19
Mayıs
2024
Pazar
İNSAN KAYNAKLARI

KRİZDE AKADEMİSYENLİK EN GÖZDE MESLEK

Krizden kaçan akademiye sığınıyor
Ekonomik kriz, yeni mezunların kariyer planlarını da etkiledi. Özel sektörün işe alımlara ara vermesiyle birlikte profesyonel yaşama adım atmakta zorlanan genç mezunların yeni hedefi, üniversitede kariyer! İş bulma umudunu şimdilik “bir başka bahara” erteleyen adaylar, yüksek lisans ve doktora yapabilmek için üniversitelerin kapılarını aşındırıyor.

Özellikle vakıf üniversitelerinin yüksek lisans ve doktora programlarına başvurularda geçen yıla oranla yüzde 50 ila 70 arasında artış yaşandı. Birçok adayın ‘gönlünde yatan aslan’ ise üniversitede kalarak kariyerine akademisyen olarak devam etmek. Özellikle yeni açılan bölüm ve üniversitelerin yarattığı akademisyen açığı ve potansiyel, yeni neslin akademik kariyere yönlenmesinde etkili oluyor. Ancak ne var ki istihdam edilen akademisyenlerin sayısı, katlanarak artış gösteren öğrenci sayısına yetişemiyor.

Türkiye’de son araştırmalar, bir öğretim üyesi başına 29.5 öğrenci düştüğünü gösteriyor. Bu rakamın her geçen yıl azalması gerekirken Türkiye’de tersi bir tablo ortaya çıkıyor. Örneğin bir önceki yılın araştırmasında öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının 26 olması, Türkiye’deki akademisyen açığının da bir kanıtı aslında. Beklenti ise son yıllarda Türkiye’de akademisyenliğe bakıştaki algının olumlu yönde değişmesiyle birlikte bu açığın kapanacağından yana. Uzmanlar hem ekonomik kriz hem de vakıf üniversitelerinin yarattığı potansiyelin, Türkiye’de akademisyenliğe olan ilginin artmasındaki önemli nedenler olduğu görüşünde.

Doktora programları gözde
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Metehan Sekban, yeni açılacak üniversite ve bölümlerle birlikte Türkiye’de akademisyenlere olan ihtiyacın artacağına dikkat çekiyor. “Kontenjanların her yıl biraz daha artırılması özellikle doktora derecesine sahip öğretim üyesi ihtiyacını da beraberinde getiriyor” diyen Sekban, yüksek lisans eğitiminin ardından doktora yapan ve yapmak isteyen aday sayısında da önceki yıllara göre artış olduğunun altını çiziyor. Bahçeşehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Selime Sezgin de yüksek lisans programlarına başvurularda geçen yıla oranla yüzde 60’lık artış yaşandığını belirtiyor ve asıl artışın doktora programlarına olan ilgide yaşandığına dikkat çekiyor: “Kontenjanlarımız kısıtlı. Yaklaşık 20 kişi alacağımız enstitümüz bünyesindeki dört temel doktora programına, 200’den fazla başvuru var. Eskiden başvuruların askerlik hizmetini erteletmek için yapıldığı şeklinde bir algı vardı. Ancak şimdi gençler, krizlerle birlikte artan risklere karşı savunma mekanizmalarını güçlendirmek için üniversiteleri tercih eder oldu.”

Akademisyenlerin devlet üniversitelerinde düşük maaşlarla çalışıyor olmalarından dolayı Türkiye’de kadın akademisyen sayısının bir dönem diğer ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça yüksek kaldığını ifade eden Selime Sezgin, işletme gibi piyasada çok fazla iş imkanı olan alanlarda geçmişte erkek asistan bulmakta zorlandıklarına da değiniyor. Ancak vakıf üniversitelerinin pazarda yarattığı hareketliliğin bu durumu değiştirdiğine de dikkat çekiyor.

Yurtdışında gelir daha yüksek
Türkiye’de durum böyle iken yurtdışında da benzer bir gelişmeler söz konusu. Şikago’da bulunan Loyola Üniversitesi profesörlerinden Vefa Tarhan, krizle birlikte Amerika’da da akademik kariyere olan ilginin arttığı bilgisini veriyor. Türk öğrencilerin doktora ve sonrasında akademik kariyer yapmak için en fazla tercih ettiği ülkelerin başında gelen Amerika’da, akademisyen olmanın Türkiye’ye göre bazı farklılıkları bulunduğuna değiniyor Tarhan. En önemli fark, elde edilen gelir tarafında. Amerika’da doktora aşamasındaki her akademisyen adayının eğitim masrafları üniversiteler tarafından bursla karşılanıyor.
Tarhan, doktora seviyesinde altı yıl kesintisiz araştırma yapan akademisyenlerin (çalışmalarının kabul görmesi durumunda) asla üniversiteden atılamadığı bilgisini veriyor. ABD'de profesörlerin maaşı, yıllık ortalama 76 bin dolar ila 130 bin dolar arasında değişirken Türkiye'de profesörler ortalama 35 bin dolar gelir elde ediyor. Yine ABD'de bir doçentin yıllık kazancı 60 bin dolar ila 95 bin dolar arasında değişirken, Türkiye'de 20 - 25 bin dolar aralığında seyrediyor. Asistan seviyesinde öğretim üyelerinde de durum farklı değil. ABD'de bir asistan yılda 40 bin ila 65 bin dolar arasında ücret alırken, Türkiye'de 4. derecede bir araştırma görevlisi, yaklaşık 14 bin dolar gelir elde ediyor. Maaş uçurumu, Türkiye ile AB ülkeleri arasında da göze çarpıyor. Türkiye'de en üst derecede çalışan bir profesör yıllık 22 bin euro alırken, AB ülkelerinde ise bu rakam 42 bin euro ila 120 bin euro arasında değişiyor. Rakamlar gösteriyor ki Türkiye’de sınırlı sayıda açılan kadrolar, araştırma yapmaya imkan tanımayan koşullar ve ilk yıllarda yeterli derecede gelir elde edilememesi, akademik yaşama olan ilgiyi olumsuz etkiliyor.

