22
Mayıs
2024
Çarşamba
İNSAN KAYNAKLARI

Göçmen haberi ve gerçekler

Afrikalı göçmenler, genellikle küçük atölyelerde, kimsenin girip çıkmadığı sağlıksız koşullarda, en düşük ücrete en zor işleri yapmaya razı oluyorlar.

Buradaki Afrikalı kaçakların durumunu en iyi açıklayan ifade herhalde bu. Kontrol edemedikleri bu girdaptan çıkmaya çalışıyorlar. Sadece Avrupa'da 10-15 milyon Türk'ün göçmen olarak yaşadığını, çoğunun illegal olduğunu hatırlamanın zamanı geldi geçiyor...

Beyoğlu, Tophane'de yaşadığım dönemde bitişik evde oturan komşularımdan bazıları Afrikalı göçmenlerdi. İstanbul'da sayılarını göze çarpar şekilde artıran bu yeni azınlık hakkında bir çalışma yapmak istiyordum. Yolda karşılaştığım birkaçıyla konuşmayı denesem de çekingenlikleri çok net anlaşılıyordu. Önce beni dikkatlice süzüp, sonra tekliflerimi kibarca reddediyorlardı.


Aradan bir süre geçti. National Geographic dergisi Eylül 2005'te yayımlanmak üzere Afrikalı göçmenlerle ilgili bir çalışma yapmak istediklerini anlatıp, fotoğrafları çekip çekemeyeceğimi sordu. Zaten aklımda olan bir proje olduğundan tereddütsüz kabul ettim. Tabii ne kadar zor olacağını pek tahmin edememiştim.


Araştırmanın yazarı Behzad Yaghmaian uzun zamandır kaçak göçmenler üzerine bir çalışma yürütüyor, bu sayede de İstanbul'da yaşayan birçok Afrikalı göçmen tanıyordu. Onun kontaklarıyla işe başlamak istedim. Beni birkaç göçmenle tanıştırdı. Bu şekilde yükümün hafifleyeceğini düşünüyordum fakat işler hiç de planlandığı gibi gitmiyordu. Beni güler yüzle karşılasalar, dostça konuşsalar da, iş evlerine girme, hayatlarını fotoğraflama noktasına geldiğinde ya doğrudan reddediyorlar ya da bir mazeret bulup yardım edemedikleri için özür diliyorlardı.
Aslında bunun nedeni gayet açık. İstanbul'da yaşayan Afrikalılar, haklarında yayımlanan, genellikle sansasyonel olsun diye yalan yanlış bilgilerle doldurulmuş haberler yüzünden, toplum içinde tehlikeli şahıslar olarak görülüyorlar. Bu nedenle de tam anlamıyla kaçak göçek bir hayat sürüyorlar. Özellikle basına karşı çok çekingenler. Yaşadıkları zorlukları gazetelerinde yazmak niyetiyle kendilerinden yardım isteyip, çektikleri fotoğrafların altına gazeteyi en çok ne sattırıyorsa onu yazan, hatta yazdıkları haberlerde göçmenlerin yaşadıkları yeri adresine kadar tarif eden, çokça asparagas haberler nedeniyle çok canları yanmış. Hâlâ da yanmaya devam ediyor, çünkü bu haberlerin hatlarını çizdiği Afrikalı portreleri, onları bu ülkede potansiyel suçlu olarak gösteriyor.


Çalışma sırasında, yeni göçmenlerle tanışmak umuduyla o yıl ikincisi yapılan Avrupa Toplulukları Futbol Derneği (ACFA) Kupası maçlarını izlemeye gittim. Senede bir kez de olsa, bir arada olmalarının verdiği bir özgüvenle zannediyorum biraz daha rahatlardı. Birkaçından telefon numarasını almayı başardım. İlerleyen günlerde de sık sık arayıp görüşmeye çalıştım.

Türkiye sıçrama tahtası


Sonunda uzun süre sadece telefonla konuştuğum göçmenlerden birini, evinde röportaj yapmaya ikna edebildim. Moritanya'dan geliyordu. Onu ülkesinden ayrılmaya zorlayan hükümetin pek hoşuna gitmeyen bir haber yapmasıydı. Hapse girmektense kaçmayı yeğlemiş ve hayatının en zorlu yolculuğuna çıkmıştı.


Karayoluyla yedi ayda ulaşmıştı Türkiye'ye. Suriye sınırını aşıp Türkiye'ye girer girmez kendi ülkesinden gelen diğer göçmenleri bulmak için Kumkapı'ya gelmişti. Beni evine kabul etmesinin nedeni de sanırım sınır tanımayan gazeteci dayanışmasıydı. Önce sadece not defterimle gittiğim görüşmelerime, daha sonra fotoğraf makinemi de götürmeye başladım. Ama onlar bana tam anlamıyla güvenene kadar deklanşöre basmamaya özen gösterdim. Bir süre sonra duvarlar yıkılmıştı. Sonrasında Kumkapı'da birkaç kaçak evini daha ziyaret ettim.


