Kamu kuruluşlarında çalışan avukatların yetkilerinin kısıtlanarak birer talimat memuruna dönüştürülmelerinin yarattığı soruna bir an önce çare bulmak gerek. Zira bu süreçte sadece kamu avukatı değil, hem vatandaş, hem iş yükü zaten yoğun olan yargı, hem de devletin kendisi ciddi zarar görüyor.
Devlet dairelerinin kapısında ‘avukat’ yazan odalarında kimler oturur, ne iş yapar bilir misiniz? Bunu hiç düşünmediyseniz eğer bir avukatın hukukileştirmekle yükümlü olduğu idarecilerin idaresinde bulunmasının, avukat gibi değil tipik bir memur gibi çalışmasının ne gibi sonuçları olduğunu tahmin edemezsiniz. Tersinden düşünürsek avukatların avukat gibi çalışmasının kamu kurumlarında ne büyük bir değişim yaratabileceğini ve bunun bir vatandaş olarak işinizi ne kadar kolaylaştırabileceğini de. Hem de öyle teknik donanımla, bina restorasyonuyla, mefruşatla uğraşıp durmanın sağlayamayacağı cinsten bir değişim.
Düşünün ki bir devlet dairesinde hatalı bir işlem nedeniyle mağdur oldunuz. Konuştuğunuz memurlar yetkileri olmadığı için bu işlemi düzeltemiyor ve size dava açmanızı tavsiye ediyor. Başka bir akıl,bir çözüm bulurum düşüncesiyle avukat odasına giriyorsunuz. Kamu dairelerinde görevlendirilmiş avukatların idarelerin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunlaştırılması gibi bir amacı olduğunu belitmeliyim bu arada. Pardon, taa fi tarihinde böyle bir amacı varmış. Günümüzde işler öyle ters yüz edilmiş ki avukatlar asıl fonksiyonlarının ne olduğundan bile bihaber. Kısa süre sonra mahkemede karşısında duracağınız için size şimdiden taraf gözüyle bakan avukattan görüştüğünüz memurun tavsiyesinden fazlasını alamıyorsunuz. Yapılan işlemin hukuka aykırılığını gösteren mahkeme kararları da sunsanız işe yaramıyor; yargı kararları bütün idareleri bağladığı halde. Çareyi mahkemeden ‘şahsa özel karar’ getirmekte buluyorsunuz.
Avukatlık Kanunu’na göre her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını ‘her yerde’ sağlamakla görevli avukatlarsa ne yapıyor? Yapılan işlemin hukuka aykırılığını mahkemelerde ‘külliyen inkar’ etmekten başka bir şey yapamıyor. Vatandaşı yok yere yokuşa süren bu idare anlayışı sizi isyan ettirmez mi? İçerde belki birkaç günde düzeltilebilecek bir işlem nedeniyle yıllarca mahkemede zaman harcarken devletinize karşı ne hissedersiniz?
Peki böyle bir örnekte kaç tane mağdur var? Bir sayalım...
Öncelikle vatandaş. Yaşayabileceği duyguları tanımlamaya kalksam sözcük listesi uzar gider. Diğer mağdur avukat. (Bile bile bir yanlışı savunmanın elbet bir vebali vardır diye düşünürsek tabi...) Başka bir mağdursa iş yükleri gittikçe artan hâkimler. Her uyuşmazlığın dava konusu edilmesinin onları da yorduğunu kabul etmeliyiz. En ilginci bu işlemi tesis eden idarenin de mağdur olması. İşlemini düzeltirken,kaybettiği dava nedeniyle vatandaşa ‘avukatlık ücreti, yargılama gideri, tazminat’ adı altında bir sürü ödeme yapmak zorunda kaldığı gibi yargılama süresince gerek memuruna gerek avukatına boşa mesai harcattığı için. Ve devlet de mağdur. Yorgun vatandaşın devletle arası açılıyor. Kendi hatasını inkâr eden ve bundan zarar gören üstelik kazananı olmayan bu sistemi daha fazla sürdürmek sizce akılcı mı?
Vatandaşın sorununu içerde çözmenin, hatayı düzeltecek mekanizmayı içerde oluşturmanın artık zamanı geldi. Bu mekanizmada en önemli rol de avukatların. Avukatların kamu kuruluşlarındaki yetkilerinin gittikçe kısıtlandığı ve birer talimat memuruna dönüştürüldüğü son günlerde, idarelerin yapması gereken şey bunun tam olarak tersi. Kamu davalarına bakan avukatlar belli bir alanda uzmanlaşmış olan avukatlardır. Uzmanlaştıkları alanda hâkimler kadar deneyim ve bilgi sahibi oldukları halde gerek idarecilerin gerekse memurların bir işlem yapmadan önce avukata danışmak gibi bir geleneği bulunmamakta.
