19
Mayıs
2024
Pazar
ADALAR - İSTANBUL
Belediye Sayfaları

Bir Adalı Portresi


Türkiye için ’kayıp insanlar ülkesi’ nitelemesi çok mu ağır olur? ’Devlet Baba yetenekli insanlarını neden cezalandırır?’ sorusunun bir cevabı var mıdır? Mehmet Ali Kağıtçı, hayatı boyunca bu soruların yanıtını aradı. Onun istediği bilgisini, deneyimini Türkiye için kullanmaktı ama bu kavgayı kaybetti! Türk Sanayi tarihinde kağıt sanayiciliğinin öncüsü olarak tanınan Mehmet Ali Kağıtçı’nın anılarını Baki Kara kitaplaştırdı. Ortaya bir ibret öyküsü çıktı

ŞAZİYE KARLIKLI

Mehmet Ali Kağıtçı, genç Cumhuriyet’in ithal etmek zorunda kaldığı kağıdın Türkiye’de üretilmesini sağlayan bir öncüydü. Ki, onun bu girişimini takdir eden önemli bir kişi de vardı.
Türk kâğıtçılığının babası sayılan Mehmet Ali Kağıtçı, ilk Türk kağıdını Ulus gazetesinin yeni çıkacak ekinde deneme şansı bulduğunda, gazetenin başyazarı Fatih Rıfkı Atay ile birlikte Atatürk’e gitti ve eserini gösterdi. Uzun süre eke bakan Atatürk, Kağıtçı’ya döndü ve "İşte çocuk, uygarlığın hamuru bu" dedi.
Hayatı boyunca gördüğü tek iltifat da bu oldu. Atatürk sonrasında gelen yöneticiler Mehmet Ali Kağıtçı’ya aynı gözle bakmayacaklar ve onu ’sistemin dışına’ atacaklardı.
Mehmet Ali Kağıtçı’nın hayatı, Türkiye’nin uygarlaşması için ömrünü harcayan ama -ne yazık ki - yenilenlerin öyküsü! Başka bir ifadeyle ’Türkiye’nin nerede hata yaptığının’ bir romanı...
Mehmet Ali Kağıtçı, ’unutulanlar’ arasında yerini alırken, iyi ki birileri rahat durmadı ve onu bize hatırlattı. Heybeliadalılar Derneği, bir adalı olan ve mücadelelerle geçen yaşamı 1982 yılında son bulan Mehmet Ali Kağıtçı’nın anılarını, vasiyeti üzerine bir kitapta topladı. Dernek Başkanı Baki Kara’nın hazırladığı ve şu sıralar baskıda olan ’Türk Kağıt Sanayiinin Öncüsü Mehmet Ali Kağıtçı’ başlıklı kitap, sanayileşme tarihimize ilişkin ilginç ipuçları veriyor.

Büyük idealler peşinde
Kağıtçı’nın öyküsü 1899 yılında, Heybeliada’da başlıyor. Osmanlı’nın ’hasta’ zamanı! Yani ’memleketi kurtaracak’ idealist adamların zamanı başlamış bir öykünün kahramanı kâğıtçı. O da idealist, o da ’kurtarıcı’ kuşaktan... Herkesin yolu ayrı... O, kendine oldukça ’tuhaf’ bir işi, ’kağıt mühendisliğini’ seçmişti.
1927 yılında Grenoble Üniversitesi, Fransız Kağıt Mühendisliği Okulu’nu birincilikle bitirince Fransa’daki kâğıtçıların ilgisini çekecek, dönemin önemli şirketi Papeteries de France’dan önemli bir iş teklifi alacaktı. Kağıtçı gerisini anılarında şöyle anlatıyor:
"Ben, Türk kağıt sanayiini kurabilme idealimi gerçekleştirebilmek azmiyle yola çıkmıştım. Kadirşinas tekliflerini nezaketle reddettim. Aynı teklifleri İstanbul’daki konsoloslukları aracılığıyla da tekrarladılar. İdealim uğruna yaptığım fedakârlıktan dolayı övünç duyguları içinde, çok neşeli ve sevinçliydim."
Kağıtçı’nın bu sevinci kısa zamanda kursağında kalacaktı. Dönemin Kırşehir Mebusu Müfit Özdeş’le bir aile toplantısında karşılaşacak ve gururla aldığı teklifi nasıl reddettiğini ona da anlatacaktı. Mehmet Ali Kağıtçı’nın anılarına dönüyoruz:
"Müfit Özdeş Bey, Atatürk’ün okul arkadaşı, yakın dostuydu. Beni ilgiyle dinledi. Fakat arkasından ’enayi’ diyerek şunları ekledi: ’Daveti kabul et! Yarın git konsolosa kabul ettiğini söyle ve hemen gitmeye bak! Burada senin kadrini bilmezler... Enayilik etme... Sonra pişman olursun!"