Türkiye mültecilerle ilgili antlaşmalara coğrafi sınır koyduğundan Avrupa dışından gelenlere mültecilik hakkı tanımıyor. Bu da Türkiye'de bulunan kaçak Afrikalılar için Avrupa ülkelerine kaçmaktan başka şans bırakmıyor.
Göçmen Afrikalılar için Türkiye bir sıçrama tahtası. Gerçekte istisnalar dışında hiçbirinin Türkiye'de yaşamak gibi bir niyeti yok. Amaçları bir Avrupa ülkesine varabilmek. Hatta bazılarının Türkiye'ye gelişi dahi bir zorunluluk. Afrika'daki bir Akdeniz sınırı ülkesinden İtalya ya da İspanya'ya götürülmek vaadiyle elindeki tüm parası alındıktan sonra Kumkapı'ya getirilip bırakılan çok.


Haklarını arayamayan bu aciz durumdaki insanlar için, zorunluluk nedeniyle istemeden geldikleri Türkiye'den çıkmak da pek kolay değil tabii. Önce yaşayacak bir yer, daha sonra da kendilerini kandırmayacak başka bir tacir bulmaktan başka çareleri yok. Ama her şeyden önemlisi, bunları sağlayacak parayı kazanmaları gerekiyor.
Türkiye'deki hayatları çalışabildikleri zamanlar dışında, genellikle evde geçiyor. Dışarıda olmak polis tarafından yakalanma riski taşıdığından, çok mecbur değillerse dışarıda olmamaya çalışıyorlar. Evler genellikle aynı ülkeden ya da aynı bölgelerden gelenlerle birlikte kullanılıyor.


İşportacılık en riskli iş


Gittiğim evlerin birçoğunda çalışmayanlar belli bir saatte toplanır, beraber aldıkları malzemelerle büyük bir tencerede yaptıkları yemeği paylaşırlardı. Olabilecek en minimum masrafla yaşamak zorundalar. En ciddi harcamaları kaçak evlerine verdikleri kira. Onu da kısabilmek için kimi zaman 20-25 kişinin aynı evi paylaştığı olur. Gittiğim bu köhne evlerde yaşayan kaçaklar, her biri aynı anda yatacak kadar yer bulamadığından çoğunlukla nöbetleşe uyur, işe gitmeden önce biraz dinlenebilmek için uyuyan bir arkadaşlarını uyandırmak zorunda kalırlardı.
Gazeteci olan göçmen arkadaşım para kazanmak için işportacılık yapıyordu. Bu pek tercih etmedikleri bir iş, çünkü sokak ortasında herkesin gözünün önünde olmak, her an tutuklanma tehlikesi anlamına geliyor. O nedenle genellikle küçük atölyelerde, kimsenin girip çıkmadığı sağlıksız koşullarda, en düşük ücrete en zor işleri yapmaya razı oluyorlar. Amaçları bir an önce insan tacirlerine vermeleri gereken parayı biriktirip mültecilere daha insani yaşam koşulları sağlayan Avrupa'ya gidecek bir kamyona ya da tekneye atlamak. Tabii bu da 11 Eylül'den bu yana oldukça zorlaştı.


Gittikçe katılaşan göçmen kanunları ve artan kontroller nedeniyle artık sınırları geçmek eskisi kadar kolay değil. Bu da göçmenlerin Türkiye'de kaldıkları süreyi uzatıyor. Sayıları arttıkça, varlıklarından hoşlanmayanların da sayısı artıyor. Hem de oldukça haksız bir şekilde.


Ekonomik güçlükler nedeniyle varoş tabir ettiğimiz mahallelerde yaşamak zorunda kalanlar buradaki yaşamla özdeşleştiriliyor olsa gerek, sanki onlar da suçluymuş gibi bir tavırla karşılaşıyorlar. Aslında suç işlemek bir yana, sıkça kapkaç ve gasp mağduru olduklarını anlatıyorlar. Başından böyle birkaç olay geçmiş bir Afrikalı göçmen artık kim olduklarını da bildiği bir grup tarafından birkaç kere gaspa uğradığını anlatmıştı. "Polise gidemeyeceğimizi bildiklerinden hiç çekinmiyorlar" diye de eklemişti. Helsinki Yurttaşlar Derneği'ne ulaşan bu tarz şikâyetler arasında, insanın vicdanını sızlatan cinsten olanları da var.


Papa geliyor, çalışın!


