27
Mayıs
2024
Pazertesi
POLİS/ADLİYE

KADIASKERLİK EN YÜKSEK MAHKEMEYDİ

Askeri kişilerin görevleriyle alakası bulunmayan suçlarda sivil mahkemelerde yargılanmalarının yolunu açan düzenleme yürürlüğe girdi girmesine ama ne tartışma bitti, ne tereddütler. Siyasileri dokunulmazlıkların sınırlanması konusunda girişinde bulunmaktan alıkoyan endişeler şimdi asker kişiler için de geçerli.. Zira bu yasaya dayanarak herhangi bir savcının önüne gelen bir konu, ihbar veya iddiayı ciddiye alıp her makam ve rütbede ordu mensubu aleyhine dava açması mümkün. Cumhurbaşkanı Gül bu nedenle yasayı onaylarken silahlı kuvvetleri rahatsız eden hususlara açıklık getirecek değişikliklerin yapılmasına işaret etti...

Askeriye Türk tarihinin her çağında ve her bakımdan ayrıcalıklı görüldü. Asker ve komutan devlet reisleriyle idare edilegelmiş Türk devletlerinin tarihinde devletin üzerine bina edildiği kurumun farklı statü sahibi olması yadırganmadı da... Hatta tabii görüldü.

2. Murad zamanında kazaskerlik görevine getirilen Çandarlı Karar Halil Paşa’dan itibaren bu makama getirilen kadıaskerler 16. yüzyıl sonuna kadar kadı atamalarından kadıların verdiği kararları tasdik veya bozma yetkisine sahip olarak ‘divan üyesi’ yani vezir statüsünde çalıştılar.

Tanzimattan sonra bütün ulema sınıfı gibi kazaskerlerin de yetkileri kısıtlandı, görevleri askeri davalara bakmak olarak tarif edildi.. Kırım Harbi ve Balkan Savaşı sonrası savaş suçlarına bakmakla görevli ‘Divan-ı Harb-i Örfi’lerin kurulmasıyla kazaskerlik önemini kaybetti. Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan İstiklal Mahkemeleri ise yargıçların kimliği bakımından askeri niteliği olmakla birlikte ne o dönemde ne daha sonra askeri yargı faaliyeti olarak mütalea edilmedi.

Askeri yargı meselesi ilk kez Nâzım Hikmet’im orduyu isyana teşvik suçlamasına muhatap olmasıyla, ardından Turancılık Davası diye anılan Nihal Atsız ve arkadaşları aleyhine açılan dava dolayısıyla kamuoyunun gündemine geldi. Ve ardından ‘Mustafa Muğlalı olayıyla. Van’ın Özalp ilçesinde 33 kişinin ölümünden sorumlu tutulan 3. Ordu Kumandanı Org. Mustafa Muğlalı askeri mahkemede suçlu bulunup önce idama mahkûm edildi, ardından 20 yıl hapisle cezalandırıldı. Askeri yargı 1957’de Demokrat Parti hükümetini ihtilalle devirmeyi planlayan ‘Dokuz subay olayı’yla dikkat çekti ama o tarihte yayın yasakları dolayısıyla girişimin ayrıntıları öğrenilemedi. ‘Dokuz Subay’ hadisesine bakan askeri mahkemenin başkanı sonraki yıllarda gerek 27 Mayıs darbesinde gerekse Albay Talat Aydemir’in darbe teşebbüsleri sırasında önemli rol oynayan, kendisinin ihtilal hazırlığı içinde olduğu Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından hissedilince emekli edilen General Cemal Tural’dı ve alayişli bir duruşma sürecinin ardından haklarındaki iddialar asılsız bulunup beraat eden kişilerin darbe hazırlığında aktif rol üstlendikleri birbuçuk yıl sonra 27 Mayıs ihtilaliyle ortaya çıktı. Örneğin dokuz Subay arasında bulunan albay Cemal Yıldırım darbe sonrası Kurucu Meclis üyesi oldu, CHP listesinden senatör seçildi; Kurmay Albay Naci Aşkun Milli Emniyet yani MİT Başkanlığı`na atandı.

Askeri yargı 1960 ihtilaliyle bugünkü konumuna geldi. 27 Mayıs sonrası kurulan Askeri İdare Mahkemesi ise dünyada eşi benzeri olmayan ‘Türk icadı’ bir kurum. YAŞ kararıyla emekli edilen albayların Danıştay’a müracaat edip ‘general kadrosundan emeklilik’ hakkı almak istemeleri üzerine sivil yargıya başvuruların önünü kesmek için kurulduğu biliniyor.

12 Mart’tan başlayarak 12 Eylül’e sıkıyönetim mahkemeleri, daha sonra üyeleri arasında asker bir kişinin görev aldığı devlet güvenlik mahkemeleriyle gerek Türkiye’de gerekse AİHM’de tartışma konusu oldu askeri mahkemeler... Zira uluslar arası hukuk normları açısından değil heyetin bütünün asker kişilerden oluşması, heyet üyeleri arasında tek bir asker kişinin bulunması dahi adil yargı hakkının ihlali niteliğindeydi.

Savunma bakansız darbe olmaz!

