18
Mayıs
2024
Cumartesi
POLİS/ADLİYE

DEĞİŞEN YASALAR, DEĞİŞMEYEN HUKUKÇULAR...

Hukukumuzu inşa etmiş olan zihniyet, hukukçuları da üretir. Onlara olağanüstü bir özgüven verir ve önlerindeki mevzuattan başka bir şeye ihtiyaçları olmadıkları fikrini aşılar

Anayasa başta olmak üzere değişmesi gereken yasalar hakkında bugün artık herkes bilgi sahibi. İstanbul Barosu Başkanı, daha geçen ay yorum köşesinde şunları söylüyordu: “İstanbul Barosu olarak biz, ne askeri ne de sivil darbeye tarafız. Özellikle yargı alanlarına el atılarak yapılmak istenen sivil darbelerin kabul edilebilmesi mümkün değildir. Herkes bulunduğu yerde bu ülkenin demokratik değerlerine sımsıkı yapışarak ve bağlı kalarak görevini yapmak zorundadır. Demokrasimizin ortak akla ihtiyacı var. Eğer, Avrupa Birliği’nin dayatması ile masa başında hukuk kurumlarına sormadan, danışmadan bir reform tasarısı hazırlıyorsanız, bunun sonucu da

ıfırdır.” (http://www.istanbulbarosu.org.tr/baskaninyorumu.asp, 7-13,1, 2010). Kendimizi bildik bileli yapılması gereken yargı reformu, müzmin direnişçilere rağmen, Erzincan vesilesiyle bir kez daha gündeme oturdu. İyi de, bu ülkede toplum değişir, yasalar değişir ama uygulama bir türlü değişmez ki.
Hukuk ile onu üreten zihniyet içerik, altyapı veya yapı arasındaki ilişki, karmaşık ve büyük ihtimalle de tek yönlü değil. Dolayısıyla, bir kanunun değişmesi, onu üreten yapının değiştiğine de delalet edebilir. O değişiklikten, temeldeki zihniyeti, yapıyı etkilemesini beklemek de mümkün. Her halükarda, bir ideolojinin ürünü olan yasaya karşı verilen mücadelenin, en azından o yasada zuhur eden zihniyetin deşifre edilmesi, o zihniyetin sorgulanması bakımından anlamlı olduğunu biliyoruz. Hukukçu ile hukuku üreten yapı arasındaki ilişki ise, çok daha az karmaşık, daha tek yönlü, daha dolaysız bir ilişki.

Eleştirel düşündürtmek
Gelişmiş ülkelerdeki hukuk eğitiminde temel derslerden biri hukuk felsefesi/hukuk teorisi (jurisprudence) olarak adlandırılan ders. Dersin amacı, öğrencilere hukukun ve hukuki müesseselerin yapıları, işlevleri ve hukukun diğer alanlarla ilişkisi üzerine eleştirel düşünme kabiliyeti kazandırmak. Türkiye’de lafız itibarıyla bu amacı güden dersler mevcut. Bu dersleri hakkını vererek yapmaya çalışan hocalar da... Bununla birlikte, bizde hukuk eğitimi eleştirel düşündürtüyormuş gibi yapıp da düşündürtmeme üzerine kurulduğundan, teknik hukuk dersleri bombardımanı altında format dışı kalan bu gibi derslerin etkisi baştan belli. Öğrencinin, özel ilgisi dışında, ne fakültede ne de meslek hayatında diğer alanlardan takviye almasını gerektirecek bir teşvik söz konusu. Hukuk camiasında hukuk dışı alanlarda yükseklisans veya doktora yapmanın bile hoş karşılanmadığı düşünülürse...

Türkiye’de hukukçular gayri hukuki olandan, felsefeden, tarihten, ekonomiden muafmış gibi yetiştirilir. Hukukçuların işi neredeyse meri mevzuattır çünkü mutlak surette korumak için yetiştirildikleri düzeni sorgulamaları asla arzu edilmez. Yoksa hukuk ilmini, sosyal, siyasi, tarihi unsurlardan, teleolojik (eskilerin tabiriyle “gai”) yorumlardan ayıklamak için değil. Eğer öyle olsaydı, pekala felsefi bir duruştan, kendi içinde tutarlı bir tercihten bahsediyor olurduk. Hukukumuzu inşa etmiş olan zihniyet, hukukçuları da üretir. Onlara olağanüstü bir özgüven verir ve önlerindeki mevzuattan başka bir şeye ihtiyaçları olmadıkları fikrini aşılar. Onları kendi kanaatlerini oluşturmaya imkan verecek araçlardan taammüden yoksun bıraktığı gibi, o yoksunluğun hissedilmesine de asla izin vermez. Olur ya yarın bir gün durup düşünürler diye, onların yerine muhtemel eleştirileri de yapar ve daha hukuk fakültesindeyken kendilerine belletir. Her ihtimale karşı da onları iş yüküne boğar. Bu sayede “hayat olayları” ile bağlantının öğrenilmiş kalıplar üzerinden kurulmasını sağlar.

