Türkiye için kayıp insanlar ülkesi nitelemesi çok mu ağır olur? Devlet Baba yetenekli insanlarını neden cezalandırır? sorusunun bir cevabı var mıdır? Mehmet Ali Kağıtçı, hayatı boyunca bu soruların yanıtını aradı. Onun istediği bilgisini, deneyimini Türkiye için kullanmaktı ama bu kavgayı kaybetti! Türk Sanayi tarihinde kağıt sanayiciliğinin öncüsü olarak tanınan Mehmet Ali Kağıtçının anılarını Baki Kara kitaplaştırdı. Ortaya bir ibret öyküsü çıktı
ŞAZİYE KARLIKLI
Mehmet Ali Kağıtçı, genç Cumhuriyetin ithal etmek zorunda kaldığı kağıdın Türkiyede üretilmesini sağlayan bir öncüydü. Ki, onun bu girişimini takdir eden önemli bir kişi de vardı.
Türk kâğıtçılığının babası sayılan Mehmet Ali Kağıtçı, ilk Türk kağıdını Ulus gazetesinin yeni çıkacak ekinde deneme şansı bulduğunda, gazetenin başyazarı Fatih Rıfkı Atay ile birlikte Atatürke gitti ve eserini gösterdi. Uzun süre eke bakan Atatürk, Kağıtçıya döndü ve "İşte çocuk, uygarlığın hamuru bu" dedi.
Hayatı boyunca gördüğü tek iltifat da bu oldu. Atatürk sonrasında gelen yöneticiler Mehmet Ali Kağıtçıya aynı gözle bakmayacaklar ve onu sistemin dışına atacaklardı.
Mehmet Ali Kağıtçının hayatı, Türkiyenin uygarlaşması için ömrünü harcayan ama -ne yazık ki - yenilenlerin öyküsü! Başka bir ifadeyle Türkiyenin nerede hata yaptığının bir romanı...
Mehmet Ali Kağıtçı, unutulanlar arasında yerini alırken, iyi ki birileri rahat durmadı ve onu bize hatırlattı. Heybeliadalılar Derneği, bir adalı olan ve mücadelelerle geçen yaşamı 1982 yılında son bulan Mehmet Ali Kağıtçının anılarını, vasiyeti üzerine bir kitapta topladı. Dernek Başkanı Baki Karanın hazırladığı ve şu sıralar baskıda olan Türk Kağıt Sanayiinin Öncüsü Mehmet Ali Kağıtçı başlıklı kitap, sanayileşme tarihimize ilişkin ilginç ipuçları veriyor.
Büyük idealler peşinde
Kağıtçının öyküsü 1899 yılında, Heybeliadada başlıyor. Osmanlının hasta zamanı! Yani memleketi kurtaracak idealist adamların zamanı başlamış bir öykünün kahramanı kâğıtçı. O da idealist, o da kurtarıcı kuşaktan... Herkesin yolu ayrı... O, kendine oldukça tuhaf bir işi, kağıt mühendisliğini seçmişti.
1927 yılında Grenoble Üniversitesi, Fransız Kağıt Mühendisliği Okulunu birincilikle bitirince Fransadaki kâğıtçıların ilgisini çekecek, dönemin önemli şirketi Papeteries de Francedan önemli bir iş teklifi alacaktı. Kağıtçı gerisini anılarında şöyle anlatıyor:
"Ben, Türk kağıt sanayiini kurabilme idealimi gerçekleştirebilmek azmiyle yola çıkmıştım. Kadirşinas tekliflerini nezaketle reddettim. Aynı teklifleri İstanbuldaki konsoloslukları aracılığıyla da tekrarladılar. İdealim uğruna yaptığım fedakârlıktan dolayı övünç duyguları içinde, çok neşeli ve sevinçliydim."
Kağıtçının bu sevinci kısa zamanda kursağında kalacaktı. Dönemin Kırşehir Mebusu Müfit Özdeşle bir aile toplantısında karşılaşacak ve gururla aldığı teklifi nasıl reddettiğini ona da anlatacaktı. Mehmet Ali Kağıtçının anılarına dönüyoruz:
"Müfit Özdeş Bey, Atatürkün okul arkadaşı, yakın dostuydu. Beni ilgiyle dinledi. Fakat arkasından enayi diyerek şunları ekledi: Daveti kabul et! Yarın git konsolosa kabul ettiğini söyle ve hemen gitmeye bak! Burada senin kadrini bilmezler... Enayilik etme... Sonra pişman olursun!"
Makalelerle sesini duyurmaya çalıştı
Bu sözler, onu mutsuz edecek ama yolundan da döndürmeyecekti. Kendince bir propaganda çalışmasına başladı. Anılarında "Vakit gazetesinde Türk kağıt sanayiinin kurulması fikrimi, milletimize kabul ettirmek amacıyla makaleler yayınlatıyordum" diye yazıyor. Bu propaganda çalışmaları işe yaradı ve dikkat çekti. Tütün İnhisarı İdaresi Umum Müdürü Behçet Beyden bir yazı aldı. Yazıda kurulması planlanan kâğıt ve karton fabrikası için onun yardımları isteniyordu.
İdealini gerçekleştirme imkanı bulduğu için coşkuluydu. Kısa zamanda gerekli projeleri, şartnameleri ve diğer evrakları hazırladı. İşi ihale safhasına dek getiriyordu. Sonra ne mi oluyordu?