Şu ara en fazla kullandığımız sözcük darbe.. Onsuz siyasi yorum, makale yok gibi. Hatta özel sohbet. Geçmişten bugüne baktığımızda darbe ya da darbe girişiminin sahnede görünen aktörleri subaylar kuşkusuz... Emir komuta zinciri içinde bütün komutanların katılımıyla darbe yapmanın fazla zorluğu yok zaten. 12 Mart, 12 Eylül böyle oldu... Ama 1960’ta, 22 Şubat ve 21 Mayıs nakıs teşebbüslerinde, 1971’de akim kalan 9 Mart’da, hatta 28 Şubat döneminde cuntalar bu avantaja sahip değildi... Çekirdek kadro ‘başımızda yüksek rütbeli ve kıdemli birileri olsun’ düşüncesiyle kâh ikna ederek kâh biraz iteklemeyle olaya bir ya da birkaç komutanı katmak ihtiyacını hissettiler.
Asker cephesi göz önünde olduğu için bilindi, alkışlandı, suçlandı. Ama madalyonun sivil yüzü, yani siyaset cephesi üzerinde fazla durulmadı.
Örneğin 1960 darbesine bakıldığında Adnan Menderes kabinelerinin halef selef iki Milli Savunma Bakanı, Şem’i Ergin ve Ethem Menderes’in ihtilalden haberdar olup başbakanı bu konuda uyarmadıkları bilinir. Daha ötesi yaveri Adnan Çelikoğlu aracılıyla Şemi’i Ergin’le temasa geçen 27 Mayıs’ın önde gelen isimlerinden Tuğ.Faruk Güvertürk’ün bakana ihtilalin liderliğini teklif ettiği de.
Türkiye’nin 12 Mart batağına çekildiği süreçte başını İsmet İnönü’nün çektiği ama ordu komuta kademesinin başbakan Süleyman Demirel’le karşı karşıya geldiği ‘ Yassıada mağduru Demokrat Parti’lilerin affı’ meselesinde, Milli Savunma Bakanı Ahmet Topaloğlu, kuvvet komutanlarının Çankaya’da yaptıkları toplantıdan haberdar olduğu ve orada Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın yatıştırma gayretlerine rağmen müdahale eğiliminin açıkça dile getirildiğini bildiği halde bunu Demirel’e iletmedi... Demirel’in bir başka kanaldan durumu öğrendiğinde hayli ağır tepki gösterdiğini ve çareyi af kanunu teklifi Meclis’te kabul edildikten sonra Senato’ya sevk edildiğinde tarihinde ilk kez TBMM’ni mayıs ayında tatile sokmakta bulduğunu da söyleyeyim...
12 Eylül 1980 darbesinde ise Demirel’in Milli Savunma Bakanı Ahmet İhsan Birincioğlu’nun komutanlarla ittifak halinde olduğunu düşünmeyi gerektiren gelişme; partisi kapatılır, lideri sürgüne gönderilirken sabık bakanın yoksun kaldığı milletvekili maaşını telafi derdine düşen cuntanın ilk atama kararlarından birini Birincioğlu’nu Ziraat Bankası yönetim kurulu üyeliğine tayin için vermiş olması.
Son olarak 28 Şubat döneminde Tansu Çiller’i Refah Partisi’yle koalisyona ikna edip kabinede Milli Savunma Bakanı olarak yer alan Turhan Tayan’ın, daha sonra ordunun komuta kademesiyle kurduğu yakın ilişki sonucu DYP meclis grubunun çözülüp toplu istifa sürecini tetiklediğini, neticede Refahyol kabinesinin düşmesini sağlayan aktörlerden biri olduğunu da kaydedeyim.
Özel bir anlam yüklediğim için söylemiyorum ama, bugünlerde gündemi işgal eden ‘İrticayla Mücadele’ başlıklı belgenin çıkış noktası olduğu iddia edilen ‘3. Bilgi Destek Grubu’ ve benzeri grupların 2003 senesinde yapılan yasa değişikliğiyle Genelkurmay bünyesine alındığını bilmekte de yarar var.

Dilşad Hatun’dan Rabia Hatun’a

Uygur Türklerinin trajedisi ve destansı kaçış öykülerini ilk gençlik yıllarımda gerilim öyküsü dinler gibi dinlediğimi, ancak anlatılanlarda hayli abartı olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Doğu Türkistan’ın efsane lideri rahmetli İsa Yusuf Alptekin’i tanıdıktan sonra o zamana kadar işittiklerin dehşet tablosunun sadece karikatüründen ibaret olduğunu; ‘Çin işkencesi’ deyiminin ne demek olduğunu anladım.
Doğu Türkistan’da bölgeye Çin’in yeni topraklar manasında taktığı ad olan Sincan demek hatadır- birkaç haftadır yaşanan hadiseler sonrası adını artık herkesin bildiği Rabia Kadir’in üstlendiği rol, İsa beyin Uygur kadınlarının direncine ve öncü karakterine ilişkin sözlerinde ne denli haklı olduğunu düşünmemi sağladı.
Asırlar önce eşini ve Uygur halkını Çin zulmünden kurtarmak için doğunun güçlü imparatorluğuna bayrak açan Dilşad Hatun’un Pearl Buck’un ‘Imperial Woman’, Sui Cien Sin’in ‘Siang Fei’romanlarına konu olan hikâyesini geçmişte yazmıştım... Bugün Rabia Kadir ve eşini kurtarmak için kendisini Çin asker/polis gücünün önüne atan Tursun Gül’ün hikâyeleri Uygur kadınlarının misyon üstlendiklerinin açık kanıtı..

Radikal-Avni ÖZGÜREL
Yayın Tarihi : 13 Temmuz 2009 Pazartesi 02:10:54


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?