Daha geçen sene yaşanan bir olay, bu ülkede bir Afrikalı kaçak olmanın ne anlama geldiğini çok açık anlatıyor. Helsinki Yurttaşlar Derneği'ne yapılan şikâyet üzerine derneğin yaptığı basın açıklamasında anlatılan olay, Papa 16. Benediktus'un ülkemizi ziyaret ettiği döneme denk geliyor. İddiaya göre polis tarafından Papa'nın ziyareti öncesinde gözaltına alınan bazı Afrika kökenliler, ziyaret öncesinde güvenlik gerekçesiyle konulan barikatların kurulup sökülmesi işinde zorla çalıştırılıyorlar. Çalışmayı reddetmeleri durumunda da sınır dışı edilmekle tehdit ediliyorlar. Gün boyu çalışmaları karşılığında yarım ekmek sandviçle ödüllendiriliyor, işleri bittikten sonra da bir süre ortada görünmemeleri konusunda sıkı sıkıya uyarılıyorlar. Bu iddiada sözü edilen en ağırından ve en utanç verici cinsinden bir kölelik sistemi uygulamasıdır ki, artık dünyanın hiç bir bölgesinde varlığı yasal değildir.


Behzad Yaghmaian'ın 'Kâfirle Kucaklaşmak' kitabında anlattığı bir hikâyeye göre, 1995 yılında polisin düzenlediği bir operasyonda yakalanan 400'e yakın Afrika kökenli göçmen toplatılıp Türkiye-Irak sınırına bırakılıyor. Dönemin ağır çatışma şartları altında, bir süre o bölgede yaşamak zorunda kalan göçmenler daha sonra BM'nin olaya müdahalesiyle Silopi'de bir mülteci kampına taşınıyor. Serbest bırakıldıkları güne kadar, çok ağır şartlarda bir yıl burada yaşamak zorunda bırakılıyorlar.


Aynı kitaptan bir başka hikâye: 2001 yılında benzer bir operasyonla yakalanan başka bir göçmen grubu, Türk yetkililer tarafından Yunanistan sınırına götürülüp gizlice Meriç kıyısının Yunanistan tarafında terk ediliyor. Geri gelmeleri durumunda öldürülmekle tehdit edilen göçmenleri Yunan makamları da aynı yolla Türkiye'ye yolluyor. İki ülke arasında dört kez tekrar eden bu trafik sonucunda bir kişi ölüyor, birkaç göçmen kayboluyor.


Bu şartlar altında yaşayıp bir an önce Avrupa'ya kaçmaya çalışan bu çaresiz insanlara yapılan zulüm, vicdanların kabul edeceği cinsten değil. Konuştuğum birçok Afrikalı kaçak defalarca polis tarafından yakalandığını cebinde yeterli para olduğunda salıverildiğini, olmadığında ise yabancılar şubesine götürülüp burada tutulduğunu ifade etti. Yakalananlar arasında birkaç günde salıverilenler olduğu gibi aylarca tutuklu kalanlar da var. Hatta Festus Okey olayında karşımıza çıktığı gibi gözaltında hayatını kaybedenler de...


Geri gitmek daha da zor...


Afrikalı kaçaklar için bir diğer çıkmaz da ülkesine dönmek isteseler bile aynı ekonomik imkânsızlıklar nedeniyle bunu başaramamaları. Yakalandıklarında polis tarafından ellerine ülkeyi belirli bir süre (genellikle bir ay) içinde terk etmek zorunda olduklarını gösteren bir kâğıt tutuşturuluyor. Onlarınsa aynı eve dönüp yakalanmadan önce ne yapıyorlarsa aynısına devam etmekten başka çareleri yok. Türkiye'den çıkmak için olduğu gibi, ülkelerine dönmek için de belli bir paraya ihtiyaçları var. Türk devletinin, yakalanan göçmenleri ülkelerine göndermek için ayırdığı bir bütçe yok. Bu para gökten de yağmıyor. Kaçak bir göçmenin bir ay içinde ülkesine dönmek için gerekli uçak bileti parasını biriktirmesi imkânsız. Tabii bu da bir ay içinde, çıkamayacağı Türkiye'de yine aynı illegal hayata döneceği anlamına geliyor.


Sanırım yukarıda bahsedilen birkaç olay, Türkiye'de her an sınır dışı edilme korkusuyla yaşayan bu insanların nasıl bir korku terörüyle karşı karşıya kalabildikleri konusunda yeterince aydınlatıcı.


Bir girdabın içinde sürüklenmek... Buradaki Afrikalı kaçakların durumunu en iyi açıklayan ifade bu olur. Onlar kontrol edemedikleri bu girdaptan çıkmaya çalışıyorlar. Tek istedikleri birazcık anlayış. Sanırım sadece Avrupa'da 10-15 milyon Türk'ün göçmen olarak yaşadığını, bunların hatırı sayılır bir oranının illegal olduğunu hatırlayıp, çuvaldızı kendimize batırmanın zamanı geldi de geçiyor.

SANER ŞEN/radikal
Yayın Tarihi : 20 Ekim 2007 Cumartesi 13:10:14


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Kuvvet Lordoglu IP: 89.3.208.xxx Tarih : 30.11.2007 12:33:43

Yazinizdan cok etkilendim. Her zaman gorup aldirmadigimiz cogu kez sadece bakmakla yetindigimiz bir cok insana nasil bir yardim gerekebilir dusunmek gerekiyor belki de tartismak.