Makalelerle sesini duyurmaya çalıştı
Bu sözler, onu mutsuz edecek ama yolundan da döndürmeyecekti. Kendince bir propaganda çalışmasına başladı. Anılarında "Vakit gazetesinde Türk kağıt sanayiinin kurulması fikrimi, milletimize kabul ettirmek amacıyla makaleler yayınlatıyordum" diye yazıyor. Bu propaganda çalışmaları işe yaradı ve dikkat çekti. Tütün İnhisarı İdaresi Umum Müdürü Behçet Bey’den bir yazı aldı. Yazıda kurulması planlanan kâğıt ve karton fabrikası için onun yardımları isteniyordu.
İdealini gerçekleştirme imkanı bulduğu için coşkuluydu. Kısa zamanda gerekli projeleri, şartnameleri ve diğer evrakları hazırladı. İşi ihale safhasına dek getiriyordu. Sonra ne mi oluyordu?
Mehmet Kağıtcıbaşı’nın anılarından okuyalım: "İhale yapılacağı gün, Tütün İnhisar İdaresi Umum Müdürlüğü’ne vardığımda, kâğıt ve karton fabrikası kurma işinin geri bırakıldığını belirten, Maliye Müsteşarı Ali Rıza imzalı telgrafla karşılaştığımda tarifi imkansız bir üzüntü içinde hayal kırıklığına uğradım."

Teklifler yağıyor
Bu üzüntüsünün en önemli nedeni, Fransızlar’ın teklifini kabul etmesini öneren Kırşehir Mebusu Müfit Özdeş’in ’haklı’ çıkmasıydı.
Bu arada, Türkiye’ye kâğıt satan Orta ve Kuzey Avrupa kâğıt kartellerinin mümessilleri de ona şöyle tekliflerde bulunuyorlardı:
"Siz Türkiye’nin tek kâğıt mühendisisiniz, bu müstesna durumunuzu değerlendirmelisiniz. Kâğıt fabrikası kurma çabalarınızın sonunda ne gibi bir kazanç sağlayabilirsiniz ki. Sizi nihayet, kuracağınız fabrikanın genel müdürü yaparlar. Temsil ettiğimiz teşekküller, size çok daha verimli şartlar sağlayabilirler..."
Yabancıların bu tekliflerine direnmeye çalışırken, Türkler’den nasihat dinlemeye devam ediyordu: "Kendini çok yoruyorsun! Nasıl didinip, var gücünle çabaladığını görüyor ve cidden üzülüyorum. Bu memleket öyledir ki, sen çalışır çabalar meydana getirirsin. Fabrika kurulup işler tıkırına girdikten sonra da iş ile hiç ilgisi olmayanlar işin başına çöreklenip kaymağını sömürmek yolunu bulurlar..."

