İstanbul'umuzun manzaralarından hep övünerek bahsederiz.
Türkiyemizin tamamını tanıtmak için yayınlanan tüm kitaplar ve filmler bile özellikle ya Sarayburnu’nun veya Süleymaniye Camisi’nin uzak mesafeden alınmış resimleri ile başlar.
Özellikle yaz aylarında turistler; Süleymaniye’nin gurup vakti resimlerini çekebilmek için guruplar oluştururlar.
Galata köprüsü hakikaten tarihi şehrin mihenk taşlarından birisidir ve onsuz olmaz.
Galata köprüsü üstünden İstanbul’a bakış bir başkadır. Önünüze herhangi bir engel çıkmadan 360 derece ile şehri görebilir ve ruhunuzda bir başkalık hissedersiniz. İçinizden bizlere böyle bir şehri bahşettiği için tanrıya ve atalarımıza şükran duyarsınız.
Sonra ?
Sonra yavaş yavaş bakışlarınızı ayrıntılara yöneltirsiniz. Gözünüze ilk çarpan pislik Süleymaniye Camisi'nin etekleridir.
Hiç bir mimari özelliği olmayan 'çizen mimarın elleri kırılsın!' dedırten yüksek yüksek binalar, hanlar.
Yükseklik yetmemiş, birer ikişer çatı katı çıkılmış. Plastık, galvaniz saç, tuğla!..
Muhteşem Sinan’ın türbesi, Süleymaniye Camisi'nin Medresesi ve kubbeleri,Süleymaniye Hamamı tamamen kaybolmuş!
Yaşınız müsait ise elli-altmış yıl önceki görüntüler gelir aklınıza.
O güzelim süleymaniye konakları ve eski Türk evleri. Hepsi birbirine saygılı hiç biri diğerinin görüntüsünü kapatmamış.
Sonra ?
'Nasıl bir nesil olarak yetişmişiz ?'diye kendi kendinize sormaya başlarsınız. Hep akla gelir; acaba bu bölgede belediye başkanlığı yapmış kişiler bunları görünce utanmazlarmı,yerin dibine girmezlermi ?