18
Mayıs
2024
Cumartesi
POLİS/ADLİYE

HÜLYA AVŞAR, DEVRİM SEVİMAY VE HUKUK SİSTEMİMİZ

Okumuşsunuzdur, Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı sanatçı Hülya Avşar ve Milliyet yazarı Devrim Sevimay hakkında yaptıkları bir röportaj yüzünden halkı kin, nefret ve düşmanlığa teşvik ettikleri için TCK'nın 216. maddesinden soruşturma açtı ve bütün dünyaya düşünce özgürlüğü söz konusu olduğunda Türkiye'nin nerede durduğunu gösterdi.

Söylemeye bile gerek yok ama soruşturma dava ile sonuçlanmasa da verdiği tahribat son derece büyük olacak. Vatanını çok seven bir savcımız daha vatanına zarar verecek. Dışarıdan bakanlar bir kez daha "Türkiye, Kürt sorununu çözemez, demokratikleşemez" diyecek. En sudan nedenlerle bu konuda konuşanların, yazanların takibata uğradığı söylenecek.

İçeride yaratacağı tahribatı, düşünce özgürlüğüne vuracağı darbeyi, insanların kendini nasıl sansürleyeceğini anlatmaya bile gerek yok. "Eğer Hülya Avşar gibi birine bu denli masum bir açıklama yüzünden soruşturma açılıyorsa benim başıma kim bilir neler gelir" diye düşünmemeleri imkânsız.

Ama neyse ki Türkiye'de dahi hiçbir savcı Hülya Avşar'ın söylediklerinin, Devrim Sevimay'ın yazıya döktüklerinin halkı kin ve düşmanlığa teşvik ettiğini ve bunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesinin ikinci paragrafındaki açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkmasına neden olduğunu savunamaz.

Çünkü Avşar'ın yazısında ne tahrik var ne de kin ve düşmanlık. Kimse de Avşar'ın söyledikleri yüzünden bir başka sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip insanlara karşı tahrik olmadı, düşmanlık duymadı, aradan geçen zaman içinde bu röportaj yüzünden olay çıkmadı.
TCK'nın 216'ncı maddesinin bu şekilde yorumu son derece talihsiz ve siyasi bir sindirme girişimini andırıyor. Başbakan Erdoğan'ın ABD ziyareti sırasında gündeme gelmiş olması da manidar. Üstelik günümüz Türkiyesi'ne hiç mi hiç yakışmıyor. Umarız bu soruşturma bir an önce kapanır ve tarihe tesadüfi bir talihsizlik olarak geçer.

Ancak böylesi bir soruşturmanın açılabiliyor olması bu ülke için köklü bir yargı reformunun ne kadar gerekli olduğunu, reformun da ötesinde hukuk eğitim sisteminin ne denli değişime muhtaç olduğunu göstermekte.
Belli ki hukuk fakültelerimiz hâlâ dünyadan, Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmelerden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarından habersiz hukukçular yetiştirmekte. Belli ki hukukçularımız dünyadan ve değişen Türkiye gerçeğinden habersiz yaşamakta.

İşin kötüsü bu tür olayların münferit olduğunu söylemek de zor. AİHM'nin bu hafta içinde aldığı mahkûmiyet kararlarına bir göz atmamız Türkiye'deki yargı sisteminin ne kadar yetersiz ve çağın gerisinde kaldığını anlamamıza yeter.

Dikkatinizden kaçmış olabilir, fakat Türkiye'de insanlar artık adaleti bariz bir şekilde AİHM'de aramakta. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'nin herhangi bir kasabasında, herhangi bir nedenle dağıtılamayan adaleti dağıtan yer haline geldi.

Türkiye, yargı sisteminin sorunları yüzünden adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle kendi vatandaşlarına Strasbourg'da 1000 euroluk, 1500 euroluk cezalar ödemeye mahkûm ediliyor. Hemen tüm davalar mahkûmiyet ya da aynı anlama gelen uzlaşmayla sonuçlanıyor.

Ama ilginç bir şekilde de çok az insan bundan rahatsız oluyor, adalet sisteminin köklü bir reforma ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Gazeteler deseniz ancak Kıbrıs söz konusu olduğunda ya da ağır işkence vakaları ele alındığında AİHM kararlarını önemsiyor.

Mensur Akgün - Referans
Yayın Tarihi : 25 Eylül 2009 Cuma 17:46:08


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?