Atatürk’ün övgüleri
Umutsuzluğa teslim olmak üzereydi. 1927 yılında başladığı mücadelesinin üzerinden yıllar geçmişti ki, İş Bankası Umum Müdürü Celal Bayar, umut ışığını yaktı. Celal Bayar’ın desteğiyle 10 Temmuz 1934’te hükümetin kağıt sanayinin kurulmasına ilişkin kararnamesi yayınlandı. Yılda 12 bin ton kağıt - karton üretmesi planlanan fabrika projesi, birinci 5 yıllık sanayi planına girdi. Bu kez önüne engel çıkartanlar, kâğıt fabrikasına muhalefet edenler, fabrikanın kendi bölgelerinde kurulması için çabalara girişmişti. Yer olarak İzmit seçildi. 14 Ağustos 1934 yılında fabrikanın temeli atıldı. 18 Nisan 1936 tarihinde de ilk Türk yapımı kâğıt sayfası Mehmet Ali Kağıtçı’nın elindeydi. Atatürk onu "İşte idealist adam, büyük adam buna derler" sözleriyle kutlayacaktı.

Norveçliler’in utandıran yanıtı
Ya sonra... Sonrası Mehmet Ali Kağıtçı’nın yine hayal kırıklıkları ile devam edecekti. Mustafa Kemal Atatürk vefat edecek ve Cumhuriyet’in idealleri de onunla birlikte gidecekti. Demokrat Parti dönemi geldiğinde ise ’politik’ nedenlerle işinden uzaklaştırılacaktı. Devlet onun yerine Norveç’ten kâğıt uzmanı talep edecek ve Norveçliler’den ’utanç duyulacak’ bir yanıt alınacaktı. Türkiye’nin kâğıt uzmanı istediğini duyan Norveçliler, Stokholm Büyükelçiliğimize başvurarak, ’Mehmet Ali Kağıtçı’nın hayatından haberdar olmak’ istediklerini söylüyorlardı. Yani, "Kağıtçı öldü mü ki bizi çağırıyorsunuz" demek istiyorlardı.
Ama devlet bu cevaptan gocunmadı. Norveç’ten vazgeçip bu kez Fransa’dan bir uzman getirdiler. Kaderin garip bir cilvesi, M. Raoul adlı uzman, Mehmet Ali Kağıtçı’nın birincilikle bitirdiği fakülteden arkadaşıydı. M. Raoul arkadaşının yerini almaktan mutsuzdu. Ve Batılı terbiyesi ile sınıf arkadaşı Kağıtçı’nın hakkını aramakta kararlıydı. Dönemin İşletmeler Bakanı’nın karşısına dikildi ve Kağıtçı’ya neden görev verilmediğini sordu. Bakan Fransız uzmanının sorusunu dürüstlükle yanıtladı:
"Evet, Mehmet Ali Kağıtçı’nın bu işi başardığını, halen de ıslah edip tekamüle kavuşturacağını biz de biliyoruz. Fakat parti mülahazaları, onu fabrikaların umum müdürlüğüne getirmemize mani teşkil ediyor..."
İşte bu yanıt M. Raoul’un da sonu oldu. Fransız uzman bu anlayışta olan bir ülkede çalışmak istemediğine karar verdi. Ve giderken arkadaşı kâğıtçı’ya şunları söyledi: "Mesleki ihtisas konularının, yetişmiş mütehassısların particiliğe feda ve dolayısıyla heba edilmesi, memleketiniz için çok zararlı neticeler doğuracaktır. Akıbetinden korkulur."
Fransız uzmanın 1955 yılında söyledikleri üzerine pek fazla laf etmemek gerek. Durum ortada. Türkiye "Mehmet Ali Kağıtçı’larla övünmek yerine ’ ’öğütme’yi seçtiği için bugünlere kaldı!..

 

Milliyet Gazetesi
Yayın Tarihi : 30 Mayıs 2004 Pazar 14:50:44
Güncelleme :11 Haziran 2005 Cumartesi 21:49:59


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?