Kaybedilen davaların sayısı bile tek başına bu gerçeği teyid eder. Sayıları bir komisyon şeklinde çalışmalarına da müsait olan bu avukatlar birçok uyuşmazlıkta karar mercii olarak kullanılabileceği halde bu imkân da kullanılmıyor. Bunun bir nedeni kamu davalarına bakan avukatlara yeterince güven duyulmaması. Belki idareciler avukatlardan daha fazlasını almak istemiyor. Bu güvensizlik avukatların çalışma moralini düşürürken avukatlar potansiyellerinin sadece idarenin kendilerinden istediği kadarını kullanabiliyor. Böylelikle avukatlar sadece idareyi temsilen duruşmaya girmek, mahkemelere idarecilerin hazırladığı formatlara uygun dilekçeler vermek dışında bir işe yaramıyor. Ancak idarelerin avukatların etkin bir şekilde kullanılmasına ihtiyaç duyduğu kesin.
Avukatın kamu kurumlarındaki fonksiyonlarının yeniden belirlenmesi sadece vatandaş için değil hukukun saygınlığı için de gerekli. Geçen yıllarda kamu avukatlığının avukatlık sözcüğü iyiden iyiye aşındı. Kamu avukatları idarecilerin kontrolünden çıkamayan idarenin ‘her daim’ üstünlüğünü savunmaya zorlanan birer mahkeme memuruna dönüştürüldü. Kendine has kanunu olmayan ancak Avukatlık Kanunu’nun verdiği haklardan ve yetkilerden de faydalanmasına izin verilmeyen avukatlar Devlet Memurları Kanunu’nun avukatlıkla örtüşmeyen maddelerinin baskısı altında iyice ezildi. İdareler, avukatların memurluk sıfatını öne çıkartmaya çabalarken avukatlar bu mesleğin kendilerine verdiği hakları korumakta ısrarcı olamadı.
Barolara kayıt zorunluluğunun olmaması da barolarla avukatları birbirine iyice yabancılaştırdı. Daha da kötüsü idarelerin avukatları memurlaştırma anlayışı yargıya da sirayet etti. Hukuken ve etik olarak bir avukatın mesleki hatasına karşı hiçbir söz hakkı, müdahale yetkisi olmamasına rağmen bazı hâkimlerin kamu davalarına bakan avukatları müdürlere şikâyet ettiğine, müdürden ‘o avukatı değil diğerini gönderin’ ricasında bulunduklarına bile tanık olundu. Ne avukatların ne de baroların gıkı çıkmadı. Değişik kesimlerden gelen bu ortak bakış açısı karşısında kamuda görev yapan avukatlar iyice çaresizliğe ve yalnızlığa sürüklendi. Kamu davalarına bakan avukatlar, gönüllerinde hâkim ve savcılarla eşit haklara sahip olmak yatsa da aynı kurumlarda çalışan doktorlar, müfettişler, eczacılar kadar bile hak sahibi olamadı.
Bu meslek grupları kendi haklarına yönelik hemen her müdahalede hukukçu olmadıkları halde yargıyı avukatlardan daha çok kullanırken avukatlar değişimi sessizce istemekle yetindi; mevcut haklarını bile korumakta yetersiz kaldı. Bu durumun değişmesi için gerekli ivme de kamu davalarına bakan avukatların içinden kendiliğinden ortaya çıkacak gibi gözükmüyor. Şimdi şöyle düşünebilirsiniz? Kendi haklarını savunamayan,dahası kendini avukat gibi hissetmeyen bir avukat Devleti savunabilir mi? Ya da devlet ‘kendi haklarını savunamayan avukatlara’ mı emanet edilmeli?İşte bu sorular üzerinde düşünülmeyi fazlasıyla hak ediyor. Son derece genel hatlarla yukarıda açıkladığım olgular kamuda çalışan avukatların ‘statü’ sorunlarının bir an önce çözülmesini zorunlu kılıyor. Devlet ya avukatlardan avukat gibi faydalanmalı ya da avukatlarla çalışma ilişkisine başka bir isim bulmalı.
Meltem Nizamoğlu Öztürk: Avukat, İzmir