Kurumların dünyadaki tarihsel gelişimleri ve rolleri çok iyi bilinir ancak o kurumlar Türkiye’de evrensel işlevlerini yerine getiriyorlar mı diye sorma zahmetine katlanılmaz. Varsa bile bir aksaklık, yegane sebebi, bağımsızlık ve tarafsızlıklarının garanti altına alınmamış olmasıdır zira! HSYK’da adalet bakanı ve müsteşarın mevcudiyeti, hâlâ bağımsızlığın önündeki tek engel sayılır. Anayasa yargısı, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinin garantisi olduğundan, Anayasa Mahkemesi kararlarına yapılan eleştiriler olsa olsa cehaletten ileri gelebilir. Siyasi partiler demokratik düzene aykırı eylemlerde bulunabildiklerinden, parti kapattırmak ve kapatmak demokrasiye hizmetin bir parçasıdır. 61 ile 82 anayasaları karşılaştırılarak 82 Anayasası kınanır. Üniter devlet ulus-devlet olunca, Kürt olur Türk. Sosyoloji ve psikoloji eksantirik bilim dalları olunca, taş olur silah, çocuk da terörist. Tarih haftasonunda televizyon programı olunca, gözlere bütün darbe planı iddiaları fantastik görünür. Son kertede din en iyi ninelerimizin yaşadığı, siyaset de tehditkâr, cüretkâr, zaptedilmesi gereken bir şey olur.

Kolay sığınak
Hukukçular uygulamada hemen her gün temel sorunlarla, sorularla karşı karşıya kalırlar. Oysa işleyen çarklar hukukçuları referanssız bırakmıştır. Kabaca tanımlanagelmiş birtakım “temel ilkelere”, devletin çıkarlarına sığınmak, tek çare olmasa bile, en kolayıdır. Kaldı ki yargının benimsediği bu “en üst” normlar, hukukçular için gelecek de vaat eder... Daha doğrusu başka üst normlar pek gelecek vaat etmez. Öte yandan, aynı çarklar, yarattıkları büyük boşluğu başka bazı değerlerin doldurmasını da kolaylaştırırlar. Zemin sağlam değildir çünkü. Hakim olan otoriter zihniyetin ürettiği temel ilkelerin bir başka otoriter zihniyetin ürettiği temel ilkelerle ikame edilmesi, işten bile olmaz. En acıklısı da, sözde temel ilkeleri korumak adına yapılan zorlamaların, tutarsızlıkların, hatta hukuksuzlukların, başka bazı hukuksuzlukları meşru göstermeye başlamasının er ya da geç kaçınılmaz olmasıdır. Gün gelir herkes kendi temel ilkelerinin her şeyi affetmesini beklemeye başlar. İlk günahı kim işlemiştir bir önemi kalmaz. Girilen kısırdöngü içinde artık hukuka yer yoktur. Hukuk namına hukuksuzluk ile başlayan macera, hukuksuzluk ile sona erer.

Bir ceza hukuku doçentimiz geçenlerde özgürlükçü ve demokrat hukukçuları kastederek, “AİHM severler”den dem vuruyordu. Bugün belki de, yargı reformu, yargıya hakim olan zihniyetin kaynakları ve yeniden üretim süreçleri gibi konular üzerine kafa yorma zamanı değil. “AİHM sever olmayan” hukukçularımızı içlerine düştükleri çıkmazdan kendi tanımladıkları haliyle cumhuriyetin temel ilkeleri nasıl kurtaracak bekleyip görme günü belki de? Yalnız “öz hakiki ulusal temel ilkelerimiz” arasında bulunmadıklarından, temel hak ve özgürlükler ile evrensel anlamıyla hukuk devleti gibi referanslara başvurmak yok! Bu referansların “AB’nin dayatmaları” olmaktan kurtulması için, yargı reformu girişimlerinin sonuçlarının sıfır olmaması için, ne olursa olsun hukuksuzluktan medet ummamak gerektiğini herkesin öğrenmesi için, bugün yaşadıklarımızı yaşamamız gerekiyor belki de!

Zeynep Aydos - Hukukçu

Radikal
Yayın Tarihi : 14 Mart 2010 Pazar 17:27:24


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?