Mehmet Kağıtcıbaşının anılarından okuyalım: "İhale yapılacağı gün, Tütün İnhisar İdaresi Umum Müdürlüğüne vardığımda, kâğıt ve karton fabrikası kurma işinin geri bırakıldığını belirten, Maliye Müsteşarı Ali Rıza imzalı telgrafla karşılaştığımda tarifi imkansız bir üzüntü içinde hayal kırıklığına uğradım."
Teklifler yağıyor
Bu üzüntüsünün en önemli nedeni, Fransızların teklifini kabul etmesini öneren Kırşehir Mebusu Müfit Özdeşin haklı çıkmasıydı.
Bu arada, Türkiyeye kâğıt satan Orta ve Kuzey Avrupa kâğıt kartellerinin mümessilleri de ona şöyle tekliflerde bulunuyorlardı:
"Siz Türkiyenin tek kâğıt mühendisisiniz, bu müstesna durumunuzu değerlendirmelisiniz. Kâğıt fabrikası kurma çabalarınızın sonunda ne gibi bir kazanç sağlayabilirsiniz ki. Sizi nihayet, kuracağınız fabrikanın genel müdürü yaparlar. Temsil ettiğimiz teşekküller, size çok daha verimli şartlar sağlayabilirler..."
Yabancıların bu tekliflerine direnmeye çalışırken, Türklerden nasihat dinlemeye devam ediyordu: "Kendini çok yoruyorsun! Nasıl didinip, var gücünle çabaladığını görüyor ve cidden üzülüyorum. Bu memleket öyledir ki, sen çalışır çabalar meydana getirirsin. Fabrika kurulup işler tıkırına girdikten sonra da iş ile hiç ilgisi olmayanlar işin başına çöreklenip kaymağını sömürmek yolunu bulurlar..."
Atatürkün övgüleri
Umutsuzluğa teslim olmak üzereydi. 1927 yılında başladığı mücadelesinin üzerinden yıllar geçmişti ki, İş Bankası Umum Müdürü Celal Bayar, umut ışığını yaktı. Celal Bayarın desteğiyle 10 Temmuz 1934te hükümetin kağıt sanayinin kurulmasına ilişkin kararnamesi yayınlandı. Yılda 12 bin ton kağıt - karton üretmesi planlanan fabrika projesi, birinci 5 yıllık sanayi planına girdi. Bu kez önüne engel çıkartanlar, kâğıt fabrikasına muhalefet edenler, fabrikanın kendi bölgelerinde kurulması için çabalara girişmişti. Yer olarak İzmit seçildi. 14 Ağustos 1934 yılında fabrikanın temeli atıldı. 18 Nisan 1936 tarihinde de ilk Türk yapımı kâğıt sayfası Mehmet Ali Kağıtçının elindeydi. Atatürk onu "İşte idealist adam, büyük adam buna derler" sözleriyle kutlayacaktı.
Norveçlilerin utandıran yanıtı
Ya sonra... Sonrası Mehmet Ali Kağıtçının yine hayal kırıklıkları ile devam edecekti. Mustafa Kemal Atatürk vefat edecek ve Cumhuriyetin idealleri de onunla birlikte gidecekti. Demokrat Parti dönemi geldiğinde ise politik nedenlerle işinden uzaklaştırılacaktı. Devlet onun yerine Norveçten kâğıt uzmanı talep edecek ve Norveçlilerden utanç duyulacak bir yanıt alınacaktı. Türkiyenin kâğıt uzmanı istediğini duyan Norveçliler, Stokholm Büyükelçiliğimize başvurarak, Mehmet Ali Kağıtçının hayatından haberdar olmak istediklerini söylüyorlardı. Yani, "Kağıtçı öldü mü ki bizi çağırıyorsunuz" demek istiyorlardı.
Ama devlet bu cevaptan gocunmadı. Norveçten vazgeçip bu kez Fransadan bir uzman getirdiler. Kaderin garip bir cilvesi, M. Raoul adlı uzman, Mehmet Ali Kağıtçının birincilikle bitirdiği fakülteden arkadaşıydı. M. Raoul arkadaşının yerini almaktan mutsuzdu. Ve Batılı terbiyesi ile sınıf arkadaşı Kağıtçının hakkını aramakta kararlıydı. Dönemin İşletmeler Bakanının karşısına dikildi ve Kağıtçıya neden görev verilmediğini sordu. Bakan Fransız uzmanının sorusunu dürüstlükle yanıtladı:
"Evet, Mehmet Ali Kağıtçının bu işi başardığını, halen de ıslah edip tekamüle kavuşturacağını biz de biliyoruz. Fakat parti mülahazaları, onu fabrikaların umum müdürlüğüne getirmemize mani teşkil ediyor..."
İşte bu yanıt M. Raoulun da sonu oldu. Fransız uzman bu anlayışta olan bir ülkede çalışmak istemediğine karar verdi. Ve giderken arkadaşı kâğıtçıya şunları söyledi: "Mesleki ihtisas konularının, yetişmiş mütehassısların particiliğe feda ve dolayısıyla heba edilmesi, memleketiniz için çok zararlı neticeler doğuracaktır. Akıbetinden korkulur."
Fransız uzmanın 1955 yılında söyledikleri üzerine pek fazla laf etmemek gerek. Durum ortada. Türkiye "Mehmet Ali Kağıtçılarla övünmek yerine öğütmeyi seçtiği için bugünlere kaldı!..