Doçent açığı var
Üniversitelerde görev yapan öğretim üyesi sayısı, artan öğrenci sayısı hızının gerisinde kalıyor. 2004 - 2005 akademik döneminde üniversitelerde görev yapan öğretim üyesi sayısı 82 bin 96 iken aynı dönemde üniversitelerde eğitim gören öğrenci sayısı, 2 milyon 73 bin 428 idi. 2008 - 2009 dönemine gelindiğinde ise öğretim üyesi sayısı 97 bin 923′e çıktı. Ancak aynı dönemde öğrenci sayısı da 2 milyon 889 bin 70′i buldu. Öğretim üyesi sayısında rakamsal olarak artış olmasına karşın Türkiye’de profesör, doçent ve yardımcı doçent açığı yaşanıyor.

2004 - 2005 eğitim döneminde 11 bin 381 olan profesör sayısı 2008 - 2009 eğitim döneminde 13 bin 480 olurken, 5 bin 456 olan doçent sayısı ise 7 bin 156 oldu. 2004 - 2005 eğitim döneminde 14 bin 461 olan yardımcı doçent sayısı ise 2008 - 2009 eğitim döneminde 18 bin 275 oldu. Üniversitelerde doçent başına düşen öğrenci sayısı da, 403’ü geçiyor. Doçent sayısının az olması, profesör olmak için sıra bekleyen akademisyenlerin de az sayıda olduğu anlamına geliyor. Türkiye’de üniversitelerde yardımcı doçent başına düşen öğrenci sayısı ise 158′in üzerinde. Ancak uzmanların ortak görüşü, akademisyen olmak isteyen kişi sayısının, akademisyenliğin kriz sayesinde cazip hale gelmesiyle artacağı yönünde.
 

Ömür boyu güvence
Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Erdal Yavuz, akademisyenliği bir kariyer hedefi olarak görmenin ve talepteki artışın Türkiye’ye özgü nedenleri olduğunu dile getiriyor. Üniversitelerin büyük çoğunluğunda akademik bir kadroya yerleşmiş olmanın, ‘ömür boyu iş güvencesi’ anlamına geldiğine değinen Yavuz’un bu duruma bir de eleştirisi var: “Akademisyen olmak isteyen kişi sayısındaki artışına rağmen bilimsel yayın sunma ve kişisel gelişim konularında yeterli takip mekanizması işlemiyor!”

Prof . Dr. Selime Sezgin ise hem çalışıp hem de doktora yapmanın zor olduğu konusunda uyarıyor adayları. Ancak orta ve üst düzey yöneticilerin doktora yapma isteğini bir akademisyen olarak desteklediğini de sözlerine ekliyor. “Hem iş tecrübelerini akademik çalışmalarında kullanma imkanları oluyor hem doktora bitiminde part - time olarak üniversitelerde ders verebilme imkanı yakalıyorlar” diyen Sezgin, iyi bir akademisyen olmanın henüz lise döneminde alınan eğitimle de ilişkili olacağını söylüyor.

Prof . Dr. Beyza Oba / Bilgi Üniversitesi
“Yeni nesil için akademik yaşam daha çekici”
İş hayatında akademik bir dereceye sahip olmak, ilerleme için bir kriter olarak değerlendiriliyor. Özellikle de çokuluslu şirketler tepe yönetici adaylarını, doktora yapmaları konusunda destekliyor. Artık tek bir konuda derinlemesine uzmanlaşmak yerine aynı anda farklı alanlarda kariyer planları kurmak ve yürütmek yeni eğilim. Ancak yeni nesil, iş hayatının gerektirdiği yaşam tarzını sorguluyor ve ekonomik açıdan daha az cazip olsa da hayata bakış şekli nedeniyle akademik yaşamı tercih ediyor.

Doç. Dr. Zeynep Akşin Karaesmen / Koç Üniversitesi
“Akademisyen ihtiyacı daha da artacak”
Türkiye’nin artan genç nüfusu ve bu nüfus için üniversite eğitiminin önemine bakarsak akademisyen ihtiyacının çok büyük olduğu ve hızla artacağı görüşünü öne sürmek yanlış olmaz. Bugüne kadar doktora programlarına olan ilginin düşüklüğünü, doktora sürecinin zorluğunun yanı sıra iş bulma endişesi ve ücret beklentisine bağlamak mümkün.

Prof. Dr. Selahattin İmrohoroğlu / Güney Kaliforniya Üniversitesi
“Kaliteli doktora programları açılmalı”
Üniversite sayısındaki artışa bağlı olarak akademisyen talebinin arttığı bir gerçek. Ancak ekonomi gibi zor alanlarda, bir anda yeterli sayıda doktora eğitimli öğretim üyesi yetiştirmek zor. Bilgi üretmede, Amerika ve diğer ülkelerdeki doktora programlarında eğitim almış öğretim üyeleriyle rekabet edebilecek türde akademisyen üretmek –maalesef- Türkiye’de çok zor. Önerim, İstanbul ve Ankara’da birer kaliteli doktora programı oluşturulabilir ki buradan çıkacak akademisyenler, dünya ile rekabet edebilsin
 

Sabah İşte İnsan
Yayın Tarihi : 23 Ağustos 2009 Pazar 22:05:43
Güncelleme :25 Ağustos 2009 Salı 19:33:32


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?