zor durumların en kötü, en acı örnekleriyle dolu.

Öncelik Kimde?
Sayın başbakanım; söylenecek, yazılacak o kadar çok şey var ki! İnsan hangisine değineceğini şaşırıyor. Yazı yayınlandıktan sonra “Keşke şunları da ekleseydim” diyor. Yani ülkemiz insanının, hepimizin derdi çok. 
Hani, “Derdimi suya atsam ummanlar yetersiz kalır” örneği…
Biraz da halkınızla ilgilenseniz. Biraz da halkınızın dertlerini yok etseniz. Biraz da halkınızın hak ettiklerini kendilerine teslim etseniz. Ondan sonra diğer ülkelere birlikte koşsak yardıma…
Yayın Tarihi : 3 Şubat 2007 Cumartesi 00:00:00
Güncelleme :3 Şubat 2007 Cumartesi 18:24:14


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?